Modern – Seküler – Lâik Bilimin Bâtıl İnancı: Sebeplerin, Failsiz ve Öznesiz Hareket Ettiği İnancı (Olgu ve Algı Arasında)
Aristoteles’e göre kâinatın ve kâinattaki herhangi birşeyin ortaya çıkma ve varlık kazanmasını sağlayan Dört Neden vardır: 1) Maddî Neden (causa materialis), 2) Formel/şekilsel Neden (causa formalis), 3) Etken/muharrik (harekete geçirici ve yönlendirici) canlı/iradî/fail Neden (causa efficiens) ve 4) Amaç/gaye/ereksel Neden (causa finalis).
Meselâ “masa” yapan bir marangoz örneğinde: Marangoz, o masanın “iradî-canlı fail nedeni”yken; masanın yapımında kullanılan çekiç, testere ve tahta, çiviler, “maddî neden”; masanın niçin ve hangi gayeyle yapıldığı, yani masanın yerine getirdiği fonksiyon ve işlev de (üzerinde yemek yemek, kitap okumak, bilardo oynamak gibi), o masanın “amaç/ereksel/gaye nedeni”; masanın, masa olarak gerekli yeterliliği taşıması; yani masa olarak faydalanılabilmesi için gerekli olan şartları taşıması; yani masanın şekil/form ve tanım/ta’rifi de, (yani onu görünce, “ha bu masadır” deyip, ismini bileceğimiz) o masanın “formel/sûrî/şekilsel nedeni”dir…
1600 – 1700’lü yıllarda şekillenip, sistemleşen ve gelişip; ülke ve coğrafya, din ve kültürden bağımsız tüm dünyaya hâkim olan Modern – Seküler – Lâik Bilim/sellik ve bunun ürün ve sonucu olan Bilim’in epistemolojisini oluşturan Ateist–Deist ve Materyalist – Natüralist ve Determinist paradigma; araştırma ve gözlem, inceleme ve ölçme ve deneylerininin sonucunda elde ettiği data / hamveri ve bilgilerin, tasvir ve ifadesinde; yani inşa ettiği “Bilimsel Bilgi’de”; Aristoteles’in “Etken/muharrik/canlı/iradî Fail Nedeni”ni, devredışı bırakmakta, bunu dikkate almamaktadır.
Bunun nedeni ise: Evrenin, varlıkta durma ve işleyişinde; “Tanrı” gibi herhangi bir “fail neden”e zaruret ve ihtiyaç olmadığını; aksiyomatik olarak doğru kabul etmesidir! (Bunun; Bilim’in “Metodik Natüralist” olmasıyla, izah edilebilir ve meşru gösterilebilir bir tarafı yoktur. Yani: Modern – Seküler – Lâik Bilim’in tercih edip, taraf olduğu bu Materyalist – Natüralist paradigma; ma’sum bir seçim ve yöntem meselesi değildir. Çünkü: “Materyalist–natüralist” paradigmayı tercih etmenin; ister “metodik ve şekilsel” olsun ve isterse “hakikî” olsun, aralarında bir fark yoktur. Çünkü: Sahtesi de, hakikîsi de; insan zihnine, aynı varlık ve bilgi, tasavvur ve algısını kodlar. Yani: Ateist-Deist ve materyalist, natüralist ve determinist bir evren algısı; Fizik – Kimyayla Otomatik olarak işleyen bir varlık anlayışı...)
Bunun sonucu olarak; anaokulundan beri, defalarca bu “Modern – Seküler – Lâik Bilimsel Bilgi”ye ma’ruz kalan insan zihninde; evrendeki fiil/faâliyet ve eser/sonuçların, failsiz ve ustasız olabileceği (yani kendi kendine; yani maddenin, kendi tabiât ve özelliği nedeniyle olabileceği) ve olduğu algısı oluşmaktadır. Bunun üstüne bir de; inanıp – inanmamaktan bağımsız ve ayrı, tarafsız ve nötr Bilim, olgusal ve objektif Bilimsel Bilgi” algı ve imajı eklenince; bu ambalaj ve etikete aldanan insan zihnine; ateist-deist ve materyalist, natüralist ve determinist felsefe ve inanç(sızlık)ların, telkin ve endoktrinasyonu kolaylaşmaktadır.
