Dünyada altı milyar insan kendi hayatını yaşıyor.
Fakat hiç kimseyi kendi haline bırakmazlar. Ailenin, mahallenin, okulun, patronun, eşin tesirleri insanı sosyal hayatın bir ferdi yapar. İnsan iradesi, denize düşen bir insanın kendisini kurtarmaya çalışmasına benzer. Elbette ki o insan boğulmak istemez, kurtulmak ister. Kocaman denize karşı küçücük bir insan... Amma boğulmak istemeyen o şahıs, denizin büyüklüğünü, dalgaların acımasızlığını değil, nasıl kurtulacağını düşünür...
1952 yılında memuriyete başladım. Çevremdeki arkadaşların içkiyle, kumarla hem sağlıklarını kaybettiklerini, hem fakir düştüklerini hem de itibarsız bir hayat yaşadıklarını gördüm. Böylesi bir gelecekten korkup, o hayattan uzak kalmaya çalıştım.
Anlıyordum ki;
Herkesin kıymeti yaptığı işin kıymeti kadardır.
Herkesin kıymeti, ideali kadardır.
Herkesin kıymeti, tayin ettiği hedefi kadardır.
Mesela Bayram Yüksel ağabey...
Bugünün değerleriyle eline milyonlarca lira para geçti. Hepsini başkaları için harcadı. "Dini, şahsî menfaatine alet edenler" gibi ithamları okudukça, "Gidip de bakınız, değil ki şahsî menfaatini düşünmek, imkânlarının bütününü, gecesini gündüzünü, hatta sağlığını başkaları için harcayan adamı görün!" derdim. Gençlerden, tahsil yapanlardan, ticarette başarılı olanlar, hepsi, hepsi onun talebesiydi; o hiçbirinin hocası değildi. "Allah razı olursa, o bize yeter. O razı olmazsa her şey boş kardeşim." derdi... Bulunduğu zamanı en iyi şekilde değerlendirirdi. Gelecekle meşgul olmazdı. "On elimiz olsa Risale-i Nurlara ancak kâfi gelir." derdi...
Çok güzel bir hayat yaşadı. Keşke ona daha fazla, daha fazla yakın olabilseydim... Bediüzzaman, Risale-i Nurlar, dersler, bunlar çölde vahadır...
Zaman