Son yüzyılda zaferlere alışmış bir büyük millet sürekli kaybedince yazarlar, şairler milleti ayağa kaldırmak, tekrar eski destani günlerine kavuşturmak için çabaladılar. Bunlardan biri de yüz yıl önce Namık Kemal’di.
Ölmeden görürsem millette ümid ettiğim feyzi
Yazılsın sengi kabrime vatan mahzun ben mahzun
Büyük adam ümid ettiği feyzi göremeden öldü. Çanakkale’de Namık Kemal sempozyumuna katılmıştım. İki ünlü makale yazdım. Namık Kemal’in şiirlerinin estetik düzeni. Bütün şiirlerini taramış ortaya onun güzellik ve estetik felsefesini çıkarmıştım. Bir diğeri de Namık Kemal ve Kahramanlık Miti. Çünkü Namık Kemal heba edilmiş bir kahramandı ama milleti uyandırmak için siyaseti seçti. Üstadları Fransız filozofları ve edebiyatçılarıydı. “Hugo olmasaydı ben olmazdım” diyecek kadar onun hayranı idi. Öldüğünde bu eserin Fransızcası onun yatağındaydı. Metodsuzluk yüzünden çok büyük aydınlar tarihin karanlığına gömülmüşler. “İstanbul halkı Paris halkı olsaydı ben bir jan jak Ruso olurdum” diyor.
Bediüzzaman Osmanlı halkının Avrupa Halkları gibi olamayacağını Meclis’e yazdığı bir hitabında anlatıyor. Bu yüzden Avrupalıya biçilmiş kaftan bize uymaz ve uymadı, fesi çıkardık şapkayı giydik. Fes’i de Girit Rumlarından almıştık. Bar oynayan Erzurumların kafasından sarığı çıkardık öyle kaldılar. Bunlar bizim Sultan Mecit zamanından beri yeniliği hep şekilde görmemizden ileri geliyordu.
Enver Paşa da Osmanlı’yı kurtarmak istedi ama bir Ermeni kurşunu ile Talat Paşa ile birlikte ahirete gitti. Rahmetli Demirel, Enver Paşa’nın cenazesini İstanbul’a getirdi ben hasbelkader o cenazede bulundum, Sungur Abi de gelmişti. Çünkü Enver Paşa İşaratül İcaz‘ın kağıdını vermişti. Bediüzzaman ile alakadardı, Sungur Abi de onun muakıbı idi. Bediüzzaman’a kimse sahip çıkmadı kader de onlara sahip çıkmadı. Sultan Hamid üniversite için gelen bu büyük adamı huzur-u şahanesine nedense almamış. Keşke alsaydı. Bitlis’ten Padişah’a üniversite için giden adam… Namık Kemal ihtilal için Belgrad Ormanlarında ihtilal toplantısı yapıyor. Bediüzzaman, o kahraman adam üniversite için İstanbul’a gidiyor. Anlatamadık Bediüzzaman’ı. Ahmet Akgündüz “yaz yaz dediler yazdık elimizde kaldı” dedi. Bana da “yaz” dediler nerde kaldığını bilmiyorum.
Ömrümü geçirdim boyun bükmekle
Gene de kimseye yaranamadım.
Bağıra bağıra Namık Kemal’in kabrine bir münibüs adam götürdük. Mezarın kapısından içeri girdik. Bir okul müdürü bayan “Hocam şimdi konuş” dedi. Ben de mezardaki Namık Kemal ile konuştum. “İşte geldik sana kahraman adam” dedim. Anlattım, “Namık Kemal vatan yine mahzun kalk da bizi kaldır!” Ne yapsın Namık Kemal?
Bediüzzaman da uykudan şikâyetçi. “500 senedir yattığınız yeter” diye atalarımıza sesleniyor.
Geçen gün Iğdır müftüsü ile konuştum, heyecanını gördüm. Nerden düştü bu adam Iğdır’a dedim. Çünkü bu şehirde heyecan berberi var herkesi traşlıyor. “Sorma hocam” dedi, o kadar bağırıyorum ki ses yok, dertleştik.
Mehmet Akif de “Ey millet uyan cehline kurban gidiyorsun” diyor. Emellerinin enkazı üzerinde Mısır’da yıllarını geçirir, canlı ölü gibidir, ölmek için gelir İstanbul’a ve ölür. Bizim maarifciler yüz yıldır ölüm maarifi ninnilerle uyandırmaya çalışıyor. Çalışın bakalım çalışan kazanır.
Necip Fazıl, Başıboş şiirinde toplumsal tembelliği anlatır.
Vatanımda sular akar başıboş
Herkes birbirini kakar başıboş
Bozkurlardan topal bir tren geçer
Çocuk merkep öküz bakar başıboş
Yanmaz da yürekler güneşe atsan
Bir kibrit bir orman yakar başıboş
Yirmidokuz harflik sözde aydınlar
Yafta yazar isim takar başıboş
Allah’ım sen acı bu saf millete
Akşam yatar sabah kalkar başıboş
Aradan yıllar geçti Sayın Necip Fazıl, kalk da bak!
