Bediüzzaman, Peygamberimizden (asm) aldığı ilham ve emirle rüzgarları olan insandır. Ondan etkilenen herkes onun rüzgarı ile kendini Kabe’nin ve mukaddesat-ı diniyenin dersinde bulur. Bu tam yüz yıllık bir tesbittir, herkes kabul ettiği oranda etkilenir ama olağanüstü etkilenenlerden biri Hekimoğlu İsmail’dir. Onu gerçek vatanına uğurladık. Kırkıncı Hoca öldüğünde onu sahabeler karşılamış, keşfi olanlar söylüyor. Hekimoğlu Abi’yi kimler karşılar göster bize Allah’ım.
Babıali’nin kapısını zorlayanlardan biri de Hekimoğlu İsmail‘dir. Hem gazete yazarlığı hem romancı ve denemeci kimliğiyle öne çıkmıştır, konferanslarıyla da toplumun islami şuurunun artmasını sağlamıştır. Siyasi olayların da içinde olan Hekimoğlu bunlardan hasarsız ayrılmış, istikrar göstermiştir.
1932 yılında Erzincan’da doğan Hekimoğlu İsmail, müstear adını Hekimoğlu lakabıyla tanınan dedesi İsmail Efendi’den aldı. Babası Fahri Efendi, Kazım Karabekir Paşa’nın ordusunda uzun yıllar askerlik yapmış ve İstiklâl Madalyası kazanmıştı. 4 yıl askerlik yapıp memleketine döndüğünde harap olan evinin onarımı için İstiklal Madalyası’nı satmıştır. Anne ve babasının okuma yazması olmaması sebebi ile kitap içinde bulunmayan bir evde büyümüştür. Annesi, Kemahlı Mahbube Hanım, bir Osmanlı hanımefendisiydi.
Ömer Okçu, ilkokul birinci sınıfa giderken, 12 Aralık 1939 gecesi yaşanan büyük Erzincan depreminde göçük altında kaldı ve yaralı olarak kurtarıldı. Ağabeyi Hakkı ile kız kardeşi Bedriye’yi bu depremde kaybeden yazar, o kışı ailesi ile çadırda geçirmek zorunda kaldı. Ancak bir yıl sonra okuluna dönebilen Ömer Okçu, 1946’da ilkokulu, 1950’de ortaokulu çok zor şartlar altında bitirdi.
Ortaokulu bitirdiğinde, yerde bulduğu gazete parçasında bir ilan gördü. Zırhlı Birlikler Okulu’na askeri öğrenci aranıyordu. Depremden sonra maddi sıkıntı içinde olan ailesine bir an önce destek olmak maksadıyla, astsubay olmaya karar verdi. Az bir harçlık ve bir tahta bavul dolusu peksimetle yola çıktı. Bu yolculuk, toplam 22 yıl sürecek askerlik hayatının da başlangıcıydı.
Askerlik hayatı boyunca Amerika’da 10’dan fazla eğitimlere katılmıştır. Birçok defa Avrupa’ya da gönderilen Okçu, bu geziler hakkında “Avrupa’yı İslamiyet’ten fazla bilirim, Allah beni affetsin. Yani hayatımı oraya harcadım. Avrupa ülkelerini bir bir dolaştım. Ordu beni dolaştırdı, orduya minnettarım” demektedir. 1958’de New York’tan İstanbul’a gelirken Atlas Okyanusu üzerinde iken 4 motorlu uçağın 3 motorunun stop etmesi sonucu bir ölüm tehlikesi atlatmıştır. Askerlik hakkında “Askerlik çok iyi bir meslek. Ben kültürümü orada artırdım, orada tahsil yaptım. Orada dinimi, imanımı öğrendim. Dünyaya tekrar gelsem, her hâlde yine asker olurdum. Askerlik tabii ters gidene de çok kötü bir meslek” diyen Ömer Okçu, ilk kez 1957’de gördüğü Kuran’ı okumanın yanında, Arapça, İngilizce ve Osmanlıca’yı da kendi çabasıyla öğrenmiştir.
1952’de askeri okulu tamamlamasının ardından Kartal Maltepe’deki 1. Zırhlı Birlikler Tugayı’nda Tank Astsubayı olarak göreve başlamış, bir süre Erzurum, Kandilli’de görev yapmasının ardından 1960’ta Hava Kuvvetleri’ne geçerek füzeci olmuştur. Amerika’ya elektronik üzerine 6 aylık eğitime gönderilmiş ve füzeler üzerinde uzmanlaşmıştır.
