Şu bir vakıa ki,Türkiye’nin AB ye üye olma teklifi AB'den gelmiş olmakla beraber, illa da üye olmamız konusunda bize yalvaran yoktur.Hatta bir kısım üye devletler, şiddetle karşı da çıkmaktadır.Halbuki aslında AB ye girme hususunda bizim ısrarlı ve istekli olmamız gerekir.Niçin ısrarcı olmalıyız?Çünkü bu birliğe dahil olan ülkelerin refah düzeyi ve kalkınmışlığı su götürmez bir gerçek.Bu birliğe girebilmemiz için de uymamız gereken kriterler önümüze, “üyelik şartları” olarak konulmaktadır.Tabii ki, keramet bu “birlik” te değil.Üyelerini derhal kalkındıracak ve refaha kavuşturacak “sihirli bir değneği” yoktur bu “birliğin”...
Asıl hüner, bu birliğin kabul edip uyguladığı kurallardadır.Hangi devlet bu kuralları uygulasa, kalkınmaması mümkün değil.Gerçi Türkiye’de görünürde aleni bir şekilde ve direkt olarak, kimse bu kurallara itiraz etmiyor.Fakat dolaylı olarak ve bazı bahaneler ileri sürmek suretiyle, bu kriterlere uyma hususunda “bazı mahfiller” in pek de istekli olmadığı görülmektedir. Daha doğrusu bu birliğe girildiğinde rahatsız olacak “bazı çevreler” in ayak direttiğini ve engel olmağa çalıştıklarını söyleyebiliriz.AB ye üye olabilmemiz için bizden istenenler nelerdir? Özet olarak:Tam demokrasi...İnsan haklarına riayet...Din ve vicdan hürriyeti...Azınlıkların haklarının korunması.Her türlü baskının kaldırılması.Protokol yönünden “atanmışların” “seçilmişler” üzerindeki üstünlüklerinin kaldırılması... MGK'nın uluslar arası standartlara uygun bir şekilde danışma işlevi görecek hale getirilmesi ve bunun neticesi olarak da askerin ve başka güçlerin siyasete müdahale etmesinin önüne geçilmesi.v.s.Bunların yanında bir de ekonomi ile ilgili standartlar var.
Gerek “ekonomik”, gerekse “siyasi ölçütler” in içerisinde, ekonomik veya siyasi yönden menfaatlerimize aykırı olanlara elbette ki itiraz edilebilir.Ve edilmelidir de..Burada üzerinde durulması gereken en önemli nokta,”faydalı olan maddeler mi çok” yoksa zararlı olanlar mı?Bu ölçü ile bakıldığında,demokratikleşme ile ilgili maddelerin çoğunun, bizim için büyük önem taşıdığı görülecektir. Hele MGK ve askeri sitatü ile ilgili maddeler son derece önemlidir.Bilhassa askeri darbelerin önlenmesi konusunda bu birlik önemli caydırıcılığa sahiptir. Henüz müzakere safhasında bulunulması dahi darbelerin önlenmesinde önemli rol oynamıştır.Sadece darbelerin önlenmesi için dahi olsa bu birliğe girmeğe değer.Çünkü kalkınmanın ve demokrasinin en büyük engeli darbelerdir.Kaldı ki hayati önem taşıyan daha pek çok madde bulunmaktadır bu kriterlerin içinde…
İdam cezasının kaldırılmasının şart koşulması bir yanlışlık ve hatadır. Avrupa er ya da geç bu hatasını anlayacak ve düzeltecektir.Çünkü şahsi haklar bir başkası veya devlet tarafından bağışlanamaz.Ancak kişi kendi hakkından kendisi veya yakınları vazgeçebilir veya bağışlayabilir.Kasten öldürülen insanın hakkı,onu öldüren insandan alınmalıdır. “Amme hukuku” ve “suçun caydırıcılığ”ı bakımından,bu asla adaletsizlik ve acımasızlık değildir.Tam tersine pek çok masum insanın kanına giren insanın bağışlanması ve öldürülen insanların hakkının ondan alınmaması,“öldürülen onca masum insana adaletsizlik yapmak ve acımamak demektir” .Bu bakımdan AB nin idam cezasının kaldırılmasını şart koşması bir yanlışlıktır. İdam cezasının kaldırılması ile ilgili maddenin dışındaki diğer maddelerin pek çoğuna karşı çıkmak mümkün değildir.Yani içinde hoşumuza gitmeyen maddeler olsa da, faydalı olanları daha fazladır.
