Şerif Mardin'in "Bediüzzaman Said Nursi Olayı" isimli eserinde bazı paradokslar bulunsa da, çalışmada güzel tespitlerin bulunduğunu söylememek adaletsizlik ve ilme bir saygısızlık olduğu düşüncesindeyim.
Son günlerde görsel ve yazılı medyada çıkan haberleri bir araya getirdiğimizde Türkiye entellektüellerinin Said-i Nursi'den ve onun başlattığı nur hareketinde ne kadar habersiz (doğru bilgiye sahip olmadıkları) anlaşılmaktadır. Şerif Mardin'in “Nurcu hareketin, entellektüeller tarafından bir kalemden reddedilmesi bir paradoksa yol açmıştır; entelijansiya bu hareketin laik-cumhuriyet rejimi açısından oluşturduğu tehlikeleri vurgularken aynı hareketin sosyolojik dinamiğini kavrama yönünde hiçbir girişimde bulunmamıştı. Böylesine yalınkat bir tutum alanlar arasında Kemalistler başta gelmektedir. Bu yüzden de ortada Nurcu hareketin nesnel olarak belirlenebilir bir alan içerisinde hareket edebilme yeteneğine ilişkin herhangi bir çalışma bulunmamaktadır”. (Mardin, s.69)
Aslında Mardin'in yıllarca önce yapmış olduğu bu tespitin doğruluk boyutları bu günlerde daha net bir şekilde ortaya çıkmaktadır.
Mardin'in dediği gibi nur hareketi Kemalist entellektüeller tarafından reddedilirken, son günlerde yazılıp çizilenlere baktığımızda liberal, demokrat ve muhafazakar entellektüllerinde Said Nursi hareketi hakkında çok fazla bilgiye sahip olmadıkları görüntüsünü vermişlerdir.
SAKINCALI LİSTEYE NASIL GİRDİ
Bir imparatorluğun çöküş döneminde bulunan Said-i Nursi, karşıt tezlerin çatıştığı bir ortamda fikir dünyasıyla tanıştı. İç ve dış etkenlerin Osmanlı toplumunda dayattığı değişim olgusu karşısında Said-i Nursi tercihini değişimden yana kullanır. "Eski hal muhal, ya yeni hal ya izmihlal" der. Mutlakiyetçi monarşiye karşı meşruti idareyi destekler. Şuraya ya da modern anlamda parlamentoya dayalı yönetimlerin İslam'ın ruhuna daha yakın olduğu görüşünü savunur. Adalet, hürriyet, yönetime katılım, eşitlik ve meşveret gibi sabitelere vurgu yaparak bunları savunur.
Said-i Nursi, "zaman ihtiyarlandıkça Kur'an gençleşiyor" derken Kur'an'ın her döneme bakan bir yüzünün, bir başka deyişle her çağın sorunlarına göre bir çözüm yolunun ipuçlarını vurgulamak istemiş olduğu düşüncesindeyim. Bediüzzaman yenilikten yana tavrını koyarken eskiyi tümüyle reddedip atmamıştır. Şerif Mardin, "İmparatorluğun manevi sağlamlığı açısından Kur'an'a dönmenin zorunlu olduğu inancıyla harekete geçerken, modern kitle iletişim teknolojisinin muhafazakar amaçlar adına kullanılabileceğinin de bilincindeydi." (Mardin, s.59) cümleleriyle dile getirmiştir.
20. y.y. İslam dünyasında çeşitli yenilikçi hareketlerin izlerini "Nur Hareketi"inde görmek mümkündür. Bediüzzaman Said-i Nursi'nin nihai tahlilde panislamcı olmasına rağmen, içinde yaşadığı ülke gerçeklerini göz önünde tutarak mücadelesinin stratejisini yerel koşullara göre belirlemesi dikkat çekicidir.
Bediüzzaman bir taraftan milliyetçi akımların imparatorluğu zorladığı, öte yandan panislamcı görüşlerin buna bir tepki olarak geliştirdiği 19.y.y Osmanlı toplumunda telifçi bir yol izlemiştir. Politik İslam, 19.y.y müslüman dindar aydınların üzerinde çokça tartıştıkları konulardan biri olmuştur. Avrupa toplumlarında köklü değişimlere yol açan aydınlama hareketi ile peşi sıra gelen sanayi devrimi İslam dünyasını da kısa sürede etki alanına almış. Siyasi yapısı, idari sistemi, sosyal ve kültürel kurumlarıyla geleneğin güçlü konumundaki İslam coğrafyası önemli sarsıntılar geçirmiştir. Dönemin süper gücü konumundaki Osmanlı İmparatorluğunda yönetim biçimi ciddi tartışmalara konu olmuş. Yüzyıllardır süregelen monarşik yönetim biçimine yöneltilen eleştiriler beraberinde alternatif çıkış yollarını da getirmek zorundaydı.