Seküler Bilim/sellik’in bu epistemolojik şiddet ve baskı, zihnî yönlendirme ve manipülâsyonları neticesinde; zamanımızın ruhunda; varlık ve hareketi, işleyiş ve sonuçlarında; (güya) “Allah’tan bağımsız ve ayrı ve O’na ihtiyaç da duymayan” bir varlık ve evren, anlayış ve tasavvuru yaygınlaşmış ve tek genelgeçer anlayış olmuştur. Ve bu bakış; “Bilimsellik Kriterleri” adı altında; başka bir varlık tasavvur ve tasvirine izin vermemektedir...
Lâik Bilim/sellik’in, çağımıza dayattığı bu algı ve anlamlandırma neticesinde; “Allah-ahiret”, hatta “ölüm”, sanki yok(muş) gibi bir hayat sürmekteyiz! Üstelik bu yoksayma ve unutmalar, normâlimiz olmuş!... Uykumuzun, şiddet ve derecesini şuradan anlarız ki: Cansız ve iki boyutlu bir taklit olan, basit bir “kuş” resmine bakarken bile; hadsen ve refleksif olarak akla gelen “ressam”; hakikî ve canlısı olan kuşlara bakarken, hiç gelmemektedir! Veya: Yumurtadan kuş çıkması, şapkadan tavşan çıkması kadar şaşırtmıyor bizi! Ayağımızla bastığımız topraktan; ağaç, çiçek, meyveler çıkması; çok doğal ve normâl geliyor bize! Halbuki onlardan birisini, meselâ “üzüm”ü kendimiz imâl etmeye kalksak; boyahâne, tatlandırıcıların olduğu; üretim – montaj bantlarının döndüğü; döküm – kalıp ve ambalaj bölümlerinin olduğu; yani “hammadde – son ürün”, tam techizatlı, koca bir fabrika kurmamız gerekir!... Elhasıl: Anormâl olanlar, normâl; normâl olanlar anormâl geliyor bize!... Bir resmin, ressamını çağrıştırması kadar bile olsun; kâinatta hiçbirşey, bize O’nu hatırlatmamakta, O’nu çağrıştırmamaktadır!... Yani: Algı ve anlam, refleks ve çağrışımlarımız bozulmuştur! Bir efsun ve illüzyonun etkisinde olup; sahnede bize gösterilen eşyayı, olduğu gibi görmemekteyiz! Bir sihir ve hipnozun içerisinde, zihinlerimiz teshir edilmiş olup; gözüaçık, hipnotik bir uykudayız, uyumaktayız!
Üstelik: Bu gaflet uykusu, bu dalmışlık / dalgınlığımızın farkında değiliz; uyuduğumuzu bilmediğimizden, uyanmaya da çalışmıyoruz! Daha kötüsü: Uyanık olduğumuzu, binler fen – felsefeyi bildiğimizi iddiâ ediyoruz! Halbuki: Okumadığımızdan, anlam ve ne dediğini bilmediğimiz bir kitabın; içerisindeki yazı ve harflerin, şekil ve birbirleriyle münasebetlerini bilmek, “ilim” değildir. “KüN” emrinin, Kudret Kalemini harekete geçirmesi sonucu; yani Kader’in, Kaza edilmesiyle; uzay-zaman sayfalarında yazılan Kâinat Kitabındaki, Kalem uçları veya mürekkep Noktaları olan, “atom” zerrelerinin; hareketlerini ve birbirleriyle ilişki ve münasebetlerini bilmek ama bu harflerle yazılan mesajları okumamak; yani kitabın, anlam ve tercümesine hiç dikkat etmemek, “hikmet” değildir; “ma’rifet” hiç değildir...
