Ateist: Kuran da “ya eyyüha-nas” (ey insanlar), “kaffeten li’n nas” (bütün insanlık), “ekserünas” (insanların çoğu) gibi hitaplar yeryüzünde yaşayan bütün insanları değil o zaman Kuran mesajına muhatap olan azınlık bir topluluğu (Araplar) ifade ederler. Bunu yine sadece biz söylemiyoruz Müslüman düşünürler de söylüyor. İlhami Güler onlardan birisi. Şöyle diyor: “Kuran’ın nazil olduğu muhatapları olan Arap toplumuna değil de bütün insanlığa hitap ettiğini söylemek abestir. Kuranda bazen kullanılan “ya eyyühan-nas” hitap ifadesi Arapça bilmeyenlerin sandığı gibi soyut, muhatapsız ve muhayyel “ey insanlık” hitabı demek değil, Hz. Muhammed’in Veda Haccında Arafat meydanında insanlara hitap ederken kullandığı “ey ahali” demektir. Bugün bizim kullandığımız “sayın dinleyiciler/seyirciler” veya “sevgili vatandaşlar” ifadesi gibi. (İlhami Güler, İlhamiyyat, Otto yay, 1. Baskı, 2010, s. 117) Bazı yabancı ve Müslüman ilim adamları İslam peygamberinin civar ülkelere gönderdiği davet mektuplarının güvenirliliğinden derin bir kuşku içinde. Sözgelimi meşhur İtalyan araştırmacı sizin deyiminizle oryantalist Leone Caitani, ilgili mektuplar hakkında hiçbir ülkenin arşivinde ve vakanüvisnamelerinde bir bilgi bulunmadığını belirtir ve mektuplarla ilgili verilen tarihlerin gerçek olaylarla bağlantısını kurmanın zorluğuna işaret eder. Konuyla ilgili rivayetlerin henüz o dönemlerde on yaşında olan ibn-i Abbas kanalıyla geldiğini belirterek bunun çok zayıf sayılması gerektiğini söyleyen Caitani, rivayetlerin İbn-i Hişam’ın bir uydurması olduğunu ve tarihlendirmede çok farklılık bulunduğunu söyler. (bkz: Leone Caitani, İslam Tarihi I-X, Çev: Hüseyin Cahit Yalçın, Tanin Matbaası, İstanbul 1924-1927) İslam peygamberinin hayatını inceleyen meşhur İngiliz araştırmacı W. Montgomery Watt da bu mektupların dine davet maksadıyla gönderildiği faraziyesinin tutarsız olduğunu söyler. (bkz: W. Montgomery Watt, Muhammad at Madina, Clarendon Press, Oxford 1956, s. 346) “Bu adamlar zaten İslam düşmanı, başka bir şey demeleri beklenemez!” diyeceğinizden eminim. O zaman bazı Müslüman düşünürlerin düşünceleriyle sözlerime devam edeyim. Bunların başında Arap düşünür Ekrem Ziya ÖMERİ gelir. Bu sözler ona ait: “bu mektuplar şekli ve muhteva bakımından sahih olabilirler. Ancak hiçbiri İslami siyasette delil olacak derecede değiller. Bu açıdan bakılınca Herakliyus’a gönderilen yazı, hadis olarak kabul edilebilecek tek metindir. Resulullah devrindeki vesikaların çoğu için bu hüküm geçerlidir. Hadis kritiğine göre sahih kabul edilemezler. Buhari’deki Herakl’e gönderilen yazı ve Ebu Davud’daki Umery zi Mervan’a olan yazı dışında Kütüb-ü Sitte de bu rivayetler yoktur. Evet tarihi açıdan pek çoğu sahih olabilir. Ancak akide de teşri açısından hüccet olamazlar.” (bkz: Ekrem Ziya ÖMERİ, Medine Toplumu, Risale yay. İstanbul 1988, s. 225) Günümüz tefsircilerinden ve eski Diyanet İşleri Başkanlarından Süleyman Ateş de mektupların içeriği hakkında bazı kuşkuları olduğunu belirtmektedir: “Bu mektupların hiçbirinin orijini yoktur. Mevcutlar, rivayetlerden ibarettir. Peygamberimiz, Mısır valisine, İran, Bizans imparatoruna mektup yazdıysa bunları hangi dille yazdı? Arapça. Peki İran, yahut Mısır valisine Bizans imparatoruna Arapça mektup yazmanın yararı nedir? Çünkü Arapça