Medeniyet ve tren, akan sular başıboş, yürekler hissetmez, dikkatsizlik ve kibrit, yirmidokuz harflik sözde aydınlar, hocanın “bir rapor yaz getir” dediği nice ulema ancak gömleğini değiştirir.
Ziya Paşa daha önce;
“Diyar-ı küfrü gezdim beldeler kaşaneler gördüm
Dolaştım mülkü islamı hep viraneler gördüm” diyor.
150 yıllık edebiyat tarihi bir ağlanma trajedisi.
En iyisini Bediüzzaman bakmış, teorilerle uğraşmamış. Garibanların eliyle Anadolu’yu kütüphaneye ve matbaaya çevirmiş. Bu bir ihtilal de bizim aydınımız bu ihtilali görecek durumda değil.
Sakarya şiirinde Necip Fazıl şiirin bütününde başarmanın hikayesini anlatır, sanatlı bir biçimde, millete seslenirken Sakarya’ya seslenir.
“Yüz üstü çok süründün ayağı kalk Sakarya.”
Onun bu şiiri de milleti ayağı kaldırmak için büyük mücadele veren şairin ironik ve sembolik ayağa kalmayı anlatmasıdır. Ayağa kalkamayan milleti seyreden şairin biraz da ümitsiz konuşmalarıdır, muhasebesidir.
Sakarya Türküsü
İsan bu, su misali, kıvrım kıvrım akar ya;
Bir yanda akan benim, öbür yanda Sakarya.
Su iner yokuşlardan, hep basamak basamak;
Benimse alın yazım, yokuşlarda susamak.
Her şey akar, su, tarih, yıldız, insan ve fikir;
Oluklar çift; birinden nur akar; birinden kir.
Akışta demetlenmiş, büyük, küçük, kâinat;
Şu çıkan buluta bak, bu inen suya inat!
Fakat Sakarya başka, yokuş mu çıkıyor ne,
Kurşundan bir yük binmiş, köpükten gövdesine;
Çatlıyor, yırtınıyor yokuşu sökmek için.
Hey Sakarya, kim demiş suya vurulmaz perçin?
Rabbim isterse, sular büklüm büklüm burulur,
Sırtına Sakaryanın, Türk tarihi vurulur.
Eyvah, eyvah, Sakaryam, sana mı düştü bu yük?
Bu dâva hor, bu dâva öksüz, bu dâva büyük! ..
Ne ağır imtihandır, başındaki, Sakarya!
Binbir başlı kartalı nasıl taşır kanarya?
İnsandır sanıyordum mukaddes yüke hamal.
Hamallık ki, sonunda, ne rütbe var, ne de mal,
Yalnız acı bir lokma, zehirle pişmiş aştan;
Ve ayrılık, anneden, vatandan, arkadaştan.
Şimdi dövün Sakarya, dövünmek vakti bu ân;
Kehkeşanlara kaçmış eski güneşleri an!
Hani Yunus Emre ki, kıyında geziyordu;
Hani ardına çil çil kubbeler serpen ordu?
Nerede kardeşlerin, cömert Nil, yeşil Tuna;
Giden şanlı akıncı, ne gün döner yurduna?
Mermerlerin nabzında hâlâ çarpar mı tekbir?
Bulur mu deli rüzgâr o sedayı: Allah bir!
Bütün bunlar sendedir, bu girift bilmeceler;
Sakarya, kandillere katran döktü geceler.
Vicdan azabına eş, kayna kayna Sakarya,
Öz yurdunda garipsin, öz vatanında parya!
İnsan üç beş damla kan, ırmak üç beş damla su;
Bir hayata çattık ki, hayata kurmuş pusu.
Geldi ölümlü yalan, gitti ölümsüz gerçek;
Siz, hayat süren leşler, sizi kim diriltecek?
Kafdağını assalar, belki çeker de bir kıl!
Bu ifritten sualin, kılını çekmez akıl!
Sakarya, sâf çocuğu, mâsum Anadolunun,
Divanesi ikimiz kaldık Allah yolunun!
Sen ve ben, gözyaşiyle ıslanmış hamurdanız;
Rengimize baksınlar, kandan ve çamurdanız!
Akrebin kıskacında yoğurmuş bizi kader;
Aldırma, böyle gelmiş, bu dünya böyle gider!
Bana kefendir yatak, sana tabuttur havuz;
Sen kıvrıl, ben gideyim, Son Peygamber Kılavuz!
Yol onun, varlık onun, gerisi hep angarya;
Yüzüstü çok süründün, ayağa kalk, Sakarya! ..
Necip Fazıl Kısakürek (1949)