Madde ve evrenin varlık ve işleyişinde; sanki hiç zaruret ve ihtiyaç yokmuş gibi, “İradeli Fail Neden”in yoksayıldığı Seküler Bilimsel Bilgi’de saklı ve gizli bu tür bilinçaltı altkomut / subliminâl mesajların; insan zihnine telkin ve ilkâ ettiği, bu algı ve zihnî manipülâsyon/yönlendirmeler neticesinde; bu algı ve anlamlandırmanın; kitap–medya, okul–ev, her yer–zamanda, devamlı telkin ve tekrarıyla; yani tüm hayatı boyunca, bu dezenformatif bilgiye ma’ruz kalan zihinlere; seküler – lâik ve ateist – deist bir inanç ve dünya görüşü empoze edilir. Modern-Seküler-Lâik Bilimsel Bilgi ve ifadeler kanalıyla, insan zihnine enjekte edilen, bu eksik ve yanlış evren tasavvur ve algısının, devamlı telkin ve tekrarı; buna ma’ruz kalan zihinleri; ateist (münkir/kâfir) ve deist (müşrik) inanç(sızlık)lara, manipüle edip – yönlendirir…
Modern – Seküler – Lâik Bilim/sellik, ham araştırma – gözlem – deney – ölçüm veri ve bilgilerini dile aktarırken; yani Bilimsel Bilgi’nin inşasında; aksiyomatik olarak, “failsiz ve öznesiz” cümle ve ifadeler kullanır. Yani: “Tanrı yok(muş); varsa ve olsa bile, evrenin işleyişine karışmıyor(muş!)” altzemin ve kontekstinde, ifadeler kullanır ve üstelik bunu, “Bilimsellik Kriteri” olarak dayatır. Bu kritere göre şekillendirdiği Bilimsel Bilgi’yi;“evrendeki faâliyet ve sonuçları, Tanrı’nın fiil ve eseri değil(miş)” altzemin ve bağlamında dizayn eder; bu arkafonda inşa eder. Bilim ve ders kitaplarında; bu alt/subliminâl mesajı; bilinçaltına telkin ve ilka, kod ve programlayan; kirli–virüslü ifadeler kullanır.
Madde ve faâliyet/işleyişi hakkında; ham gözlem – ölçüm veri ve bilgilerinin; yani evrendeki olgu ve olayların; sadece Failsiz Sebep-Sonuç etkileşimi bağlamında, sadece Nedensellik İlişkisiyle şablonize edilip, tasvir ve resmedilmesi; yani Bilimsel Bilgi’nin, “bu iş/leyiş’i, maddî sebepler/tabiî süreçler/otomatik sistem-mekanizmalar/uzun geçen zamanlar… yapıyor” şablonunda kurgulanıp, böyle inşa ve ifade edilmesi; “bu işi Allah yapmıyor, bu işin olması için O’na zaruret ve ihtiyaç yok (!)…” şeklinde bir inanç/sızlık altmesajı vermenin, asimetrik ifadesidir. Yani: “Sebepler, sonuç veriyorsa; sebepler yapıyorsa; Allah yapmıyor demektir(!)” ateist-deist mesajının, tersinden ifadesidir.
Bilimsel Bilgi’nin bu şekilde dizaynıyla; verilmek istenen mesaj, bilincin işitemeyeceği desibelde, bilinçaltına usulca fısıldanmış olduğundan; bu mesaj, bilinçli farkındalık/bilincin, kalkan ve filtrelerine takılmadığı ve eleştirel bir süzgeçten geçmediği için; hipnotik bir telkin ve zihinsel komut, emir ve yönlendirme işlevi görür.
Bilimsel Bilgi’nin, bu şekilde “ateist-deist ve materyalist, natüralist ve determinist” paradigma ve inanç/sızlık’ların bakış açısına göre kurgulanıp–inşa edilmesi; Modern–Seküler–Lâik Bilim ve Bilimsellik’in; tarafsız ve objektif, nesnel ve olgusal, nötr ve yalın olmadığının; en büyük kanıtlarından biridir. Tüm İnanç ve İnançsızlıklardan; bağımsız ve ayrı olmadığının, en büyük delillerinden biridir.
