Son günlerde Avrupa medyasında sık boy gösteren tartışmalardan biri, “burka yasağı”. Yasak ilk olarak geçtiğimiz ay Belçika’da hayata geçti. Geçen hafta da Fransız parlamentosu burkayı “Fransız ulusunun değerlerine aykırı” ilan etti ve yasaklanmasının önünü açtı. Başka bazı ülkelerde de, “iyi fikir, biz de yasaklayalım” diyenler var.
Bu tartışma, bizdeki “kamusal alanda türban yasağı”nı andıran bazı unsurlar da içerdiği için, yakından izlemeye değer.
Öncelikle şunu belirteyim: Avrupalıların “burka” dediği, bildiğimiz “peçe”. Yani gözlerden başka her yeri kapatan örtü. Buna karşılık başörtüsünü (yahut “türban”ı) yasaklamaktan filan bahseden yok. Aksine, dünyanın hiçbir özgür ülkesinde Türkiye’deki gibi bir başörtüsü yasağı yok. Başörtülü Müslüman kadınlar, bırakın serbestçe üniversiteye gitmeyi, “ kamu görevlisi” dahi olabiliyor, hatta bazı ülkelerde polis üniformasının altında bile bağlayabiliyorlar başlarını.
Çok az sayıda kadının kullandığı “burka”yı tartışmalı hale getiren şey ise, kadının yüzünü tamamen kapatıyor olması. Yasak savunucuları, bu durumun kadını “hapsettiğini”, toplumdan izole ettiğini, ve bir de “güvenlik riski” oluşturduğunu ileri sürüyor. Örneğin geçen aylarda Paris’te yaşanan bir soygunda hırsızlar burka giyerek kendilerini kamufle etmiş.
Buna karşılık bazı Batılılar da yasağa şiddetle karşı. Bunlar, “devletin bireylerin kıyafetine müdahale edemeyeceğini”, aksinin “otoriterlik” olduğunu savunuyor.
Bunlardan biri, dün akşam burada sohbet ettiğim bir İngiliz kadın gazeteciydi. “Ben tabii ki burkanın hoş bir şey olduğunu düşünmüyorum” dedi. “Ama eğer devlet bunu yasaklamaya kalkarsa, ilk işim bir burka giyip protesto gösterisi düzenlemek olacak!”
İngiliz diye vurgulamam boşuna değil. Bu konularda “Anglo-Sakson” yani İngiliz-Amerikan geleneği ile başta Fransa olmak üzere “kıta Avrupası” arasında epey uçurum var. Fransızların çoğu, bizde de pek bir kutsanan “çağdaşlık”, “ilerleme” gibi değerleri yerleştirmek adına bireysel özgürlüğün kısıtlanabileceğine inanıyor. Oysa Anglo-Sakson düşüncesine bireyin özgürlüğü en büyük siyasi değer.
Burka yasağına Anglo-Sakson taraftan gelen tepkiler de bunu doğruluyor. Örneğin Londra merkezli Amnesty International (Uluslararası Af Örgütü), Belçika’daki yasağı “din özgürlüğüne yönelik bir saldırı” diye tanımlayıp kınadı.
Britanya’da bazı milletvekilleri, aynı yasağı orada da isteyen aşırı sağcılara, “insanlara ne giyeceklerini dikte etmek çok gayrı-Britanyavari (un-British) bir şeydir” diye karşılık verdi.
Amerikan New York Times gazetesi de, konu geçen Ocak ayında ilk gündeme geldiğinde Fransız Parlamentosunu ve Sarkozy’i yerden yere vuran bir başyazı yayınlamıştı. “Taliban sizi alkışlardı” başlıklı yazı, Fransa’nın burkayı yasaklaması ile Taliban’ın onu dikte etmesi arasında fark olmadığını savunuyordu.
Batı’daki tablo belki şöyle de özetlenebilir: “Modernlik” ve “özgürlük”, birbirinden epey farklı değerler. Bu yüzden de Avrupa çıkışlı “modernizm” ile, Anglo-Sakson çıkışlı “liberalizm” arasında önemli bir ayrım ve hatta bazen çatışma var.
Liberalizm, modernizmin aksine, modern olmayan yaşam biçimlerinin de özgürlüğünü savunuyor.
Türkiye’deki resmi ideoloji ise, modernizmin 20. yüzyılın başlarında kalmış en kaba ve köhne versiyonuna oturuyor.
O yüzden de Avrupalı modernistlerinin yasakladığı şey “burka” iken, bizdekilerin hedefi, ondan kat be kat “modern” bir şey olan “türban.”
Star