bilmezlerdi. Kaldı ki bu mektuplarda sadece “İslam ol” denmektedir; ama nasıl İslam olunacağı açıklanmamıştır. Bunlar Arapça bilmediklerine, ellerinde İslam hakkında bilgi veren bir kitap bulunmadığına göre nasıl Müslüman olacaklar? Kuran’ı okuyarak mı? Henüz o zaman Kuran derlenmemişti. Kitap halinde bir Kuran da yoktu. O halde onlardan istenen İslam nedir? (bkz: Süleyman Ateş, Kuran’ı Kerim’in Evrensel Mesajına Çağrı, Yeni Ufuklar Neşriyat, İstanbul 1990, s. 59-60) (Alıntıların tümü için bkz: Doç. Dr. İsmail Hakkı GÖKSOY, Hz. Peygamber’in Hükümdarlara Gönderdiği Davet Mektupları ve Önemi, Siyer yay. İstanbul 2015, s. 177-197) Kısacası Peygamberinizin çevre ülkelere göndermiş olduğu davet mektupları güvenilir kabul edilse bile bunlar içerik bakımından “dini” değil “siyasi” nitelik taşıyor. Yani alışılageldiği anlamda İslam peygamberi onları İslam dinine davet etmiyor, onlarla siyasal ve hukuksal ilişkileri iyi tutmaya çalışıyordu sadece.
Müslüman: Kuran da “ya eyyühe nas” (ey insanlar), “kaffeten li’n nas” (bütün insanlık), “ekserün-nas” (insanların çoğu) şeklindeki hitaplar başta Mekkeli müşrikler olmak üzere kıyamete kadar gelecek bütün insanları kapsadığı tartışmasız bir gerçektir. Bunun delili önceki cevabi yazımızda belirttiğimiz üzere bahsi geçen ayetlerdir. Kuran metni bağlamında düşündüğümüzde konunun böyle anlaşılması gerektiğinin zorunlu mantığı kendiliğinden çıkar ortaya. Belki farkında değilsiniz ama konuya yaklaşırken itinalı bir şekilde Kuran’ın yalın olan açık metnini ya görmezlikten geliyorsunuz ya da ıskalıyorsunuz. Yani Kuran dışı bazı rivayet malzemesine sarılıyorsunuz. Demek ki bazı şeyleri açıklamak için bu yolu denemek bir tercih değil bir zorunluluk. Bizim de önceki iddialarınızı çürütmek amacıyla yapmaya çalıştığımız buydu. İddianızı ispat sadedinde bazı Müslüman yazarların söylediklerine atıfta bulunmanız durumu değiştirmiyor. Zira bu tarz bir iddia veya söylem kimden sadır olursa olsun koşulsuz ve kayıtsız yanlıştır, kabul edilemez. Alıntısını yaptığınız İlhami Güler’e ait olan metinde kendi yaptığı yorumun mutlak doğru, bütün Müslümanların üzerinde kuşkusuzca ittifak ettiği bir meseleye “abes” deniliyor. Bütün Müslümanların üzerinde kuşkusuzca ittifak ettiği bir husus “abes” olamaz bunun adı kelimenin en has anlamıyla “nas”tır. Nas’ın (içerisine yorumun girmediği temel ilahi ilkeler) olduğu bir yerde yorumdan bahsetmek bir Müslüman açısından abesle iştigal olur. İçtihat (yorum) unsuru nazariyat alanına girebilir sadece. Kaldı ki Müslüman bir yazarın İslam hakkında dediği her şey Müslümanca olmayabilir. Güler’in ifadelerini bu minvalde mütalaa etmek daha makul bizce. Ortada tutunacak dal kalmayınca Hz. Peygamber’in komşu ülkelere göndermiş olduğu davet mektuplarının sıhhatini sorguluyorsunuz. Bahsini ettiğiniz Leone Caitani isimli İtalyan oryantalistin yaklaşımında İslam’a karşı alışılageldik oryantalistik bir önyargının hakim olduğunu görmek için zeki olmaya gerek yok. Leone Caitani, mektupları kabul etmemek için bin dereden su getiriyor. Meşhur İngiliz araştırmacı W. Montgomery Watt’tan yaptığınız alıntılar ise eksik çünkü Watt, alıntısını yaptığınız kısa pasajdan hemen sonra şunları söylüyor: “İslam peygamberi gerçekten de söz konusu hükümdarlara elçiler göndermiştir. Ancak onların hepsi yanı günde gitmemiştir. Bazıları tabiî ki Mekkelilerle yapılan anlaşmadan birkaç ay önce, diğerleri de muhtemelen birkaç ay sonra gitmişlerdir. Onların ne tür bir mesaj götürdüklerini bilmiyoruz. Ancak, Hz. Muhammed’in Arabistan da olup bitenlerin kendisine göre bir anlatımını yaptığı ve Mekkelilerin muhtemel yardım çağrılarını önceden önleyemeye çalıştığı ve onlarla bir çeşit siyasi anlaşma yoluna girdiği muhtemeldir.”