Aysun Kayacı, o sözleri ya Hz. Ömer’in devrinde (r.a.) söyleseydi?
2008 yılının Mart ayı, pek çoğumuz için “garip” sayılabilecek tartışmaların zamanıydı.
Ayın sonuna doğru, magazin dünyasının ünlü aydın (!) ka¬dın¬larından birisinin, “Haydi Gel Benimle Ol” isimli programda ettiği kem laflardan ötürü; pek çoğumuz o ayı, huzurla değil, kavgalarla kapattık…
Mart ayı ve devamındaki Nisan ayı, sırf bir “beyaz Türk” aydınımızın yüksek derecede ışık saçma arzusundan dolayı hepimize zakkum zehir oldu. Çünkü biz aydın olamasak da, elhamdülillah, aynıydık. Bu aynılıktan dolayı birimize vurulan yumruk, hepimizi incitiyordu ve incitmişti. Birimize yapılan bir aşağılama, hepimizin izzetine zarar vermişti. Çünkü biz sadece ve iyi ki, halktık. Fazlası değildik. Bu yüzden “göbeğini kaşıyan adam” da biz olduk, “bidon kafalı” da biz olduk, “oyu sayılmaması gereken çoban” da yine “biz” olduk. Çünkü biz, nihayetinde hep “biz” oluyorduk ve “biz”den başkası olmaya razı olmuyorduk. Benliğimizi satmıyorduk.
Eğer gökten zembille inmemişseniz, nihayetinde bir kanadınız gidip köye, köylüye dayanır bu topraklarda… Çünkü bu toprağın insanları, aynı zamanda zorlukların ve zor zamanların da insanlarıdır.
Bebeğinin battaniyesini, ıslanmamasını istediği top mer¬misine saran köylü analardır, bizim aslımız. Çanakkale’de kah¬ramanca çarpışan köy çocuklarıdır, bizim babalarımız. Bu yüz¬den biz topraktan gelmekten, toprakla uğraşmaktan, köylü olmaktan utanmayız. Bizi böyle aşağılamaya çalışanlar, ancak kendilerini gözden düşürürler, ancak kendilerini yitirirler, biz buna inanırız. Ve bu nedenle nüfus kütüklerimize bile, kaç nesil sonra gelirsek gelelim, köylerimizin isimlerini yazdırırız. Olur da gurbet ele gidersek, yine birbirimizi o kimlikte yazan köylerden tanırız, buluruz ve kaynaşırız.
Bu nedenle Aysun Hanım, o gün ettiği kem laflar ile sadece bizi değil, kendi atalarını da incitmiştir bizim gözümüzde… Çünkü nihayetinde Hz. Âdem’e kadar bütün babaları, dedeleri, nineleri saray çocuğu olan bir soyağacını görmemiştir tarihler… Eğer kendisinin levh-i mahfuzu okumak gibi bir yeteneği de yoksa, haşa, o zaman bize bunun aksini mantıklıymış gibi iddia edemez. Zaten etmemelidir. En saçma sözlerin bile bir saçmalama sınırı vardır çünkü ve o hadde geldiğinde bitirilmelidir. Nitekim Aysun Hanım da, kafasında bitiremese de, o sözleri uluorta söylemeyi bitirmiştir.
Aslında ben de bitirmiştim bu sözleri kafamda çoktan beri… Ama bu yakınlarda okuduğum bir kitap, yeniden aynı tartışmanın zihnime hücum etmesine neden oldu. Aynı soruları yeniden, ama yeni cümlelerle sormamı icap ettirdi. Nesil Yayınları’ndan çıkan bu kitabın ismi ilginçti: Ömer’ini Arayan Yüzyıl ve yazarı ise Halit Çil’di.
Editörlüğünü İkram Arslan’ın yaptığı bu kitap; büyük bir başarıyla Hz. Ömer (r.a.) modeli üzerinden günümüz liderlik anlayışlarını sorguluyor ve detaylarıyla masaya yatırıyordu. Büyük bir bölümünde Hz. Ömer’in halifelik döneminde yaptığı icraatları anlatan bu kitap, son bölümlerindeyse modern liderlik anlayışlarının sakat taraflarını Hz. Ömer’in muhteşem liderlik örnekleri üzerinden eleştiriyordu.
