"Hürriyet" yazarı Rahmi Turan, 1926'da idam edilen İskilipli Atıf Hoca'ya değindiği yazısında resmin bütününü göstermek yerine sadece bir parçasını tercih etmiş.
"Teal-i-İslâm Cemiyeti" adına bastırılan bir bildirinin Yunan uçakları tarafından Anadolu'ya atıldığını, bildiride Mustafa Kemal ve silah arkadaşlarının padişaha başkaldıran asiler olarak nitelendiğini belirtmiş.
"İstiklal Mahkemesi" zabıtlarına göre Atıf Hocanın "vatana ihanet" suçundan idam edildiğini dile getirmiş.
"Geçmişte uğraşmak yerine önümüze bakalım" türünden yaklaşımı bir parça anlayışla karşılamak mümkün ama olaylar çarpıtılarak aktarıldığında vicdanlar da buna razı gelmiyor.
Sözkonusu bildiri 1920'de yazılmıştı.
Rahmi Bey'in yazısından Atıf Hoca'nın bu bildiri yüzünden arandığı ve 5 yıl sonra yakalandığı gibi bir anlam çıkıyor.
İşin gerçeği şudur..
1925'de "Şapka Kanunu" çıkarılmış, bu kanuna yurdun bazı bölgelerinde tepkiler gösterilmişti.
Bu tepkilerle Atıf Hoca'nın Şapka Kanunu'ndan 1,5 yıl önce neşrettiği "Frenk Mukallitliği ve Şapka" risalesi arasında bağ kurulmuştu.
Atıf Hoca, risaleyi neşreden matbaacı, bu risaleyi dağıtanlar, yanı sıra Şapka Kanunu aleyhinde bulunmakla suçlanan birkaç hocaefendi "İstiklal Mahkemesi"ne çıkarılmışlardı.
***
Mahkemede sanıkların aleyhindeki havayı köpürtmek için 5 yıl önceki bu bildiri de gündeme getirilmişti.
Aslında bu bildiride Atıf Hoca'nın bir dahli de yoktu.
Tahir'ul-Mevlevi "İstiklal Mahkemeleri" isimli hatıratında işin gerçeğini tafsilatıyla anlatır.
Buna göre Şeyhülislam Mustafa Sabri Efendi'nin İstanbul Hükümeti'nin baskısıyla vücuda getirdiği bir bildiriydi bu.
Üstelik Cemiyet adına hazırlanan bu bildiri Cemiyetin İdare Heyetinin bilgisi dışındaydı.
Mustafa Sabri Efendi, Atıf Hocadan bildirinin cemiyetin mührü ile mühürlenmesini istemişti.
Atıf Hoca da İdare Heyetine danışmadan böyle bir şeyi yapamayacağı cevabını vermişti.
Cemiyetin İdare Heyetinden Tahir'ul-Mevlevi ile birlikte Mustafa Sabri Efendi'nin yanına çıkan Atıf Hoca, "Biz buna razı olmayacağız. Çünkü Teal-i İslam siyasi değil ilmi ve dini bir cemiyettir. Biz hükümetin işine karışmayacağımız gibi hükümet de bizi karıştırmasın" demişlerdi.
Konu Cemiyetin toplantısında da gündeme gelmişti. .
Hükümet taraftarları itirazlara rağmen bildirinin Anadolu'ya gönderileceğini söylediklerinde Atıf hoca ve arkadaşlarından "gazetelerde tekzip ederiz" cevabı almışlardı.
Bu sözlere Hükümet taraftarları "Edemezsinin, Matbuat Müdürlüğüne emir verilmiştir" diyerek karşılık vermişlerdi.
Atıf Hoca ve arkadaşları bunun üzerine toplantı çıkışında itirazlarını şifahen ilan edeceklerini söylemişlerdi.
Sonunda beş üye "kabul", beş üye de "hayır" cevabı vermişti.
Reis Atıf Hoca'nın da "hayır" oyu vermesiyle birlikte bu bildirinin yok hükmünde sayılmasına ekseriyetin görüşü ile karar verilmişti.
