Bir şiirinde “Ayların en zalimidir Nisan” diyen T.S. Eliot’a bir cevap denemesidir.
Kara toprağın bağrından leylaklar çıkarır Allah…
Ölü toprağın içinden, yoğrula yoğrula çıkarır.
Gönül toprağının içine gömülü olan nice güzellikleri de öyle çıkarır.
Ayların en güzelidir nisan.
Şaşırtır insanı, nisanın lisanı.
Ne varsa kurumuş, ölmüş kökler de dâhil, bahar yağmurlarıyla diriltir Allah. Her çeşit renkte bir cümbüş yaşanır karşınızda. Bahar ne kadar sardıysa, ısıttıysa içimizi, kış da bir vakit yorgan gibi örtmüştü üzerimizi.
O toprağın içindekileri unutmayan Allah, karlarla yıkamıştı içimizi. Kuru köklere can suyu göndermişti. Cana can vermişti Allah.
Yaz, sürprizlerle doludur; şaşırtır bizi. Sağanak yağan yağmurlar gibi… Damlalar nasıl sığınırsa gölün içine, biz de öyle sığındık gök kubbenin altında rahmetinin gökkuşağına. Göğün güzel yüzünü parıl parıl parlar gösteren o güzel manzara var ya, “Haydi güneşe! Haydi çıkın dışarıya!” der ya insana. Uzandık biz de öylece bir deniz kenarına. Kuytu köşede eski bir masanın üzerinde çaylarımızı yudumlayıp konuştuk mâzîden, konuştuk
gelecekten… Bilmiyorum kaç saat, bilmiyorum ne kadar…
Bildiğim bir şey var: Ben insanım. Irkım, milletim ne olursa olsun, ben bu dünyada bir insanım. Düşünürüm bazen ilk atamız, Âdem babamız hangi ırktandı? Ölünce doğrusu kalmıyor ırktan yana bir şey. Ruhun ırkı olmadığını ölünce anlayacak insan. Bari çok geç kalmasa. Şeytanın boş durmayıp ırkların arasına kattığı dâvâ var ya: “Sen şu; o bu.” ya da “Siyah veya beyaz”; tonları ayırmaya kalkması var ya, işte her asra damgasını vuran
bir felaket olmuş bu. Yuvarlanmış bunun içerisine milyonlarca insan.
***
Bazen nisan, kışa yakın dururdu, içimizi dondururdu.
Bahar yakın diye katlanırdık soğuğa. Ve çocukluğumuzda kendi odamızdaki yalnızlığımızda çocukluk arkadaşlarımız çıkagelirdi ilk yağan karla beraber. Buz tutmuş yerlerde kızaksız kayardık. Çığlık çığlığa naralar atardık dört bir yana. Bir yerimizin incinmesinden korka korka kayardık. Ama her defasında bu korkuyla beraber kaymaktan büyük bir zevk alırdık.
Kayardık “fıjjjjjjt” diye bayırdan aşağı doğru. Bir tümsekten aşağılara doğru inerdik. Yüreğimiz iner, yüreğimiz kalkar; ha bayıldı ha bayılacak olurduk. “Sıkı tutun” derdi bir
dost. “Kızağına sıkı tutun.” Şimdi de “Hayata sıkı tutun” dediği gibi.
Hayata tutunmakla iş bitmiyor ki… Hayatın hayatı iman. İmana tutun ki, hayat da renk alsın. O zaman, imanlı bir hayata tutunanın rengi gelir yüzüne. Ruhuna renk hayatına ahenk gelir. Bin bir renk içinde o renk seçilir.
Freni patlamış arabanın direksiyonuna tutunsan ne olacak ki? Hayata, hayatın kendisi için değil, hayatın ötesi için tutunmak; onun için de inanç ile, iman ile hayata tutunmak gerek.
Günde birçok defa o soruyu sormalıyız: “Niçin bu dünyadayız? Neden burdayız?”