Onların güç, başarı ve menfaat eksenine oturttukları liderliği; Hz. Ömer ekseninde hak, adalet ve fedakârlık kodları üzerinden ele alıyor ve modern liderlik anlayışının nasıl kusurları içinde barındırdığını gözler önüne seriyordu. Kitabı okuyup bitirdiğiniz zaman diyordunuz: “Bize bir lider değil, bize bir Ömer gerek! Bütün dünyayı düzene sokacak bir Ömer. Fırat’ta kaybolan koyundan kendine pay biçecek bir Ömer. Adaleti uygulamada kendi oğullarına bile kıyak geçmeyecek bir Ömer, bize aslında bir Ömer gerek!”
Fakat kitabın benim açımdan en ilginç yanı Hz. Ömer’in ceza yöntemleriydi. Büyük halife, kendisi de bir dönem deve çobanlığı yapmış, Aysun Hanım’ın tabiriyle oyu günümüz modern in¬san¬la¬rıy¬la eşit sayılmaması gereken halktan birisiydi aslında. Ama ne gariptir ki, o bundan gocunmak bir yana iftihar ediyordu. Öyle ki, bir keresinde sırf kendisinde biraz gurur hissetiğinden ötürü, mescidin minberine çıkmış, toplanan kalabalığın huzurunda; “Ey Ömer, unutma! Sen de bir zamanlar bir deve çobanıydın!” diye tekrar tekrar kalabalığa haykırmıştı. Neden böyle bir şey yaptığını soran arkadaşlarına ise şu ibretli cevabı vermişti: “Bugün kendimde bir gurur hissettim. Büyüklendiğimi sandım… Şımaran nefsime haddini bildirmek için, hakikatinin ne olduğunu insanlar içinde yüzüne haykırdım. Artık beni rahatsız edemez…”
Yine kitabın içerisinde geçen, Hz. Ömer’e ait bir “vali cezalandırma yöntemi” daha vardı ki, o beni hakikaten hayretler içinde bıraktı. Hz. Ömer (r.a.) haklarında halka zulüm ettiklerine dair şikayet bulunan veyahut halktan kopuk yaşadıklarını, gurura kapıldıklarını duyduğu valilerini Medine’ye zorla getirtiyor ve onların eline bir asâ, üstlerine çoban kıyafeti vererek dağda çobanlık etmeye mecbur ediyordu. Bunlardan birisinin; “Ben bugüne kadar böyle bir eza görmedim ya emire’l-mü’minin!” sözüne verdiği cevap da aynı derecede ilginçti: “Senin baban da böyle bir çoban değil miydi? Ne çabuk unuttun? Ben, valilik yaparken, babanı unutmaman için sana bu cezayı verdim.”
Hakikaten, şimdi düşünüyorum da; benim rahmetli babam da bir çobandı, annem de öyle… Ve bu topraklarda mutlaka insanın bir kolu, kanadı, atası çobana, çobanlık yapmış birisine dokunurdu. Çünkü bizde çobanlık, utanılası bir şey değildi, aksine; “peygamber mesleğiydi…”
Buharî’de geçen bir hadis-i şerifinde Fahr-i Kâinat Efendimiz; “Bütün peygamberler çobanlık yapmıştır” diyordu. “Siz de mi ya Resullallah?” diye soran Ebû Hüreyre’ye ise cevabı yine “Evet” oluyordu. “Evet, ben de… Ben de Mekke ahâlîsi için karârît üzerine (ücretle) koyun gü¬derdim.”
Şimdi bütün bunları hatırlayınca; aklıma tekrar Aysun Kayacı’nın sözleri geliyor. Ve eğer Hz. Ömer (r.a.) yaşasaydı, bu sözler üzerine ona ne gibi bir ceza verirdi sorusu kafamı kurcalıyor. Bana öyle geliyor ki; Hz. Ömer (r.a.), böylesine halkını küçümseyen birisini tıpkı valileri gibi Medine’ye çağırsa, üstüne çoban elbiseleri giydirse ve ona deve güttürse, kimse bu duruma hayret etmezdi. Öyle değil mi? Yahut da ben yanlış biliyorum. Siz cevap verin o zaman sevgili okurlar: Aysun Kayacı, bu sözleri Hz. Ömer (r.a.) zamanında etseydi, Hattab’ın oğlu Ömer (r.a.) ona ne ceza verirdi? Bence cevabı; Halit Çil’in kalem aldığı, Ömer’ini Arayan Yüzyıl kitabının satır aralarında saklı…