1952’de Nihal Atsız’ın teşvikiyle bir yandan milliyetçi kitap ve dergileri, bir yandan da Batı klasiklerinin büyük bir bölümünü okudu. Sefiller ve Monte Cristo Kontu en çok etkilendiği kitaplar oldu. 1953’te Serdengeçti ve Büyük Doğu dergileriyle tanıştı. O güne kadar hiçbir dinî eğitim almayan ama dergilerde okuduğu İslami hayattan etkilenen Ömer Okçu, bu konuda araştırmalar yaptı. İlk işi Ömer Nasuhi Bilmen’in ilmihalini okuyup namaza başlamak oldu. Bu dönemde sık sık camilere gitti ve tanıştığı hocalara sorular sordu.
Yine aynı dönemde Said Nursi’nin dinî kitaplar yazdığını ve bu yüzden hapiste olduğunu öğrendi. Bundan çok etkilenip Risale-i Nurları okumaya ve anlamaya çalıştı. Dinle ilgilenmeye başlaması üzerine eserleriyle tanıştığı Said Nursi ile bizzat tanışmak için 1957’de Emirdağ’a giderek Said Nursî’nin talebeleri arasına katılmış, daha sonra Erzurum’da sohbetine katılarak tanıştığı Mehmet Kırkıncı’ya da talebe olmuştur.
1959’da Şermin Hanım ile evlenmiş ve bu evliliğinden Osman ve Ayşe adında iki çocuğu olmuştur. Necip Fazıl tarafından neşredilen Büyük Doğu dergilerini satın alıp otobüslere, vapurlara, trenlere bırakmaya başladı.
1954’te kendi kendine Kur’an okumayı, Osmanlı Türkçesini ve yardımcı kitaplarla İngilizceyi öğrendi. Sık sık Sahaflar Çarşısı’na uğramaya başladı. Zaman zaman Zeyrek Camii’nde Mehmed Zahid Kotku Efendi’nin sohbetlerine katıldı.
1956 Ağustos’unda Erzurum-Kandilli 6. Zırhlı Tugay’a tayini çıktı. Bu dönemde hafta sonları Mehmed Kırkıncı Hoca’nın, Erzurum Murat Paşa Camii’ndeki sohbetlerine katıldı.
1958’in başlarında Bediüzzaman’ın Tarihçe-i Hayat’ı eserinin basıldığını öğrendi ve bir grup arkadaşıyla birlikte Emirdağ’da Bediüzzaman’ı ziyaret etti.
Tuzla Uçaksavar Okulu’nda katıldığı 6 aylık kursu başarıyla tamamlayan Ömer Okçu, Amerika’ya füze eğitimi almaya gitti. Amerika’dan Necip Fazıl’a yazdığı mektup Büyük Doğu’da yayınlanınca bu dergideki yazarlığı başlamış oldu. Türkiye’ye döndükten sonra 1959 yılında evlendi. Ümraniye’deki evinde geceleri gizli gizli Minyeli Abdullah romanını yazdı.
İlk kez 1967’de Babıali’de Sabah gazetesinde tefrika edilen Minyeli Abdullah otuz yılda yüzden fazla baskı yaptı; 1989’da (ikinci bölümü 1990’da) Yücel Çakmaklı tarafından sinemaya aktarıldı. Bu kitap, “İslami roman”ın öncüsü olarak kabul edildiyse de kendisi “romanları İslâmi olan olmayan diye ayırmak yanlıştır” görüşünde.
1967’de yayın hayatına başlayan İttihad gazetesinde “His ve Fikir” başlığıyla 1971’e kadar köşe yazıları yayımlandı. Hekimoğlu İsmail imzasıyla yayımlanan Minyeli Abdullah romanından dolayı evi arandı, pek çok defa sorgulandı. Bunca baskınlara, sorgulara rağmen yazmaktan vazgeçmedi. 1972 yılında ordudan emekli oldu.
1972’de ordudan emekli olan Okçu, Nurcu kimliği sebebi ile birçok kez üstlerine şikayet edilmesine karşın çalışkanlığı ve bilgisi onun ordudan atılmasını önlemiştir. Ancak, askeriyede birçok defa da mahkeme kararı ile olmasa da komutan emri ile hapis cezası almıştır. 1972’te Yeni Asya gazetesinde makaleleri neşredildi. 1974’te İstanbul’da kurduğu Türdav Basım Yayın Ticaret Limited Şirketi’nde genel müdürlük yaptı.
