Geçen gün güneşe baktığımda, bir an sıklıkla dile getirilen ‘Aynı güneş altında ısınıyoruz’ cümlesi hatırıma geldi. Aynı güneş altında ısınmak gerçekten farklı ve hoş bir duygu. O an sizi ısıtan güneşin Amerika, Fransa, Fas, Endonezya gibi dünyanın farklı yerlerindeki insanları da ısıttığını bilmek çok geniş bir ortaklık duygusu oluşturuyor. Bu duygu insanın kendini çok geniş bir aileye mensup hissetmesi gibi büyük bir mensubiyet ve beraberinde çok rahatlatıcı bir duygu.
Bu durumun olabilmesi için güneşin bizden uzak olması gerekiyor. Çünkü güneş ne kadar uzakta ise o kadar çok insanı kuşatabilir ve ısıtabilir diye düşündüm. Gerçekten güneşin uzaklığı, aynı anda ulaşabileceği insan kapasitesini çok artırıyor. Buradan uzaklık ve aynı anda ulaşılan ve kuşatılan alan arasında bire bir bağlantı ve birinin arttığı ölçüde diğerinin de arttığı doğru bir orantı olduğu ortaya çıkıyor.
Ancak, bir an daha dikkatli düşündüğünüzde güneşin uzak olması tezinde farklı bir tablo ile karşılaşıyorsunuz. Aslında uzak dediğiniz güneş size çok yakın. Nereye giderseniz ısısı ve ışığı ile onu hep yakınınızda hissediyorsunuz. Belki de hayatınızda yer aldığını düşündüğünüz şeyler içinde size en yakın olanı o. Pek çok şey gittiğiniz yerlere sizinle beraber gelmezken ve zaman-mekân sınırlılığı içinde sizi terk etmek durumunda iken dünyanın neresine giderseniz gidin o hep sizinle birlikte. Üstelik vatanınızda olan güneşle aynı. Bulunduğunuz bölgeye ait olan farklı bir güneş değil.
Bu durumda uzak olanın güneş değil biz olduğumuz sonucu ortaya çıkıyor. Evet, etkileri ısı ve ışık gibi özellikleri çok uzaklara ulaşabilen güneş kendinden çok uzak olan varlıklara çok yakın olabilir. Nitekim, hepimiz ondan çok uzak olmamıza rağmen güneşin hayatımızdaki etkilerini, en azından ısı ve ışığını hissederiz ve biliriz ki güneş herkese çok yakındır. Yine herkes güneş ile aramızda büyük bir mesafe olduğunun farkındadır. Bu durumda bu uzaklığın yakın olabilme kabiliyeti çok yüksek olan güneşten değil, çok sınırlı olan bizlerden kaynaklandığı sonucuna ulaşırız. Bu noktadan sonra şöyle enteresan bir sonuca ulaşırız. Biz güneşten çok uzağız, ancak o bize çok yakın. Bu fiziğin tanımladığı uzaklık ve yakınlık tanımının çok dışında bir sonuçtur. Çünkü fizik biliminin tanımladığı anlamda bir nesne diğerinden ne kadar uzakta ise, diğer nesne de bahsedilen nesneden o kadar uzaktadır. Uzaklık göreceli olmayan bir kavramdır. Oysa güneş ile bağlantımız, güneş-insan ilişkisinden taraflara göre izafi olan bir uzaklık tanımı önümüze çıktı. Bu belki de fizik biliminin tanımladığı varlık âleminin nesnel yönünün ötesinde farklı bir anlam boyutunun olduğunu da dikkate almamız gerektiği ve anlam tanımlarında bu boyutun da nazara alınması ihtiyacını ortaya koyar. Bir nesne olarak tanımlanan güneşin etkileri ve etkilerinin ulaştığı mesafe ile de tanımlanması mutlaka bizi gerçek güneşi tanımaya daha yakın hâle getirecektir.
Aynı güneş altında ısınıyor olmaktan kaynaklanan olumlu duygu ve bundan kaynaklanan ortaklık algısı ile ferdin kendini güçlü hissetmesi aslında insanın yaratılışında var olan tevhid duygusuna, bunun sonucu olan tevhid arayışına bir işarettir. Bu her insanın yaratılışında var olan, özde yer alan bir duygudur.
Aynı güneş altında ısınmaktan kaynaklanan insânî hazlar, tüm zerreleri aynı anda aydınlatan Şems-i Ezelî mânâsı ile bağlantılı olarak düşünüldüğünde varlığın bütünü ile ortak olduğu duygusunu hissettiren tevhid algısının ferdin hayatında ne kadar önemli bir yeri olduğu ve insan psikolojisi üzerinde ne derece olumlu etkileri olduğu daha net anlaşılacaktır.
Yeni Asya