Çocukların mahalle arasında oynadıkları futbol maçlarının en heyecanlı yeri, skorun berabere olduğu andır. Maç bitmek üzeredir. Pencerelerden uzanan annelerin, “akşam oldu evladım, eve gel”, nidaları çınlamaktadır.
O an çok önemlidir. Bir sonraki maça kadar yenen takımın mensupları, sevinç gösterileri arasında diğer takımdakilerle dalga geçecektir. Bu, kaldırılabilir bir şey değildir. Canla başla mücadele edilir.
Ancak oynanan topun patlaması veya mal sahibi çocuğun annesinin baskın ve ısrarcı çağırmaları belki bozabilir o anı.
Sonunda bir gol gelir… Gol atıldığında maç biter… Maç bitmez, sanki her şey biter…
Kamuoyunda “askere sivil yargı yolu” diye bilinen kanun meclisten geçmişti. Gözler Çankaya’daydı.
Aydınlar, liberaller, muhafazakârlar, cemaatler, demokratlar, anti-militaristler, gerçek sivil toplum örgütleri, Avrupa Birliği yanlıları yani milletin kahir ekseriyeti Gül’ün tasarıyı imzalamasını istiyordu.
Elitler, tuzu kurular, tepeden inmeci jakobenler, Kemalistler, militaristler, darbeciler, darbelerden yana olanlar yani mutlu azınlık ise Gül’ün kanunu meclise iade etmesini bekliyorlardı.
Hatta Honduras dolaylarından türküler söylemekte mahir Onursal Orgeneral (!) Deniz Baykal, MGK toplantısının yapıldığı esnada tarihi bir açıklama yapıyordu: “Birazdan Sayın Cumhurbaşkanı da bu kanunu iade etmesi gerektiğini anlayacak noktaya gelecektir(!)”
Ne demekti bu; askerler basacaklardı fırçayı Gül’e ve o da imzalamayacaktı!
İşte “atan galip” durumu buydu.
Peki, ne oldu. Cumhurbaşkanı kanunu imzaladı ve “tereddütleri” giderecek düzenlemelerin yapılmasını tavsiye etti.
Pek sık olmazdı ama daha önceden de izlenen bir yoldu bu.
Beklenen oldu ve CHP yolgeçen hanı haline getirdiği Anayasa Mahkemesine başvurdu, malum çevrelerden beklenen açıklamalar geldi
Ana muhalefet partisinin tavrı da açıklamalar da kimseyi şaşırtmadı.
Neydi bu heyecanın sebebi. Kanunun imzalanması gol müydü? Kim, kimin kalesine atmıştı?
Asker kimin askeri, millet hangi milletti?
Suç, sadece siviller için mi suçtu?
Askerler suç işlemek mi istiyorlardı?
Suç işleyen askerleri savunmak sivil (!) bir partiye mi kalmıştı? Oysa aynı parti daha geçen hafta “Gelin 12 Eylülcüleri yargılamanın yolunu açalım” dememiş miydi? Yoksa samimi mi değildi?
Suç işleyen askerleri yargılamak için bu madde gerekliyse, kim karşı çıkıyordu?
Yargılanmak hukuki bir haksa, masumların korkacağı hiçbir şey yoksa kim, neden korkuyordu?
Yargılanmak masumlar için aklanma imkânı sağlıyorsa, aklanmak sadece sivillere mi mahsustu, tek sivillerin mi hakkıydı?
Askeri yargı, hukuku mu bilmiyordu ya da adil mi değildi?
Koparılan kavgaya bakılırsa bu kanun göründüğünden de önemliydi.
Kenan Evren hakkında iddianame hazırlayan Sacit Kayasu, vahim bir hukuk skandalına kimler tarafından kurban edilmişti!
Şemdinli iddianamesini hazırlayan ve bu sebeple meslekten ihraç edilen Ferhat Sarıkaya’yı askerler mi cezalandırmıştı yoksa siviller mi?
Bu ihraç kararı kaçıncı goldü, kim atmıştı?
Şemdinli davasında sivil mahkemenin verdiği 39 yıl mahkûmiyet kararı nasıl olmuş da kimler tarafından tahliyeye dönüştürülmüştü?
İddianamede ismi geçen “iyi çocuk” Ali Kaya, kimler tarafından korunuyordu?
Dağlıca ve Aktütün baskınları sırasında saatlerce golf oynayan kuvvet komutanı Paşa, maç sırasında hiç “atan galip” durumuna gelmiş miydi?
Genel Kurmay Başkanı Org. İlker Bağbuğ’a göre “kağıt parçası” olan “Ak Parti ve Gülen Cemaatini Bitirme Belgesi’yla anılan ve mahkum olan Albay Dursun Çiçek’i on altı saat içinde tahliye eden hangi yargı idi?
28 Şubat sürecinde askerlerin verdiği brifingleri ayakta alkışlayanlar hangi büyük hukukçulardı?
Evet, evet bu kanun meğer gerçekten önemliydi…
Eski defterler karıştırılmaya başlanmıştı.
Bu kanunla beraber geçmişte mağdur edildiğini düşünenlerin, emekli komutanlar hakkında açmayı düşündükleri davalar, gazete ve televizyon haberlerini süslemeye başlamıştı.
Belli olan tek şey milletin bu maçın hem oyuncusu hem seyircisi hem de taraftarı olmasıydı.
Bu kanun nasıl olmuş da “atan galip” durumuna dönüşmüştü?
Maçı kim kiminle yapıyordu?
Birileri için demokratik devrim niteliği kazanan bu kanun, nasıl olup da diğer bir kesim için “dünyanın sonu” olabiliyordu.
Maçın en heyecanlı yeri. Avrupa Birliği çok ısrarcı olmasa da çağırıyor.
Bu bir gol ise son gol müydü, atan gerçekten galip miydi?
Egede bir köy kahvesinde bu maçın heyecanla seyredildiğini düşünelim, sade, duru bir Ege Türkçesiyle yapılacak değerlendirmeyi tahmin etmek zor olmasa gerek:
“-Du bakem, n’olcek?”
***
Son olarak Bediüzzaman hazretlerinden konuyla ilgili bir ihtar, bir tespit:
“Aç canavara karşı tahabbüb, merhametini değil, iştahasını açar. Hem de diş ve tırnağının kirasını da ister.” (Mektubat s.456)