Aslında AB ye girsek de girmesek de bu kurallar bize gereklidir.Bu bakımdan bazı “zevzeklerin”; “nasıl olsa bizi almazlar” sözünün geçerliliği yoktur.Alsalar da almasalar da bu kriterler bize gereklidir.Bu kriterler için biz hazırlığımızı yapalım da şayet bizi kabul etmezlerse bu konuyu o zaman tartışırız.Keşke Avrupa bize bu kuralları dayatmadan önce, biz kendimizi bu kurallara hazırlamış olsaydık .
Avrupa Birliği’nin uyguladığı prensiplerle Bediüzzaman’ın fikirleri arasındaki benzerliklere gelince:Meşrutiyet(yani demokrasi),hürriyet,insan hakları, azınlıklar ve anadilde eğitim gibi konularla ilgili bazı örnekler vermeğe çalışacağız.Daha geniş bilgi elde etmek için Risale-i Nur külliyatını okumayı öneriyoruz.
• Meşrutiyet (demokrasi):
Bediüzzaman;ın “hayatının gayesi ve fikirlerinin programı” olarak saymış olduğu dokuz maddelik makalesinin birinci maddesi,“Meşrutiyetin kaynağının İslamiyet olarak gösterilmesi” hakkındadır.Meşrutiyetle ilgili görüşlerini kavrayabilmek için;Onun, “Münazarat” adlı eserinin dikkatlice ve tartışılarak okunması gerekmektedir.Şarktaki insanların “Meşrutiyet nedir?” sorusuna verdiği cevapta:
"Ve işlerde onlarla(sahabeler)istişare et!” “Onların aralarındaki işleri istişare iledir.” Ayetlerine dayanarak;”Meşrutiyetin istişari sistem olduğunu, yani herkesin görüş ve düşüncelerini hiçbir baskı altında kalmaksızın rahat bir şekilde ifade edebildiği bir sistem olduğunu,”belirttikten sonra, açıklamasına şöyle devam eder:”Meşrutiyet millet hakimiyetidir.Dolayısıyla herkes yönetimde söz sahibidir.İnsanı şevke getirerek bütün yüce duyguları uyandırmak suretiyle her milleti saadete götürecek sistemdir. İnsanı hayvanlık mertebesinden gerçek insanlık mertebesine çıkarıp,İslamiyet’in ve Asya kıtasının bahtını açarak, devletimizi ebedi bir ömre mazhar edecek sistemdir Meşrutiyet.”
Bu açıklamaların arkasından da monarşi (tek kişi tarafından idare) ile meşrutiyetin mukayesesini yapar.Tek kişinin yönetimini, “her tarafa kolaylıkla eğilip bükülebilen ince bir tele benzetirken;”meşruti idareyi “yıkılmayan ve sarsılmayan demir bir direğe” benzetir. Çünkü bu sistemde, ‘tek kişinin’ yerini,bütün milletin fikirlerini temsil eden ve “Efkar-ı amme” denilen millet meclisi almıştır. “İnsanı kölelikten ve “sürü” olmaktan kurtararak, herkesi adeta bir padişah gibi memleket idaresinde söz sahibi yapan bu sisteme güvenilmesini ve bu sisteme layık olabilmek için çalışılmasını tavsiye eder.