Geldiği yolu, gittiği yönü bilmeyen, şeytanın arabasına biner. Sorular soralım ki, yolumuzu doğrultalım. Hayata iman ile bakalım, bağlanalım. Karda, dağlarda ve ormanda özgür hisseder insan kendini. Şehrin içindeki o gürültü, tutsak eder insanı. Oysa insan özgürlüğü yalnızlıkta ve sessizlikte bulur. Şimdi bakıyorum da dökülen yaprakların arasından, kuru dallarının arasından gözüken dağ manzarası, ağaçların yapraklı ve meyveli hâliyle gözüken manzarasından daha az güzel değilmiş. Şehirde ne kadar yoksun insanlar dalından, meyvesinden, kökünden ağaçların. Hangi dallar büyüyecek de meyve verecek burada, bu taş yığınları arasında?
Ey insanoğlu! Bilemezsin ecelini, ne zaman ölümün geleceğini. Bildiğin bir şey varsa senin, o da yaşadığın bu andır işte. Bildiğin, ancak bu kadardır. Nereye baksan, bin bir parça sûretler. Yıllar yılı dost bildiğin aynalar bile, yüzüne gerçeği söyler…
Kırık aynada bütün arama.
Aç yeni bir sayfa. Geçmişe bakıp ağlama. Mâzîsi olan insan, üzüntülüdür, pişmandır. Hatırlanması gerekenleri hatırladıkça üzülür, erir. Çünkü telâfi edemediği birçok şeyler vardır. Ama yine de teselli bulabilir insanlığından, kalan o insan yanından, Allah’a olan imanından ve ümidinden. Hiç olmazsa değiştirebileceği bazı şeyler vardır: İçten içe yanmak gibi… Karadan aka geçmek gibi… Hayatın en temiz yolunda yeniden bir sayfa açıp yürümek gibi…
Parçalanan aynada bütün arama. Kırık sûretler yansır orda bir yığın. Ve güneşin kavurduğu yapraklar önünde duruyor yığın yığın… Hani gecenin o sessiz vaktinde cırcır böceğinin verdiği huzur? Hani o ölü ağacın gölgesine sığındığımız ağır ikindiler? Nerede suyun üzerinden akışında kuru taşın şak şak eden uyarıcı sesleri? Nerede o birbirine
değen taşların zikir sesleri?
Bir tarih atar gibi elinle çizersin kayaları. Orada senden sonra gelenler sana ait imzayı görsünler diye… Ağaç yoksa da gel, sığın bir gölgesine kayanın. Seni karşılamaya gelen akşamı gölgenle beraber sen de karşılamaya çık. Sana korkudan bahsedenlerin üzerlerine bir avuç ümit de sen serp.
İçin ürperdi değil mi? Serin esiyor rüzgâr buralarda benim doğduğum yerin rüzgârı gibi. Dünyalı kardeşim, dünyalı dostum: “Nerde kaldın?” diye sormayacak mısın rüzgâra? “Nerde kaldın?”
Allah namına önce çiçeklerini uzatır dallar bizlere, sonra meyvelerini… Şimdi mor salkımlı sümbüllerin vaktidir. Burcu burcu tüten o kokular arasında kaybolup gitme vaktidir. Göç borusu çalmadan, “vakit geç oldu” diye kalamadığımıza üzüleceğiz yine. Bu güzel bahçelerden her akşam erken döneceğiz. İstesek de istemesek de erken döneceğiz.
Hangi dönüş geçtir ki? Her dönüş erkendir şimdi. Yaşarken bazen şaşırır insan. Aynaya baksa, kendi sûretine de şaşırır, “Bu ben miyim?” diye. Ne ölüdür, ne diridir. Işığın kalbine doğru bakarken, kalbin bir diğer kalp ile sessiz konuşmasını dinler huzur içinde insan.
Ve aylardan nisan…
Ayların en güzelidir nisan…
Varlıkların en azizi, en şereflisidir insan.
Bunu böyle bilmeli ve bellemelidir insan.
