Abdurrahim Çokgüngör'ün yazısı
Ahirzaman hizmetinin müjdesini hamd ve şükür ile idrak ediyoruz. Uzun ve karanlık bir asırdan sonra artık yeniden nurlu ve aydınlık günler bizim oluyor. Evet fecr-i sadık tabiri ve müjdesi Bediüzzaman Said Nursi Hazretlerine aittir.
Hürriyet ve demokrasi rüzgarlarının ufkumuzda esmeye başladığı 1950’de Ayasofya’nın açılmasını ilk o dile getirmişti. Karanlık günlerden çıkışın müjdesinin bir şartı olarak zulümata gömülen fethin mührü Ayasofya ile müjdelenmişti. Ve bu davet yankı bulurken, karanlık ve acı günler geçiren Ayasofya’nın hali edip ve şairlerin dilinden düşmez olmuştu. Merhum Osman Yüksel Serdengeçti’nin "Ayasofya! Ayasofya!... Seni bu hale koyan kim? Seni çırılçıplak soyan kim?" feryadı hala kulaklarımızda. Ya Ali Ulvi Kurucu’nun dile getirdiği hüzün? "Ürperdi hayâlim, bu nasıl korkulu rüya; Şaştım, neyi temsil ediyorsun Ayasofya?" Karanlık gecelerin nurlu sabahının müjdesi Ayasofya kimsesiz ve sessiz değildi artık.
Evet nedir bu Ayasofya’nın başına gelenler? Hangi fitnenin gazabına uğramıştı? Ve zail olan dramıyla Ayasofya ahir zamanın çok yönlü manaların sembolü olarak kubbesinin bağrında parıldayan ayet-ün nurun ışıklarını cebr-i keyfinin perdelerinin parçalayıp yeniden parıldamasını 86 (veya 89) yıl özlemle, iştiyakla bekledik durduk. O şanlı Ayasofya ne zaman bizi bağrına basacaktı?
Ayasofya ilki gibi ikinci feth-i İstanbul’un da mührüdür. İlkini 1453’te hem de Kur’an’ın ve Hadis’in işari müjdesi ile yaşadık. Ya şimdi? Ehl-i keşfin müjdelediği İstanbul’un 2. Fethinin de sembolü olmasının hikmeti ehl-i basiret ve ferasetin malumudur. 2. Fetih ahirzaman fitnesini söndürülmesinde mana ve rolü adeta Ayasofya’nın kaderi olmuştu. Hicri 14, Miladi 20. Yüzyılın kapkara kışında nasıl oldu da Ali Ulvi’nin "Bayram, Ramazan, Cum’a, mübârek gecelerde/Avize değil, mum bile yanmaz mı içerde" mısralarına sahne oldu. Onu zulümata mahkum eden neydi?
Dehşet asrında önce Hıristiyan alemine musallat fitnenin kurbanı Berlin’in bağrına saplanan duvarın yıkılmasının manası ne ise, İslam’ın övüncü, fethin mührü Ayasofya’yı çevreleyen yasaklı zincirler de o kaderi taşıyordu. Ayasofya ahirzaman şerrinin gadrına uğrayıp esir oldu.
Ama nasıl ki ahir zamanın fitnesinin büyüğünün yıkılışının sembolü Berlin duvar seddi oldu ise, bizdeki müteradifi inşallah Ayasofya ile olacak dendi ve oldu. Çünkü "bu kahraman milletin ebedî bir medar-ı şerefi ve Kur’ân ve cihad hizmetinde dünyada pırlanta gibi pek büyük bir nişanı ve kılıçlarının pek büyük ve antika bir yadigârı olan Ayasofya Camii’ni puthaneye" çevrilmesi cebr-i keyfinin mahkumiyetinden elbette kurtulacaktı. Çünkü nurun zuhuru şerrin sonu demek olduğu gibi Ayasofya’nın müjdelenen hürriyetine kavuşması ile rivayetlerde bildirilen “S….n’ın Sultan Ahmet Meydanı’nda tenkiline netice olacağı"dır. Bir başka hikmetli hakikati ise muazzez üstadın "Ne yapayım acele ettim kışta geldim, sizler cennet asa bir baharda geleceksiniz" müjdesine apaçık bir sembol oldu. Her kışın bir baharı vardır. Bu baharın müjdecisi de art arda gelen cemrelerdir.
Üstad Bediüzzaman Said Nursi, hizmetinin meyvelerini göremeden ve tadamadan ebedi aleme intikal ederken arkasında müjdelerini bıraktı. Hatta ünlü fecr-i sadıkın üçüncü cemresini müteşabih olarak haberini vermiş. 1441. Çünkü 1371’de olmadı ise, 30+40=70 yıl olacağını bir asır önceden bahar cemreleri ile müjdelemiş.
Ayasofya alem-i İslam’ın fecr-i sadıkı olmasının hikmeti ne? Çünkü ard arda beşere nazil olan iki semavi dine mabed olan bu nurani cami ahir zamanda bu kez her ikisinin de tevhidde ittihadının sembolü olacağının müjdelendiği içindir. Ve öyle olduğu içindir ki, kıyamette her şey harap olurken takdir-i İlahi ile Ayasoyfa’nın kubbesi muhafaza edilerek dünyadan bir hatıra olarak ebedi aleme taşınacağıdır.