(bkz: W. Montgomery Watt, Muhammad, The Prophet and Statesman, Oxford Üniversity Press, London/Oxford, s. 194-195) görüldüğü gibi W. Montgomery Watt, mektupları kabul etmekle birlikte içerikleri hakkında bazı tereddütler ileri sürerek onları kendi ön-kabullerine göre tevil etme ihtiyacı hissediyor. Burada bilhassa Mısır meliki Mukavkıs’a gönderilen mektupla alakalı meşhur oryantalist Nöldeke’nin dediklerini zikretmenin tam zamanı: “Elimizde harika bir biçimde muhafaza edilen ve aslına uygunluğu hiçbir şüpheye yer bırakmayan orijinal bir belge var.”(Nöldeke, Geschichte des, Qorans, 1860, s. 140) Süleyman Ateş’in mektuplar hakkında söylediklerinin hiçbir değeri yok. Çünkü kendisi sadece bir Kuran yorumcudur (müfessir) hadisçi ya da İslam tarihçisi değil. Siz de çok iyi biliyorsunuz ki Ateş’in ifadeleri içerek açısından da çok sorunlu. Şöyle diyor: “…Henüz o zaman Kuran derlenmemişti. Kitap halinde bir Kuran da yoktu. O halde onlardan istenen İslam nedir?” Bu mantık üzerinden yürüyecek olursak Kur’an, kitap haline getirilmeden evvel Hz. Peygamber’in hiç kimseyi İslam’a davet etmemesi gerekirdi. Kur’an Hz. Peygamber’in vefatından sonra kitap haline getirildiğine göre Ateş’in dedikleri anlamsızdır. Arap düşünür Ekrem Ziya ÖMERİ’nin yaklaşımına gelince Ömeri: “Buhari’deki Herakl’e gönderilen yazı ve Ebu Davud’daki Umery zi Mervan’a olan yazı dışında Kütüb-ü Sitte de bu rivayetler yoktur. Evet tarihi açıdan pek çoğu sahih olabilir. Ancak akide de teşri açısından hüccet olamazlar” diyor. Ömeri’nin yorumunu doğru kabul etsek bile bu, iddianıza delil olmak şöyle dursun tam aksine iddianızı çürütüyor. Sadece Herakl’e ve Umery zi Mervan’a gönderilen mektubun sahih olması bile iddianızın çürüklüğünü kanıtlamaya yeter. Davamızı ispat açısından tek bir mektubun sahih olması yeterlidir. “Peygamberinizin çevre ülkelere göndermiş olduğu davet mektupları güvenilir kabul edilse bile bunlar içerik bakımından “dini” değil “siyasi” nitelik taşıyor. Yani alışılageldiği anlamda İslam peygamberi onları İslam dinine davet etmiyor, onlarla siyasal ve hukuksal ilişkileri iyi tutmaya çalışıyordu” şeklindeki son tespitleriniz yine isabetsiz. Çünkü Hz. Peygamber’in gönderdiği bütün mektupların hepsinde özellikle ilk paragrafta İslam’a davet çağrısı vardır. Mesela Buhari de geçen, Ömeri’nin de sahih kabul ettiği, Herakliyus’a gönderdiği mektubun ilk paragrafında şöyle diyor: “Seni İslam’a çağırıyorum. Müslüman ol, kurtul. Müslüman ol ki Allah sana ecrini iki defa versin. Yüz çevirirsen bütün halkının günahı senin boynunadır…”(Muhammed Hamidullah, Hz. Peygamber’in Altı Diplomatik Orijinal Mektubu, Beyan yay. s. 116) Kısacası elimizdeki Kuran metni (mushafı şerif) ne kadar sahih ve güvenilir ise Hz. Peygamber’in Bizans, Mısır, İran gibi meliklere İslam’a davet mektupları göndermesi en az onun kadar sahihtir, katidir, tarihi açıdan vakidir.