Zaten önceki yazılarımızda belirttiğimiz gibi: Ölçüm bilgileri hariç; araştırma-gözlemlerimizde, birşeyi, ya “fail ve yaratıcı ve işleticisi var(mış)” gibi inceler ve ifade ederiz veya “yok(muş)” gibi inceler ve ifade ederiz. “Var– yok”un ortası veya dış eşit uzak noktası olmadığı için; yani Mantık’ın dili ve Dil’in mantığı icabı; bu iki şıktan bağımsız ve ayrı ve eşit uzaklıkta bir gözlem ve ifade biçimi yoktur ve olamaz.
Modern – Seküler – Lâik Bilim/sellik Epistemolojisi; doğru – yanlış ayırmadan tüm inançları, Bilimsel Bilgi’nin “tarafsızlık ve objektivite”sini bozan ve kirleten, bir “virüs” gibi gördüğü için; (var–yok’un; üçüncü şıkkı ve/veya ortası ve/veya dış noktası, mantıken ve ontolojik olarak olmadığı için) başlangıçta, yani aksiyomatik olarak; “inançsızlık” (yani ateist/deist ve materyalist, natüralist ve determinist) tarafa savrulmuş ve düşmüştür. Üstelik; seçtiği bu taraf, sanki objektif doğru ve nesnelmiş gibi; Bilimsel Veri ve Bilgi’yi üzerine inşa ettiği arkafon/zemin/kontekstte saklı ve gizli, verdiği alt/derin mesajlarla; bunun telkin ve savunuculuğunu yapmaktadır…
Modern – Seküler – Lâik Bilim/sel Bilgi ve ifadelerin, metalinguistik yapısöküm ve dekonstrüksiyonundan çıkan bu sonuca göre; “Bilgi” (ilim, veri / data – information – knowledge) ve “Bilim” (science) kavramları arasındaki farkı netleştirmek gerekir. Kâinat ve içindeki “bilgi”nin (veri/data–information–knowledge), “modern ve seküler, lâik” (daha doğrusu “dinden bağımsız”; daha doğrusu “ateist”) Bilim/sellik Kriterleri’ne göre, gözlem ve yorumlanması sonucu üretilmiş, dezenformatif ve manipülâtif “filtreli ve virüslü bilgi”ye; yani “bilgi”nin, “modern–seküler–lâik bilimsellik” prizma ve yorum / filtresinden geçerek, yeniden inşa edilmiş hâline, “Modern – Seküler – Lâik Bilim (science)” diyoruz biz… Bu Bilim/sellik’in; “Madde ve Enerji + Uzun Zaman ve Tesadüf + Tabiât ve Zorunluluk + Kanun ve Evrim-Devrim = Herşey Mümkün” aksiyom / önvarsayım / inanç ve/veya inançsızlığına göre kurguladığı ve zihnimize bina ve inşa ettiği, bu sahte ve sanal algı ve imajı; bu “Failsiz/öznesiz Çalışan Otomatik Evren” tasavvur ve modelini kabul etmiyor; üstelik reddediyoruz…
Modern–Seküler Bilimsel Bilgi’yle aktarılan bu eksik–yanlış, varlık ve evren algı ve anlamlandırması; bu telkin ve tekrarlarla formatlanıp – yeniden programlanan zihinlerde; gerçeğin, birebir resmi ve zihinsel yansıması olarak görülmeye başlanır. Bu hipnoz neticesinde; zihinde oluşan bu algı ve kurgusal gerçekliğin; varlık/işleyiş/gerçeğin; nesnel ve objektif, nötr/yalın ve olgusal görüntüsü olduğu, ‘sanrı’ ve illüzyonu oluşur. Yani: Zihinde oluşan bu algı ve illüzyon, olgu ve olan (tarafsız ve nötr, yalın nesnel ve objektif gerçek) zannedilir...