Çünkü o kubbede çok sırlı ve manalı bir ayet var. "Allah göklerin ve yerin nurudur. O'nun nurunun misali, lâmbanın ortasındaki yuvaya benzer ki, onda bir kandil vardır. Kandil de bir fânus içindedir. Fânus ise inci gibi parlayan bir yıldıza benzer. O ne doğuya, ne de batıya ait olmayan bereketli bir ağacın yakıtından tutuşturulur ki, o yakıtın, ateş değmeden aydınlatacak bir hali vardır. İşte nur üstüne nur... Allah dilediği kimseyi nuruna kavuşturur. İnsanlara da böyle misaller verir. Çünkü Allah herşeyi hakkıyla bilir."
Bu ayetin asrımıza bakan efradından biri ise: "Sûre-i Nur’dan âyâtü’n-nur, on parmakla Risale-i Nur’a baktığı gibi, arkasındaki âyât-ı zulümat dahi muarızlarına tam bakıyor ve ziyade hisse veriyor. Adeta o makam, cüz’iyetten çıkıp külliyet kesb eder. Ve bu asırda o külliyetin tam bir ferdi Risale-i Nur ve şakirtleridir diye hissettim."
Bir diğer ilginç manası ise: "İhbar-ı gayb nevinden mu’cizane hem elektriğe hem Risalei’n-Nur’a işaret ettiği gibi ikisinin zuhurlarına ve zaman-ı zuhurlarından sonraki tekemmül zamanlarına ve hilaf-ı âdet vaziyetlerini çok güzel gösteriyor."
Bediüzzaman cemreler misali ahirzaman fasıllarının üçüncüsünün başlangıç tarihinin Ayasofya ile olacağını da müteşabih olarak müjdelemiş. Bediüzzaman ancak ilk cemre olan iman faslını görebilmiş. Diğer iki fasıl ise şahs-ı maneviye mirası kalmış. Ama en tatlısı ilk fasıl olduğu için o iman faslı ile yetinmiş ve cennet asa baharı bize bırakmış. Yani ahir zaman hizmetinin nurani intibahı rivayetlerde haber verildiği üzere şimdi tekbir ve tehlillerle yani manevi cihad ile fethini gerçekleştirip Hacı Bayram Veli’ye de masaddak olmuş. Ki Ayasofya bugün 1979 ve 1991’deki iki cemresinden sonra üçüncü cemre ile kapılarını cennet asa bir bahara açar gibi bizi kucaklamak üzere.
Evet kış bitiyor nurani çiçeklerle bahar hazırlığı başlarken bir gaybi baharın daha gerçekleşeceğini unutmamak lazım. Üstad son İstanbul ziyaretinde uzun uzun baktığı Ayasofya’ya puthane hali ile veda ederken, onun yakında mesihiyetin namazda yani tevhidde müttefiken ehl-i imana katılacağına vesile olacağını biliyordu. Çünkü bu muhteşem mabedin art arda iki semavi dinin mabedi olmanın şerefini bu kez yenileyerek aynı anda Nur hizmetinin meyvesi olarak bütün ehl-i imana kucaklayacak bir feth-i Mübince tahakkuk edeceğini o anda yaşıyor gibiydi.
Evet “Ayasofya, Hristiyanlığın, İslâmiyete devir ve tesliminin bir abidesidir. Bunun için kilise iken cami olmuştur. Elbette tekrar camiye çevrilecek ve İslam’ın fecr-i sadıkını başlatacaktır” demişti.
Yani “Manen Hıristiyanlık bir nevi İslâmiyete inkılâp edecektir. Ve Kur’ân’a iktida ederek, o İsevîlik şahs-ı mânevîsi tâbi ve İslâmiyet metbû makamında kalacak, din-i hak bu iltihak neticesinde azîm bir kuvvet bulacaktır."
Bu aynı zamanda 1411’in şafağında Berlin Duvarı’nın yıkılışı ile büyük fitnenin hezimetinden 31 yıl sonra bu kez küçük fitnenin artık hezimetinin ilk anlarını yaşıyoruz. Bediüzzaman 1920 yılında Rüyada bir Hitabe’nin sırrı ile fani karanlık çağın sonunda ne olacağını sezmişti.
"Yakînim var ki: İstikbal semavatı, zemin-i Asya Bâhem olur teslim, yed-i beyza-yı İslâm’a." İslam’ın beyaz eli veya hakimiyeti zamanında artık sulh-u umuminin zamanı da gelmiş olacak. Ve Ayasofya’dan esen bahar meltemleri önce Kudüs sonra Mekke’ye kadar ulaşarak mesrurane teneffüs imkanı verecektir. Üstad bugünleri yani hizmetinin meyvelerini göremedi. Çünkü o hizmet adamı idi. Netice ona değil, Cenab-ı Allah’a aitti. Ama şimdi berzah aleminde şüphesiz mele-i aladakilerle birlikte bu bayramın şenliğine ruhen katılarak yaşamaktadır. Ve Rüya’da bir hitabe ile başlayan Nurani aydınlık her yeri kaplayacak.
Evet şimdi bize düşen acil bir hamd ve şükür var. Nasr Suresi’nde bildirildiği üzere "Allah'ın yardımı ve fetih geldiğinde" ne yapılır? "Rabbini hamd ile tesbih et ve O'ndan bağışlanma iste. Çünkü O tevbeleri çok kabul edicidir." Yani hamd ve tövbe zamanıdır. Rabbim sana alemlerdeki bütün zerrat adedince hamd eder bağışlanmak dileriz.
Bir hatırlatma. Ayasofya İlahi hikmet manasını taşır. Ahir zamanda Hakim ve Rahim ismine mazhar hizmetin çabalarıyla fethe mazhar olması bir nevi isminin dua olması sonucudur. Adalet ve barışla, yan rivayetlerde belirtildiği üzere tekbir ve tehlillerle fethin gerçekleşmesi bu hakikat sebebiyledir.