Melih Turan
Müthiş hitabetiyle İslam’a hadim bir dava eriydi Ali Uçar… Hayatını da İslam’a Risale-i Nurlar ile hizmet etmeye adayıp ülke ülke gezip dinini anlatmıştı.
Günümüz insanı pek bilmez onu. Neşredilmiş bir eseri, peşinde koştuğu bir dünyevî makamı yoktu onun. Amma müthiş hitabetiyle İslam’a hadim bir dava eriydi o. Adı Ali Uçar’dı. Soyadı gibi uçtu bu âlemden.
Merhum Ali Uçar, 1944 yılında Osmaniye’nin Fakıuşağı köyünde dünyaya gözlerini açar. Ortaokulda namazlarına dikkat etmişse de, o zamanın dini ortamının zayıflığından olsa gerek köy enstitüsüne katılmakla dine karşı hassasiyetini adlığı menfi ideolojiyle kaybeder.
Çok zeki ve kabiliyetlidir. Öğretmenlerinin dikkatini çeker. Altı yıl boyunca öğretmen okulunda yatılı kalarak zihnî yapısı gelişir ve aldığı eğitimden dolayı dine karşı bir vaziyet alır. Şükür ki kader onu dinine hizmet edecek bir yola sevk eder.
1962’de mezun olur. Batman’da öğretmenlik yaptığı sıralarda Risale-i Nur hakkında edindiği menfi bilgilerle Nur aleyhinde propaganda yapar. Çetin Özek’in Nurculuk’u ele aldığı bir kitabından deliller göstererek kendini savunur. O sıralarda Hacı Mirza Efendi Batman’da Nur hizmetiyle ilgilenmekteyken karşılaştığı Ali Uçar’la “Sen o kitabı getir, ben de Risale-i Nur’ları getireceğim. Bakalım kimin dedikleri doğru” diye anlaşırlar. Uzun bir sohbet neticesi Ali Uçar, Risale-i Nur’ların tesiri altında kalır ve sabaha kadar okur.
Bu tanışma onun hayatının dönüm noktasıdır. Bundan sonra Nur’a adanmış bir dava adamı olur. İkna edici hitabetiyle birçok insanı Risale-i Nur ile nurlandırır. Bütün davası İslam’a hizmet etmek olur. Birkaç yıl sonra öğretmenlikten istifa ederek Risale-i Nur’u daha iyi anlamak için İstanbul Üniversitesi’nde Arap-Fars Dil ve Edebiyatı bölümüne yazılır.
O dönem siyaseten ülkenin bıçak sırtı günleri yaşadığı bir dönemdir ve sol gruplar din aleyhinde propaganda yapmaktadırlar. Deniz Geçmiş gibi insanlar tarafından kaldığı yurda baskın yapılmasına karşılık dinini müdafaa etmekten çekinmez. O gece rüyada Hazret-i Peygamber (sav) ile görüşmeye müşerref olur. Bu rüya çok latif ve bir o kadar da manidardır.
İstanbul’da geçen birkaç yıl sonrasında dinini Avrupa’ya tebliğ etmek için yola çıkar. Almanca eğitim alarak Almanya’da konferanslar vermeye başlar. Bir müddet de İngiltere’ye giderek İngilizcesini geliştirir. Ali Uçar, gençliğini yaşadığı bu yıllarda verdiği konferanslar ile tanınır. Nitekim bir yılda Avrupa’da başka dillerde 400 konferans veren Türk genci olarak gazetelere haber konusu olur.
Ali Uçar bundan sonraki hayatını da İslam’a Risale-i Nurlar ile hizmet etmeye adar. Ülke ülke dinini anlatırdı.
O BİR “PROGRAM VE MESAİ TANZİMİ” ABİDESİYDİ AYNI ZAMANDA
Müthiş bir disipline sahip olduğu anlatılır merhumun, öyle ki yanında kalanlar ne zaman yatıp kalktığını bilmezlermiş. Odasında daima ışık açık ve daktilo sesleri gelirmiş. Aktarılanlara göre cebinde daima taşıdığı bir randevu ve program defteri vardı. Günlük, haftalık, yıllık programı yazılı olurdu.
Dakikliğe çok önem verirdi. Bir gün namaza vaktinde gelmeyen imama yarım saat ‘mesai tanzimi dersi’ vermiş, zamanın kıymetini anlatmış. Senenin hangi ayında nerede olacağı bilinirdi. Beynelmilel bir İslam fedaisiydi. Bu programa bağlılık hayatının sonuna kadar sürdü. Son yolculuğuna çıkmadan evvelki bir aylık Almanya seyahatinden sonra, -çok ibret vericidir ki- programın bittiği ertesi günü, 1997’de 53 yaşında, Bediüzzaman’ın yakın talebesi merhum Bayram Yüksel ile birlikte bir araba kazasında Hakk’ın rahmetine kavuşur.
İSLAM’DA TEMBELLİK, HAVALECİLİK OLMADIĞINI GÖSTERDİ
Onunla yakından ilgili bir zat vefatına yakın şöyle dediğini nakleder: “Yarın Cenab-ı Hakk’ın huzuruna çıktığımda: ‘Keşke şunu da yapsaydım, şunu da söyleseydim, şunu da şunu da…’ diyeceğim bir şeyim kalmadı. Ben takatimin yettiği ve yapabileceğim her şeyi yaptım, söyleyebileceklerimi söyledim.” Evet, o bir takva, zühd ve nur abidesi olmasının yanısıra o bir “program ve mesai tanzimi” abidesiydi.
Onun hakkında daha ciddi bir biyografi çalışması yapılması taraftarıyım. Zira bu dünya bir daha böyle ‘Uçar’ bir zata tanıklık etmeyecek belki de. O bizlere İslam’da tembellik, başkasına havalecilik olmadığını kısa hayatında birçok hizmet yapması ile göstermişti.
Demek ki insan 3-4 lisan ile İslam’a uluslararası boyutta dur durak bilmeden hizmet edebiliyormuş. Nice Uçar’lara inşallah.