Yeni Osmanlılar hareketi içinde yer alan İslamcı aydınlar olsun, meşrutiyet dönemindeki dindar aydınlar olsun, hepsinin savundukları rejim; monarşiye karşı meşrutiyet, istibdada karşı hürriyet ve haksızlığa karşı adalet ve eşitlik rejimidir. Adı ne olursa olsun özgürlüklerin bulunmadığı bir rejim İslam'ın ruhuna uygun bir rejim değildir. Asr-ı saadet modeli, insan özgürlüklerinin yaşandığı bir devlet modelidir. İslam dünyasının giderek gerilemesi söz konusu modelin ruhundan uzaklaşmakla doğru orantılıdır.
"Hulefa-i Raşidin her biri bir halife, hem reisicumhur idi. Sıddık-ı Ekber (r.a) aşere-i mübaşereye ve sahabe-i kirama, elbette reisicumhur hükmündeydi. Fakat manasız isim ve resim değil, belki hakikat-ı adaleti ve hürriyet-i şer'iyeyi taşıyan mana-yı dindar cumhuriyetin reisleri idiler"
Bediüzzaman Said-i Nursi; özgürlükçü, çoğulcu, meşveret ve cumhuriyete dayalı idare biçimini ısrarla savunur. Batı dünyasının henüz yeni keşfettiği, çoğunluğun iradesine dayalı olan yönetim biçimiyle örtüşmektedir. Tek fark yasama yetkisinin kime ait olduğunda ortaya çıkmaktadır.
Bediüzzaman Said-i Nursi yaşadığı her üç dönemdeki (Mutlakiyet- Meşrutiyet-Cumhuriyet) yönetimlerin uyguladıkları rejimin adı ne olursa olsun, çoğulculuğu, adaleti ve eşitliği savunur.ve bu düşüncelerden ödün vermez. Bediüzzaman’a göre, Asya toplumlarının yüzünü güldürecek, önlerini açacak, onları ileriye doğru götürecek iksir "meşrutiyet ve hürriyettir."
Bediüzzaman’ın Abdulhamid’in istibdadına karşı İttihatçıları, İttihatçılara karşı Ahrar fırkası'nı, CHP'ye karşı da Demokrat parti'yi desteklemesinde aynı mantık vardır. Baskı, şiddet ve teröre dayalı yönetimlere karşı özgürlüğü, eşitliği ve katılımcılığı savunarak desteklemiştir. Nursi, "Hürriyet budur ki kanun-i adelet ve tedipten başka hiçkimse kimseye tahakkum etmesin, herkesin hukuku mahfuz kalsın. Herkesin hukuku mahfuz kalsın. Herkes hareket-ı meşruasında şahane serbest olsun" der.
Bediüzzaman Said-i Nursi, Batılılaşmadan modernleşmenin, İslam’la bilim ve akılcılığı bağdaştırmanın mümkün olduğunu savunduğunu söyler Şerif Mardin.
Yeni Said dönemi olarak adlandırılan, ismi cumhuriyet aslı tek parti diktatörlüğünden ileri gidememiş yıllarda kendini iman hakikatlerinin neşir ve tebliğine adamış, ortaya koyduğu düşüncelerle Kemalizmin korkulu rüyası haline gelmiştir. Çünkü Nursi, ortaya koyduğu düşüncelerle toplumsal değişim projesinin doğrudan zihinsel ve kavramsal köklerini içten içe eritmiş ve yeni rejimin meşruiyetini sorgulanır hale getirmiştir.
VİCDANIN ADALETİNDE UZAKLAŞMA
Başbakanın Recep Tayyip Erdoğan’ın parti kongresinde sistemin hışmına uğramış kişilerinde içinde bulunduğu 14 kişiden bahsetmesi ve bunları insani ve ahlaki boyutta sahiplenmiş olması insanlık adına büyük bir kazançtır. Bu 14 kişinin ortak noktası Türkiye toplumunda ciddi bir seven kitlesine sahip oluşları ve bir kısmının da sistem tarafında dışlanarak haksızlıklara maruz bırakılmış olmalarıdır. Bu 14 kişilik listeden rahatsız olan muhafazakar ve sol kesimden insanlara cevabımız ve nasihatımız adalet-i mahz ölçüsünde olmalıdır.