En akıllı dediğin insan, lüzumlu eşyasını yanında taşıyan insandır. Göç vakti geldiğinde, önceden hazırlıklıdır. Geri dönüp bir şey almaya kalkmaz. O vakit zaten geriye doğru bakmamıza da izin yoktur. Elinizde ne taşırsanız, ne varsa yanınızda, odur işte sizinle gidecek olan.
Bazen insan sırtında kendine ait olmayan bir yükü taşır. Boşuna yorulur. Birçok insan ise denizde ölmekten korkar. Oysa karada ölüm çok daha fazla. Aslında kalabalıkların arasında kaybolup gitmek korkutmalı insanı. İnsan dikkatli olmalı şehirlerde. Böyle ne yaptığı belirsiz sel gibi akıp giden kalabalıkların içinde, hayatı itinalı yaşamalı. Bir kış şafağının mavi sisleri altında son derece dikkatli olmalı.
Aylardan nisan, günlerden ümit…
Şehrin en kalabalık caddesinde, sayısız insan akar bir nehir gibi. Hepsinin içinde hayatın bir gün ansızın biteceğinin korkusu. Ama bunu söylemezler birbirlerine. İç çekişlerinden, ahlarından, oflarından anlarsınız. Yokluktan, ölümden kabre girip orada unutulmaktan korkan ne kadar çok insan var. Ama söylemezler bunu, açmazlar paylaşmazlar bu bahsi. Faydasız sohbetlerle geçer konuşmalarının çoğu. Saklarlar o sırrı. Hâlbuki o kadar belli ki… Yüzlerine baksanız, anlaşılacak her şey.
İnsanlar geride bıraktıklarına dönüp de bir baksalar. Ne çok doğumlar vardır geride. Ne çok ölümler… Bir gün gölgeniz bağırır size. “Hangi eşyan, hangi hatıran beraberdir seninle?” diye. “Üzülme” dersiniz, “Ebediyet bahçesine göçerken ben, seni beraberimde götüremesem de, Rabbimden yanımda olmanı isteyeceğim. Merak etme ey gölgem, seninle beraberim her dem.”
Ayların en güzelidir nisan.
Allah’a inandı mı insan.
Bak, “Bu ağaç da çiçek açar mı acep?” diye düşündüğüm ağaçların çiçekleri var şimdi. Hem de rengârenk ve dahi yek ahenk. Beklenmedik bir anda bahar hediyeleriyle çıkagelir ve Allah, onların kuru dallarında sular yürütür. Uzak tut kendini nefsine uymaktan, şeytanın bin bir hile ve tuzaklarına takılmaktan. Göreceğin müjdeler, gördüğünden çok daha fazla.
Ayların en güzelidir nisan.
Bahar senin için. Dünya senin için. Allah her şeyi senin için yaratmış. Sor o büyük soruyu kendine: “Öyleyse ben kimin içinim ve hayatta oluşum niye ve niçin?”
Aylak aylak dolaşıp kıvrılıp yatma zamanı değil şimdi. Üzerindeki tembellik elbisesinden sıyrılma vaktidir. Acele edelim; vakit tamam gibi. Acele edelim; ömür bitti bitiyor, gitti gidiyor…
Aylardan nisan.
En çok bu ayda şaşırır insan.
Allah’a inandı mı insan…
Ayların hayret makâmı olur nisan.
Sürprizlerle doludur nisan.
Ve insan sever sürprizleri, sever baharı.
Allah’tan olunca sevilmeyecek ne var?
***
Allah’ım baharların hakikatini yaşayacak bir ruh ve gönül ihsan eyle. Baharlarda telif edilen Haşir Risalesi’nin hakikatini ruhumuza nakşeyle. İmanlı gözle bakıp bu dünyadan göçelim ve kâinatın hakikatini ruhumuza içirelim. Allah, dediğimizde dilimizden çıkan o mübarek söz, bütün kâinatın bizimle beraber söylediği bir söz olsun.
Son nefeste “Lâ ilâhe illallah, Muhammedün Rasulullah” olsun. Sözlerin sözü, sözün özü olsun.
Es-salâtü ve’s-selâmü aleyke yâ Rasulallah…