Bediüzzamanı’ın meşrutiyet hakkındaki övgüleri, sayfalar dolusu denebilecek kadar çoktur.İşte bunlardan bazıları: “Bu iki inkılabın (hürriyet ve meşrutiyet)bahasına binler şehit verse idik,ucuz sayacaktık.” ”Ne kadar iyilik var -sa-,meşrutiyetin ziyasındandır;ne kadar fenalık var -sa- ya; eski istibdadın zulmetinden yahut, meşrutiyet namıyla (meşrutiyet adı altında) yeni bir istibdadın zulmündendir.” ”Meşrutiyetin fecr-i sadıkına kadar inşa ve kitabette (yazı yazma) tamamen hem ümmi, hem acemi idim.Her ne ki inşa ettimse, üstadımız olan “meşrutiyetten” öğrendim.” “Sabrederek tuttuğumuz, otuz sene ‘ramazan-ı sükutun (sessizlik orucu) (Abdülhamit dönemi) sevabıdır (ücreti) ki; azapsız, terakki cenneti ve medeniyet kapılarını bize açmıştır(meşrutiyet). ” “Bu inkılab ( hürriyet ve meşrutiyet) fikr-i beşerin ağır zincirlerini parça parça (adip) terakkinin önündeki sedleri kaldırdı” “Meşrutiyet ile rahm-i madere (Ana rahmi) düştük.Yani yeniden doğmuş gibi olduk. ” “Meşruti hükümete itaat ve başkasının hukukuna tecavüz etmemek şartıyla,her biriniz birer padişahsınız.” “Asya ve Alem-i İslamiyet’in terakkisinin birinci kapısı meşrutiyet ve hürriyettir.” “Meşrutiyette su-i istimal yolları büyük ölçüde kapalıdır.İstibdatta ise tamamen açıktır.” “Meşrutiyette millet rakibtir(gözcü).Varidat (gelirler)kontrol edilir(yağmacılık ve hortumlama kolay kolay olmaz).” gibi pek çok ifadeler Onun meşrutiyet hakkındaki düşüncelerini pek açık bir şekilde ortaya koymaktadır.. O kadar ki, Onun aşırı şekildeki bu sözlerini yadırgayan bazı kimseler;meşrutiyetin batıdan gelen bir sistem olması hasebiyle,”Şeriat’a (İslam’a)aykırı olduğunu” ve bu “abartılı ifadelerle meşrutiyeti çok büyüttüğünü” ileri sürmüşlerdir.Bu itiraza verdiği cevapta: ‘’Ruh-u meşrutiyet (meşrutiyetin ruhu,özü)Şeriattandır” “Bence muhalif-i hakikat-i şeriat olan(İslam’a aykırı olan) şeyler meşrutiyete dahi muhaliftir” “Meşrutiyet,İslam’ın abd-i memluküdür...Ondan gasp edilemez.(yani başka dinin malı gibi gösterilemez.) ”diyerek, aslında meşrutiyetin kaynağının İslam olduğunu beyan eder ve ayrıca, Hulefa-i Raşidin devrini delil göstererek, bunun isbatını yapar.
“Sadr-ı evvelin,yani Sahabe-i Kiram’ın o zamanda,alemde(dünyada) vahşet ve cebr-i istibdat hükümferma olduğu halde (Onların)hürriyet ve adalet ve müsavatları (adalet ve eşitlikteki örnek davranışları) bu müddeaya bir bürhan-ı bahir (çok açık bir delil) dir.” İfadesi de bu isbatın örneklerinden biridir.Öte yandan meşrutiyet hakkındaki ifadelerinin mübalağa olmadığını ve meşrutiyetin neden bu kadar önemli olduğunu da:“Meşrutiyet hükümete düştüğü vakit fikr-i hürriyet meşrutiyeti her vecihle uyandırır.Her nevide (toplumun her kesiminde)her taifede onun sanatına ait bir nevi meşrutiyeti tevlid eder.Hatta ulemada(ilim adamları arasında)medariste (okullarda),talebede, bir nevi meşrutiyeti (fikri müzakere,münazara ve tartışma) intac eder(netice verir)” sözleriyle açıklar.Gerçekten de toplumun kalkınmasında, yetenek ve kabiliyetlerin gelişmesinde ve kültür seviyesinin yükselmesinde en önemli unsur;her türlü baskı ve dayatmalardan uzak olarak, her meslek sahibinin mesleği ile ilgili fikir ve düşüncelerini, gayet rahat bir şekilde ifade edebilmesi ve tartışabilmesidir.Bugün Avrupa bunu büyük ölçüde başarmıştır.Terakki etmesinin sırrı da burada gizlidir.