***
Aradan 5 yıl kadar geçtikten sonra Ankara İstiklal Mahkemesi tarafından tutuklanan Atıf Hoca, mahkemede Cemiyetin Anadolu'ya hiçbir vakit beyanname (bildiri) göndermemiş olduğuna dair "Vakit" gazetesi ile yapılan ilanı da göstermişti.
Savcı, Atıf Hoca hakkında 10 yıl hapis cezası istemişti ama mahkeme heyeti idam cezasına hükmetti.
İstiklal Mahkemesi kararlarının temyizi yoktu.
Prof. Ergun Aybars'ın dediği gibi Cumhuriyet sonrasındaki İstiklal Mahkemeleri devrimlerin gerçekleşmesi amacıyla kurulmuştu.
Şapka Kanununa itirazların önünü kesmek için Atıf Hoca kurban edilmişti.
Durum budur.
Suriye ve tarihi fırsat..
17 Ağustos 2011 tarihli "Arap Birliği elini taşın altına sokacak mı?" başlıklı yazımda Suriye halkına yönelik insanlık dışı uygulamaların son bulması için Arap Birliği'nin devreye girmesi gerektiğine işaret etmiştim.
Sözkonusu yazımda 1970'lerde Lübnan'daki iç savaşı durdurmak için "Arap Birliği Acil Birlikleri" bayrağı altında Suriye'nin askeri müdahalede bulunduğunu da dile getirmiştim.
Arap Birliği daha işin başında devreye girseydi belki de yaşamını yitiren Suriyelilerin sayısı dört bini bulmayabilirdi.
Beşşar Esad, "Arap Birliği" devreye girdikten sonra da oyalama taktiklerini sürdürmeye devam etti ama bunun da bir sınırı var.
Çünkü Suriye sorunu, "bölgesel" ve "insani" bir sorun olduğu kadar aynı zamanda "Araplararası" bir sorun.
Bölgesel ve insani açıdan Türkiye üzerine düşen görevi yerine getirmeye çalışıyor.
Gösterilere sert müdahaleden vazgeçmemesi ve Arap gözlemcilerin ülkeye girişine izin vermemesi halinde mali ve ekonomik yaptırımların yürürlüğe gireceği uyarısında bulunmuştu Arap Birliği.
Esad rejimine verilen süre de pazar günü itibariyle son ermişti.
Suriye, Arap gözlemcilerin Suriye'ye gönderilmesinin kabul edildiğini açıklamış.
Bu kararın sonuçlarını ilerleyen günlerde göreceğiz.
Türkiye'nin de içinde olduğu bazı ülkeler tarafından alınan yaptırım kararları Suriye üzerinde etkili oldu.
Mesela Suriyeliler için hayati önem taşıyan mazotun fiyatları yükselmeye başladı.
Suriye ordusundan ve istihbarat örgütlerinden kopmalar sürüyor.
Esad rejiminin ömrünün fazla sürmeyeceği çok açık şekilde görülüyor ama ölümler de artarak devam ediyor.
Aslında gönlümüz "Türkiye", "İran" ve "Mısır" gibi bölge ülkelerinin kendi aralarında anlaşarak Esad rejiminin uygun bir şekilde işbaşından uzaklaştırılmasını istiyor.
Bölge dışı güçlerin ve özellikle Batılı devletlerin Suriye'ye askeri müdahalede bulunmasını önlemek için bir başka yol görünmüyor.
Batılı güçlerin perde arkasında oynadıkları "büyük oyun"u bozmanın başka bir çaresi de yok.
İran'ın bu oyunun bozulmasında ciddi katkısı olacağını düşünüyorum.
Esad Diktatörlüğüne arka çıkarak büyük oyunun bozulması mümkün değil.
Umulur ki İranlı yöneticiler gelecekteki çıkarlarının Esad rejiminin devamında değil tam aksine bu rejimin Suriye halkının talepleri çerçevesinde değiştirilmesinden yana olduğunu anlarlar.
Vakit geç olmadan Türkiye, İran ve Mısır, Arap Birliği'ni de yanlarına alarak bölgesel inisiyatiflerini Suriye halkından yana kullanmalılar.
Böyle bir işbirliği tarihin seyrini de değiştirecektir.
Zira böyle bir "tarihi fırsat" her zaman ele geçmiyor.
Yenişafak