Seküler Bilim’in, madde ve evren araştırmalarında elde ettiği ham gözlem – ölçüm veri ve bilgilerini; “şu sebeple, bu enerjiyle, o nedenle, bu kuvvet/ısı ve zamanla bu iş oldu/oluyor” şeklinde şematize edip; neden–sonuç ilişki ve etki–tepkileri tarzında, Determinist kalıba dökmesi; yani Bilimsel Bilgi’yi, “determinist – materyalist – natüralist” bağlamda inşa etmesi; manipüle edilmiş bu kirli–virüslü, dezenformatif bilgiye ma’ruz kalan zihinler üzerinde; “Evrendeki bu işleyiş; şu sebep–sonuç etkileşimi, bu madde–enerji hareket–dönüşümü ve uzun zamanın geçmesiyle olabiliyor ve oluyorsa; o hâlde, evrenin varlık ve işleyişi ve ürettiği sonuçlarda, Tanrı gibi herhangi bir fail ve özneye, zaruret ve ihtiyaç yoktur(!)” algı ve sonucunu doğurmaktadır.
Diğer deyişle: Evren ham gözlem veri ve bilgilerinin; fail ve özneyi hesaba katmadan, sadece Yatay Nedensellik Bağlamında dizayn edilip, yazı ve söze aktarılması; yani Bilimsel Bilgi’nin bu kalıp/formatta düzenlenmesi ve sunulması; bu eksik ve tek taraflı bilgiye ma’ruz kalan zihinler üzerinde: “Kâinattaki bu işleri; fizik-kimya kuvvetleri, maddenin tabiî özellikleri, sebep-sonuç etkileşimleri ve otomatik doğal mekanizmalar yapıyor/yapabiliyorsa; Allahû Teâlâ yapmıyor demektir…(!) Evrenin varlık ve işleyişinde; Tanrı gibi bir faili gerektirecek, nedensel bir boşluk ve loşluk yok…(!)” altmesaj/komut, yani zihinsel yönlendirmesi; asimetrik olarak bilinçaltına enjekte edilmiş olur.
Fakat Dil’in mantığı ve Mantık’ın dili icabı; “eser, ustasız ve fiilsiz ve fiil de failsiz olamayacağı” için (kitap – yazı – yazma – yazar gibi); Modern – Seküler – Lâik Bilim, mecburen “ısı, ışık, enerji, kuvvet” gibi bazı “somut / maddî nedenleri” veya “kanun, uzun zaman, içgüdü, çevrim-döngü, dönüşüm, mekanizma” gibi isimlerle andığı bazı “soyut süreçleri”; o sonuçların alınmasında sanki canlı ve şuurlu, irade ve bilgili bir “fail ve özneymiş” gibi lânse eder ve öyle bir algı oluşturur. Yani: Seküler – Lâik Bilimsel Bilgi’de; cansız ve şuursuz olan madde ve sebepler; sanki bilgi ve irade sahibiylermiş gibi, “fail ve özne” katına yükseltilir!
Bu çalışmada biz; sebeplerin, müessir ve failini sorup – araştıracağız. Yani: Cansız ve şuursuz olan o sebepleri; kim harekete geçirdi ve kim bu işe yönlendirdi ve kullandı? Yani: Bilgi ve iradeden yoksun bu sebeplerin, “müessir ve illet ve fail”i kim? Kör ve başıboş olduğu için; ufacık bir rüzgârla her yöne savrulup-gidebilecek, şuursuz bir araç-alet olan, o maddî sebep ve enerjileri; o sonuçları almak için zorlayıp-yönlendiren; o amaçlara, şevk (çeken) ve sevkeden (iten) kim? Yani: Belli bir sonucu almak için; sebepleri koordine edip, aynı amaç etrafında birleştiren; sebepleri, bir araç olarak kullanan kim? Cansız ve şuursuz; bilgi ve irade, göz ve kulaktan yoksun olan bu madde ve enerjiyi; bu işe, kim sebep yaptı? Bu iş/işleyişe, maddî sebepleri vesile ve vasıta kılan; bu işte, aracı eden; işin yapılmasında, alet-edevat olarak kullanan kim?... gibi soruların cevabını arayacağız.
Yani kamera ve kadrajımızı genişleterek; ekmeği kesen bıçağı, kimin tutup – harekete geçirdiğini görmeye çalışacağız. Çünkü en büyük yalan; gerçeğin bir kısmını söylemektir, gerçeği eksik anlatmaktır.