Deniz Gezmiş mahkemeye ilk çıktığında, "Beni kurtaracaklar" demişti.
6 Mayıs gecesi idam edilmek üzere Ulucanlar'a getirildiğinde de, etrafına bakıp, kendisini kurtarmaya gelen olup olmadığını anlamaya çalışmıştı.
Mehmet Ali Ağca ona göre daha şanslıydı. Çıkarıldığı Sıkıyönetim Mahkemesi'ne, "Önümüzdeki duruşmaya gelmeyeceğim. Beni kaçıracaklar" demiş ve Maltepe Askeri Cezaevi'nden kaçırılmıştı.
Danıştay saldırısını gerçekleştiren Alparslan Arslan da, "En fazla 2 ay kalırım" demiş, Muzaffer Tekin ise bir adım daha ileri gidip, "İhtilal olacak. Ben sizi sorgulayacağım" diye meydan okumuştu.
Onlara bu duyguyu veren neydi?
Başta o bir duygu değil, onlara verilen güvenceydi.
Bir kısım asker, aydın ve devrimci gençlik, Milli Demokratik Devrim'i gerçekleştirecek, Deniz Gezmiş'ler de kurtarılacaktı.
Hatta onun için bir de bakanlık uygun görülmüştü.
Alparslan Arslan'ın sırtını sıvazlayıp Danıştay'a saldırtanlar ise, AK Parti'yi devirecek olan darbeyi gerçekleştirdiklerinde Muzaffer Tekin'ler, Alparslan Arslan'lar kahraman olacaktı.
Yanıldılar.
Bedelini ödediler.
Ama onları azmettirenler, "devlet içinde devlet" oldukları intibaını verenler, bedel ödemedi.
Devrimci gençlere mısır patlatır gibi bomba patlattıran Madanoğlu cuntası, Deniz Gezmiş'i makam arabasıyla polisten kaçıran Orman Bakanı Turhan Şahin, cuntanın beyni olan Devrim Dergisi etrafında kümelenen aydınlar hayatlarına devam ettiler. Göstermelik olarak yargılandılar, cezaya bile çarptırılmadılar. Ama o gençler asıldı ya da Kızıldere'de öldürüldü.
Neden?
Çünkü devlet kendini yargılamadı.
Susurluk sürecinden rahatsız olanlar, "devlet, devleti yargılıyor" tezini işlemişti. Bırakın devletin devleti yargılamasını, "derin devlet" bile yargılanamadı. O nedenle devletin kirli yüzü ortaya çıkarılamadı.
Muhsin Yazıcıoğlu suikastinde Danıştay'ın devlet görevlilerinin yargılanması yönünde verdiği karar bu açıdan önemli.
Benzer kararın karanlıkta kalan olaylarda verilmesi gerekiyor. Örneğin Dink suikasti ya da Sivas olayları.
Çünkü her iki konuda DDK'nın hazırladığı raporun kesiştiği bir nokta var. Devletin ihmali.
Ama devlet adına kirli işlerinde devletin adını kullananları sorgulayamadık. Bu yüzden de devletin o yüzü ortaya çıkarılamadı.
Bizde yargılamalar tetiği çekenlere ceza kesilmesinden öteye geçmedi. Yargıya intikal eden ve aydınlatılan tek bir dosyamız olmadı bu yüzden. Ver yargıya göm karanlığa...
Muhsin Yazıcıoğlu suikastinde Danıştay'ın ihmali olan devlet görevlilerinin yargılanmasına izin vermesi önemli.
Bir el tarafından yok edilen deliller, maksatlı olarak ters tarafa yönlendirilen arama-kurtarma çalışmaları, kaza mahalline kamuoyuna açıklanandan bir gün önce ulaşıldığı iddiası.
En az bunlar kadar önemli bir nokta daha var ki, soruşturma sürecinde devletin ilgili birimlerine gereken soruların sorulmaması.
Örneğin Hava Kuvvetleri'nin ısrarla vermek istemediği o anki uçuşlar.
Benzer durum Dink suikastinde de var. Ogün Samast'ın son açıklaması "turpun büyüğünün heybede" olduğunu gösteriyor. Erhan Tuncel ve Yasin Hayal'le ilişkide olan Jandarma görevlileri, olaydan 3 ay önce çay içtiği kişi. Olay yerinde ikinci bir şahsın olması ihtimali.
"İyi ki Samsun'da yakalanmışım. Trabzon'a gitsem beni öldürebilirlerdi" sözleri. Zaten babası da benzer bir endişe nedeniyle, "Bu benim oğlum" diye ihbarda bulunmuş.
Biz birkaç çocuğu yargıladık Dink suikastinde. Ama Trabzon ve İstanbul Emniyeti'nde, Jandarması'nda onlara dokunmadık.
Trabzon Jandarma ile İstanbul Emniyet çözülmeden Dink suikasti anlaşılmaz.
Ama bu sistem, kendi başbakanına suikasti bile aydınlatamadı. Özal suikastinden söz ediyorum. DGM Başsavcısı Nusret Demiral, Kartal Demirağ'la birlikte ama ondan daha uzun boylu ikinci bir kişinin olduğunu söylüyor.
Kartal Demirağ'a verilen silah, en fazla iki mermi atıyor. Üçüncüsü attığında namlusu kızıyor, silah tutukluk yapıyor. Kontrgerilla eğitimi almamış olmasa salonda susturulacak mıydı?
Vecdi Gönül dönemin İçişleri Müsteşarı'ydı. Vecdi Bey, Kartal Demirağ yaralı olarak ve sedyeye bağlı götürülürken, spor salonunun çıkış koridorunda, "Ben benim başbakanımı nasıl vurursun" diye yanaşan bir görevli tarafından infaz edilmesinin son anda önlendiğini anlatmıştı.
Sivas olayları nedeniyle İçişleri Bakanı Mehmet Gazioğlu, "Bizi vali yanılttı" derken, emniyet müdürü, "Durumu valiye en az 20 kere ilettik ve ek kuvvet istedik" diye konuşurken, tugay komutanı, "Üç kez sorumluları neden almıyoruz" diye sorduğunu belirtirken, Sivas Valisi Ahmet Karabilgin'i yargılamazsak, hiçbir şeyi aydınlatamayız. Ayrıca o günkü yazışmaların, telefon görüşmelerinin, MİT'in sabah elde ettiği bilgiyi neden ilgililere ulaştırmadığının hesabını sormalıyız.
Kılıç Ali, Atatürk'ün İstiklal Mahkemeleri'nin başına atayacak kadar kendisine yakın bulduğu bir isim.
Trabzon Milletvekili Ali Şükrü'nün öldürülmesinde, Atatürk'ün parmağının olduğu iddialarının gündeme geldiğini belirtiyor ve "İstinaf Mahkemesi Savcısı Ankaralı İbrahim bey ile Ankara Polis Müdürü Çerkez Neşet bey Köşk'e giderek bu konuda Gazi'nin de ifadesini almışlardı" diye aktarıyor.
Gazi dediği Cumhurbaşkanı Atatürk.
Ali Şükrü cinayetinden dolayı Atatürk'ün bile ifadesi alınmış.
Biz ise emekli bir valiyi yargılayamıyoruz.
Atatürk'ten ötesi var mı?
Yeni Şafak