Darwinizm'i sosyal hayata taşıyan ve hayatı mücadeleden ibaret gören bu anlayış, sosyal hayatta birbirine hâkim olmayı ve her şeyi menfaate feda eden çatışmayı netice verecekti. Kâinatta her şey, her yerde düzgün, düzenli ve zamanında yaratılıp ortaya çıkarılmasaydı, ne kanun diye isimlendirdiğimiz bir işleyişten ne de bunları inceleyen fen bilimlerinden bahsedilebilecekti. Kâinatta bir kaos ve önünü göremezlik hâli hüküm sürecekti. İşte bugünkü fen bilimleri, kâinattaki özellikle canlılarda, atomların hareketlerinde görünen bu düzgün ve her yerde aynı olan intizamlı, hikmetli ve maslahatlı işleyişi incelemektedir. Bu işleyiş yaz, kış, bahar, soğuk, sıcak, büyüme, uzama gibi genel isimlerle adlandırıldığı gibi, DNA moleküllerine kadar inen bazı tanım ve tarifler şeklinde adlandırmalar var. Eğer değişmeyen, tam bir intizamlı sevk ve idare olmasaydı bu tanım ve adlandırmalar zaten mümkün değildi. Cenab-ı Hak fiillerini yine kendi koyduğu bu kanunlara takıyor ve zaman ipine asarak bize gösteriyor.
Zaten zaman dediğimiz adlandırma da her an devam eden bu yaratma ile ortaya çıkıyor. Yani Güneş dursa, yaratma bitse, zaman da olmayacak. Zamanın hariçte bir vücudu yok. Sadece eşyanın yaratılmasıyla ortaya çıkan, yaratılan zaman dediğimiz bizim ona taktığımız bir ad var. İşte birinci yazıda bahsini ettiğimiz bu filozofumuz ve benzerleri de bu harika işleyişler için, bizim itibar edip ad taktığımız ve adına da zaman veya başka bir şey dediğimiz hariçte vücudu da olmayan itibarî kanunları, yaratıcı olarak yutturmaya çalışıyor. Ya arkadaş, kanun dediğimiz bir intizama, işleyişe senin, benim gibilerin taktığı bir isim. Bu işleyiş olmazsa, kanun da olmuyor zaten. Yani kanun, intizamlı hareket silsilesine bizim taktığımız isim. Kanun bir şeyi yaratacak bir ilme, kudrete sahip değil ki. Kanun varsa, demek ki bu kanunu bu işleyişi, koyan var. Kanun, kanunu koyandan haber verir. Kanun, mesala kalkar da birini yakalayıp hapse atar mı? Yahut mükâfat verir mi? Bizler ve diğer eşya gibi, hariçte vücudu yok ki bir fiilin sahibi ya da faili olsun.
İşte görünüşte çirkin gördüğümüz hastalık, ameliyat, yağmur gibi şeyler de birer kanun. Bir kanun hoşumuza gitmiyor diye, kanun koyucuyu suçlayabilir miyiz? Bizim sevmediğimiz ya da çirkin gördüğümüz o kanunla kim bilir ne kadar hayat korunuyor, nizam sağlanıyordur? Demek her çirkin gördüğümüz husus, mutlak çirkin değildir. Belki hayat, şifa, ruh, şefkat gibi bizzat güzel olmayabilirler. Fakat bizim aceleciliğimizden dolayı ilk bakışta ve bize bakan yönüyle çirkin görünen, fakat umum neticelerine bakıp değerlendirdiğimizde yağmur, zelzele, gübre, hastalık, şeytan gibi neticeleri itibariyle güzel olanlar da vardır. Malesef böyle değil de aceleci bakıp kâinattaki kötülükleri bahane edip yaratıcıyı inkârlarına medar yapmışlar.
Kanun ve sebeplerle ilgili Üstadın "Ve keza esbab-ı zahireye (görünürdeki sebepler) pek basit, mahdut (sınırlı), fakir, camid(cansız), şuursuz iradesiz; kanunlar kısmı da itibarî (bizim taktığımız isim gibi), mevhum (bizzat vücudu yok) şeylerdir. Müsebbebatta (yapılan neticelerde) bulunan harika nakışlar, ziynetler, garip, acayip sanatların o gibi kıymetsiz esbap ile münasebetleri yoktur."
Mesela tadı, kokusu, rengi, şekli ve vitaminini ile insana göre terbiye edilmiş bir meyve; ağaç, su, hava, toprak gibi sebeplerin elleri ile bize gönderiliyor. Meyvedeki bize göre tanzim edilmiş özellikler gösteriyor ki sebepler sadece birer bahanedir, bunları asıl yapan, bize dallar eliyle gönderen bizi tanıyan, bilen ve bize şefkat eden Allah'tır. Başka çok misal verilebilir.
Yönünü Batıya çeviren bu aydınlar, asırlara damga vuran şefkat ve merhamet toplumunun değerlerinin köklerini incelemedikleri gibi, insanların emeklerinin değişimini de kavga şeklinde anlamış ve yorumlamışlardı. Halbuki bir insan, tüm ihtiyaçlarını karşılayacak durumda değildir. İnsanlar, birbirine muhtaç şekilde yaratılmıştır. Bu ihtiyaç, kavgayı değil yardımlaşmayı netice vermiş; birisi, diğerinin ekmeğini pişirirken, o da başkasının elbisesini dikmiş, bir emek mübadelesi (değiştokuşu) olmuştur. Şeriatlar da bu değişimin adil olması için indirilmiştir zaten.Bu değiştokuşta eksik veya zulüm varsa da bu şeriatlara uyulmadığındandır. Yoksa kavgaya gerek yoktur.
Kâinatın büyük unsurları ve türleri ve tür fertlerinin kendi aralarında da geniş ve inkâr edilemez yardımlaşma ve kucaklaşma ise, ciltler dolusu kitaplarla anlatılacak genişliktedir. Sadece ışığımızı ve ısımızı gönderen güneşten; etini ve sütünü aldığınız hayvanlara; deniz kazanında pişirilerek hazır önümüze atılan balıklara bakmak bile bu geniş yardımlaşmayı görmemize yeter. Yani cansız ve şuursuz küreler bir saray gibi tanzim edilmiş; fezada el ele verdikleri gibi, hayvanat ve bitkiler de enva-i türleri ile dünyanın en şerefli ve donanımlı misafirinin sofrasını süslemektedirler. Demek bizi tanıyan ve bize şefkat eden bir merhametli Zât, kâinatın unsurlarını el ele verdirmiş, insana hizmet ettiriyor. Yoksa bunları bir araya getirip bir maksat etrafında toplamak bir mücadele sonucu değildir.
Evet dostlar, Atilla Bey'in bu mezkur kitabında koskoca filozoflar bu anlattığımız gibi fasit dairelerde boğulmuş, sırf Allah dememek için sanki özel gayret göstermişler. Kitap hacminde inceleme ve cevap gerektirecek bu hususlara böyle kısa cevaplar değil, geniş cevapları ehlinden bekliyoruz. Yazı devam edecek.
Selam ve dua ile.