Hepimizin gelecekle ilgili planları vardır. Olmalıdır da... Zira planlı hareket etmek insanı düzene sokar. Planlı hareket etmek için hedef belirlemek önemlidir. Biz danışanlarımıza yakın hedefler belirlemelerini tavsiye ederiz. Uzak hedefler, uzun vadeli ve uzun süreli gayreti ve çalışmayı gerektirmektedir. Oysa insan bedeni, kalbi ve aklı zaman zaman yorgun düşer. Çalışmaya şevki her zaman aynı seviyede kalmaz. Molalara ihtiyaç hisseder. Uzak hedefe ulaşmaya çalışan kişi, mola anlarında ne kadar yol katettiğini anlamak için geriye bakar. Bir de ileriye bakar ne kadar yolu kaldığına. Katettiği yolu takdire şayandır fakat katedilmeyi bekleyen kısmının yanında az göründüğü için kişi ümitsizliğe düşebilir. Bu da çalışmaya şevkini kırabilir. Oysa, uzak hedefe ulaşmanın yolu, aralara kısa vadeli hedefler yerleştirmektir. Bu, ilkokul birinci sınıfa başlayan bir çocuğun, tüm eğitim serüveni boyunca üniversiteden mezun olduğu güne ulaşmayı planlayıp, bulunduğu yılı başarı ile tamamlamaya odaklanmasını ihmal etmesi gibidir. Netice itibariyle; yakın hedefler, uzak hedeflere ulaşmamız için basamaklar hükmündedir. Bu basamakları uçarak geçmeye çalışmak kişiyi merdiveni tırmanmaktan vazgeçirebilir.
Kendisine yakın hedef koyabilen kişilerin, uzak hedef koyanlara göre daha makul seviyede planlar yaptıkları görülmüştür. Olması gerektiği kadar plan, kişilerin gereksiz kaygılara kapılmasını da önleyecektir. Bir başka deyişle; gereğinden fazla plan kişi için bir kargaşa halidir. Bu ise gereğinden fazla kaygı hali oluşturacaktır.
İhtiyacımız olan, hayatımızı belirli bir düzene sokabileceğimiz kadar plan yapmaktır. Bunu başarabilmek kişilere, gereksiz olaylara ve durumlara fazla kıymet yüklememeyi ve onlara takılmamayı da öğretir. (Birinci sınıf öğrencisinin üniversite sınavının kaygısını çekmemesi gibi) Yani insan bir noktaya gelir ki, işte o noktada kendisinden hem kul olarak, hem erkek ise aile reisi olarak, baba olarak, hanım ise anne olarak, eş olarak beklenileni ve dinen yüklenileni yerine getirdikten sonra teferruata, lüzumsuz ayrıntı kalabalığına, belki adet, gelenek, görenek mecburiyetinin yüklemelerine ve nefsin istek ve arzularının zorlamalarına dur diyebilmelidir. Bu noktada dur diyebilmek en başta kişinin kendisine iyilik etmesi manasına gelir. Biz iyi olursak eşimiz, çocuklarımız, annemiz, babamız ve tüm yakın çevremizde de bunun aksini görebiliriz. Çünkü iyilik bulaşıcıdır. Bu noktada dur diyebilmek, bireylerin istikamette kalmasını da sağlar. Ve hayat kalitelerini de, hayattan aldıkları lezzetlerini de arttıracaktır.
Bizler ahiret hayatımız için dünyaya geçici olarak gönderilmiş kullar olarak yaratıldık. Dünyadaki vazifemiz ebedi cennet hayatını kazanabilmektir. İyiler ile kötülerin birbirinden ayrıldığı bu yerde omuzlarımıza yüklenilen en mühim vazifemiz ebedi cehennem tehdidinden kurtulmaktır. Öyle ise istikameti bulmak ve muhafaza etmek için dünya işlerimize gereği kadar kıymet vermemiz gerekmektedir. Allah Resul’ünün (asm) kıymet verdiği kadar, O’nun dünya için çalıştığı kadar çalışmalıyız burada. Asıl meselemiz ahiret hayatımız ise; asıl kaygımız da ahiretimiz olmalıdır.
Unutmayınız! Dünya işlerimizde ne kadar az plan, o kadar az kaygı.
Ahiret işlerimizde ne kadar çok plan ve gayret, o kadar çok saadet :)