Risale Haber-Haber Merkezi
Prof. Dr. Himmet Uç, sinema eleştirmeni Atilla Dorsay'a Hür Adam ile ilgili yazısı nedeniyle bir teşekkür yazısı yazdı. Dorsay'ın Said Nursi hakkındaki yorumlarının hakperest olduğuna dikkat çeken Prof. Uç, yazıyı okuduktan sonra hüngür hüngür ağladığını belirtti.
İşte Prof. Dr. Himmet Uç'un Atilla Dorsay'a teşekkürü:
Muhterem Hocam, sizi Türk ve Dünya sinama tarihi kitaplarınız ve eleştirilerinizle tanıyordum. Sizin bu ülkede sinema tarihi konusundaki eleştiriler bahsinde ne kadar azametli bir kişiliğiniz olduğunu arkadan arkaya kitaplarınızı okur harika şekilde takdir ederdim. Hele Yüz Yılın Yüzelli Oyuncusu ve ve diğeri yönetmeni olan kitaplarınızın ikinci baskısını almıştım. Yüzyılın görsellik yüzyılı olduğunu söyleyen Bediüzzaman bütün eserlerinde göre büyük oranda hitap eden bir büyük dramaturg olduğunu görüyordum, onun fikirleri ile oyuncuların ve yönetmenlerin yorumları arasında sizin çalışmanızdan hareketle parelellikler kuruyordum. Bediüzzaman yüzyılın başında sinemaya gider ve ondan sonra eserlerinin büyük bir kısmını sinema mantığına göre inşa eder.
Sizin Hür Adamla ilgili yazınızı görünce , o kadar şaşırdım ki Atilla Dorsay bu filimle ilgili olabilir ki kötü şeyler söyler diye kalbimi tutarak okudum. Ama okuduktan sonra inanın hüngür hüngür ağladım. Allah’ım ne kadar insafla Bediüzzaman’ı görmüş ve yorumlamışsınız. Atatürk karşısında onu küçümseyen garibanlara bu yazıyı okumak geldi içimde, bugüne dek Bediüzzaman ile ilgili bu kadar dengeli bir yazı okumadım desem yerindedir.
Bize çok görme ben ortaokul sıralarımda okudum Bediüzzaman’ı ilk okuduğumda çarpılmıştım, bugün bir edebiyat profesörüyüm. Hayatımız boyu o kadar aşağılandık ki okuyunca adamın azametini görüyor, horlandıkça isyana izin vermeyen üstadın sabrını yüreğimizde taşıyorduk. Allah’ın Canneti’nin anlattığı gibi bir toplumda bu kadar körleşme olabilir miydi.
Yazınızda beni hayran bırakan şu ifadeleri bir daha tekrar ediyorum. Elimden gelse bir kağıda yazıp kör gözlere, marazlı zihinlere okuyacağım geliyor. “İşte 160 dakikalık, seyri zor, kolay kolay bitmeyen bir 'tez filmi'. Daha doğrusu bir avuç teze yaslanmış bir biyografi. Tümüyle yadsıyıp küçümsemek mümkün değil ama beğenip övmek de zor. Bu konuların uzmanı da değilim. Ama her zamanki gibi akılcı biçimde ve hakkaniyetle yaklaşmaya çalışacağım. Film, benim kuşağımın uzaktan uzağa izlediği, yaşlılığına gazete haberlerinden tanık olduğu, çok da ilgi duymadığı bir kişiliğin öyküsü. Bediüzzaman Said Nursi (bizler Said-i Nursi diye bilirdik). 1876'da Bitlis'in bir köyünde doğmuş, 1960'da 84 yaşında Urfa'da vefat etmiş bir din adamı. Hayatını İslam'a adamış, Allah adını ağzından eksik etmemiş, en zor koşullarda bile inancı bir yana kılık, kıyafet ve tavrından da taviz vermemiş ("Bu sarık ancak bu kelleyle birlikte gider!"), hep kendine ve ilkelerine sadık 'hür bir adam' olmayı seçmiş biri. Bir yobaz değil. Fen ve sanatın öneminden dem vuran, İslam medeniyetlerinin içine girdiği duraklama ve giderek iniş dönemine karşı Batı'nın yükselişinden alınacak dersler olduğunu düşünen biri.