Bediüzzaman, gerçek ve uygulamaya konulmuş “meşrutiyet” ten bahseder.Manasız isim ve resimden ibaret olan “meşrutiyet”i reddeder. Otuz bir mart hadisesiyle ilgili olarak çıkarıldığı mahkemede:“Meşrutiyet-i hakikiyenin müsemmasına (gerçek manasına) ahd-ü peyman ettiğimden istibdat ne şekilde olursa olsun,isterse meşrutiyet libası giysin ve ismini taksın ,rast gelsem sille vuracağım.Fikrimce meşrutiyetin düşmanı, meşrutiyeti gaddar,çirkin ve hilaf-ı şeriat (İslam’a aykırı) göstermekle meşveretin düşmanlarını çok edenlerdir.Tebeddül-ü esma ile hakaik tebeddül etmez.” “İfsadat üzerine müesses olan ism-i meşrutiyet fasittir.Müsemmay-ı meşrutiyet (gerçek meşrutiyet),hak,sıdk(doğruluk),muhabbet ve imtiyazsızlık (insanlar arasında ayrımcılık yapmama) üzerine beka bulabilecektir” İfadeleriyle,bu gerçeği gayet net ve veciz bir şekilde açıklamıştır.Gerçekten de isimler, ifade ettiği manaya uygun bir şekilde tatbik edildikleri zaman bir anlam ifade ederler.Aksi takdirde içi boş bir “teneke”den farkları kalmaz.Bunun içindir ki, “Avrupa Birliği” temsilcileri;kanunlarda yapılan değişikliklerle beraber,bu kanunların uygulanıp uygulanmadığına bakarak,ona göre karar vereceklerini ifade etmektedirler.
Önemli olan diğer bir nokta da,kendimizin meşrutiyete layık olacak bir seviyeye gelebilmemizdir. “Meşrutiyeti kabul ettim” veya “Ben meşrutiyetçi oldum” demekle meşrutiyet gelmez ve meşrutiyetçi olunmaz.Şarktaki insanlara meşrutiyetin güzelliklerini anlatan Bediüzzaman’a etrafındaki insanlar: “Tarif ettiğin meşrutiyetin ne miktarı bize gelmiş ve niçin bütün (tamamı) gelmiyor?”diye sorduklarında: “Ancak on kısımdan bir kısmı gelebilmiş.Zira sizin şu vahşetengiz(vahşice) cehaletperver,(cahilane)husumetefza (düşmanlık saçan)olan sarp dağ ve derelerinizdeki vahşet ayılarından,cehalet ejderhasından,husumet kurtlarından biçare meşrutiyet korkar,kolaylıkla gelmeğe cesaret edemez.Eğer siz tembel kalıp da onun yolunu yapmazsanız,tembellik etseniz yüz sene sonra tamamen cemalini(güzelliğini) göreceksiniz....O nazik meşrutiyet İstanbul havalisindeki yılanlardan kurtulsa (bile),şu uzun mesafeden geçmekle,cehalet gibi müthiş bataklığı,fakr(fakirlik) gibi mütevahhiş kıraçları, husumet(düşmanlık)gibi gayet keyşer(sert kayalık )dağları kat etmekle beraber,yolda eşkıyaya rast gelecektir” şeklinde cevap verir.Bu gayet veciz ve mecazi ifadelerle süslenmiş olan ifadelerden de anlaşılacağı gibi; “cehaletten,düşmanlıklardan,ve fakirlikten” kurtulmak için gereken gayret gösterilmediği takdirde meşrutiyet de kolay kolay gelmeyecektir.
(Devam edecek)