Bir inanç ve ideal adamı, çağdaş bir Kuran tefsircisi, bir ölçüde de denge ve diyalog yanlısı. Ve yıllar boyu tüm düşündüklerini en imkansız hallerde bile kağıda dökmeyi başarmış, ünlü Nur Risaleleri'ni yazmış, 6 bin sayfaya ulaşmış kitapları olan bir yazar. Ama öylesine dolu dolu yaşanmış uzun bir hayatı olmuş ki... Bırakınız 160 dakikayı, 1.600 dakikaya bile sığmaz. Bu yüzden, hikâyeyi kaçınılmaz biçimde özetlemişler, kısaltmışlar. Yine de çok akıcı olmayan statik bir yapısı var. Ama temel bir erdemi var: Hakkında hemen hiçbir şey bilmediğimiz, bizden saklanmış, bize yasaklanmış önemli bir adamı iyi-kötü tanıyoruz. Hem de bir dram filminin görece sürükleyiciliğiyle.”
Muhterem hocam, siz bu ifadeleri Üstad için kullanmışsınız Allah sizden ebeden razı olsun. Sizi bütün öteye göçmüş ve büyük sıkıntılar ve ıztıraplar yaşamış, belki insanlık tarihinin en büyük zulümlerine maruz kalmış bütün Nur talebeleri adına tebrik ediyorum. Allah sizi Nebiyyi Zişanın gölgesinde haşretsin.
Özellikle “en zor koşullarda bile inancı bir yana kılık kıyafet ve tavrından da taviz vermemiş-bu sarık bu kelleyle beraber gider- hep kendine ve ilkelerine sadık bir hür adam olmayı seçmiş” bu cümleniz, ne kadar azametli ve hakperest bir yorum olduğunu anlatamam. Akif “dili yok kalbimin ah ne kadar bizarım” diyor ben de öyle diyorum. İkinci cümleniz “Bir inanç ve ideal adamı çağdaş bir Kur’an tefsircisi, bir ölçüde de denge ve diyalog yanlısı.” İşte Bediüzzaman. Bu ifadeler, büyüklük burada dialog ve denge, en büyük eksiğimiz olan iki büyük tesbit ne kadar harika bir gözlemcisiniz. Size Üstad adına ne kadar minnettarım bilemezsiniz. “Öylesine dolu dolu yaşanmış uzun bir hayat ki “ne kadar olağan üstü onun ile örtüşen değerlendirmeler var olun, ağzınıza sağlık. Sonra “bizden saklanmış , bize yasaklanmış, önemli bir adam” bu onun ve bizim kaderimiz, herkesin taşıdığı on kiloyu biz sırtımızda bin kilo olarak taşıdık, yorulduk, ağladık, itildik, kakıldık, ama vazgeçmedik.
Özellikle hiç kimsenin hayalinden geçmeyen Atatürk ile Bediüzzaman’ın birleşmesinin bize neler getireceğini hayal etmeniz, ne zihinler varmış bu ülkede dedirtiyor bana. “Olacak şey değil ama hayal edilemez mi?” deyişiniz. Söylecek bir söz bulamıyorum, ama bu ülkede her sağduyu sahibi ve ülkesini ve dinini seven herkes geç de olsa bir araya gelecekler, o zaman atalarımızın dört kıtaya hükmeden medeniyeti yeniden dirilecek, yine dünyanın en büyük büyük adamlar galerisine sahip olan bu millet Türkü ile Kürdü ile bizi azametli bir devre taşıyacak. Yeter ki sizin gibi bütün zerratı kainat adedince insafı belli insanlar olsun. Her iki insanın da birbirlerini yanlarına almak istemeleri konusunda tesbitiniz de platin madeni bulmuş gibi insanı sevindiriyor.
Sayın Attila Dorsay, size tekrar tekrar teşekkür eder, Bediüzzaman konusundaki tesbitlerinizi bir daha alkışlar o gözler ve zekanın üzerimizden eksilmemesini Allah’ımdan temenni ederim.