Yurt içinde ve yurt dışında yüzlerce konferans verdi. 1976 yılının Ocak ayında Sur Dergisi’ni çıkardı. Dergide on farklı isimle yazılar yazdı. Aynı yıl Hizmet Vakfı’nın müdürlüğünü üstlendi; Risale-i Nurlar’ı bastırmaya başladı. Böylece Sözler Yayınevi kurulmuş oldu. Ardından “Tevafuklu Kur’an”ın ilk basımını gerçekleştirdi.
“Yazılamayan Eser” adlı tek kişilik oyunu 1978’de Abdullah Kars tarafından 120 defa oynandı. 1982’de arkadaşlarıyla birlikte Timaş Yayınevi’ni kurdu.
Kimliği ortaya çıkmasının ardından 163’üncü maddeden yargılanmıştır. Minyeli Abdullah romanı 1986’da toplatılıp sonra serbest bırakılmıştır. 26 Ocak 1987 tarihli duruşmasında bu roman ile devlet düzenine karşı çıkmakla suçlanmıştır.
Yazıları sebebi ile 11 defa hakkında soruşturma açılmıştır. “Demek ki öyle…” başlıklı, Harp Okulları sınavına İmam Hatip Lisesi’ne gittiği için kayıt yaptıramayan gençlerin ve ailelerinin durumlarını konu aldığı yazısının ardından Türk Ceza Kanunu’nun 159. maddesini ihlal ettiği sebebi ile 1 sene mahkumiyet cezası almış, infaz yasası gereği cezasında indirime gidilmesi üzerine 1992’de Şile Kapalı Ceza ve Tevkifevi’nde 72 gün hapis yatmıştır.
Birkaç kere DGM’ye çıkarılan Okçu, 1994’te 15 yıl ağır hapsinin istenmesine karşın delil yetersizliğinden beraat etmiştir. 1994’te Harran Üniversitesi Fahri Edebiyat Doktorası unvanına layık görüldü.
Hekimoğlu İsmail, 3 Şubat 2002 Pazar günü Eyüp Sultan Camii’nde sabah namazı kılarken beyin kanaması geçirdi ve yoğun bakıma alındı. Dört buçuk ay sonra hastaneden evine taburcu edildi. 1 Mart 2002’de ikinci defa beyin kanaması geçirmiştir. Kendisine müdahale eden doktorların yüzde 5 yaşama şansı vermesine karşın hayatta kalmış ancak vücudunun sol tarafı felç olmuştur. 10 Haziran 2009’da mide ve bağırsak rahatsızlığı nedeniyle yeniden hastaneye kaldırılmış ve yeni bir ameliyat geçirmiştir.
Hastalık sonrası sol kolunu ve bacağını kullanmakta zorluk çeken Hekimoğlu İsmail, kitap çalışmalarına, köşe yazılarına kaldığı yerden devam etti. Menan Cinleri ismiyle yazdığı hikâye kitabı, tiyatroya uyarlandı. Tercüman Çocuk dergisinde yazdığı yazıları daha sonra çocuk kitabı olarak yayımlandı.
Hekimoğlu İsmail, İslamcı kesim için çok önemli bir isim. Çünkü “ilk İslami roman”ı yazan kişi ve o kesimde ilk yayıncılık işine girenlerden biri. Yazdığı Minyeli Abdullah romanı, sadece “ilk islami roman” olmakla kalmadı, bugünkü islami kesimin yetişmesinde önemli bir yere sahip oldu. Bugün “ülkeyi yönetenlerin neredeyse tamamının” okuduğu, etkilendiği, “yaşam biçimini oluşturduğu” bir kitap aynı zamanda.
Türkiye’de insanların hayatlarını etkileyen, bir ideale sahip kılan ve “harekete geçiren” birkaç kitap vardır. Bu kitapların başında Reşat Nuri Güntekin’in Çalıkuşu romanı gelir. Hem çok etkileyici aşk romanıdır, hem de ülkenin sosyal sorunlarını çok güzel aktarır. Roman kahramanı Feride, İstanbul Erenköy’deki köşkten ayrılır ve Anadolu’nun köylerinde, şehirlerinde öğretmenlik yaparak, “cehaletle ve yoksullukla” mücadele eder. Sonunda sevdiğine de kavuşur.
Çalıkuşu ideolojik bir roman değildir, ancak ideolojik romanlardan daha etkili olmuştur. Romanı okuyan o dönemin kızları Anadolu’da öğretmenlik yapmak için sıraya girmiştir. Cumhuriyetin ilk öğretmenleri kadın olsun, erkek olsun kendini Feride gibi görmüştür. Uzun yıllar bu etki sürmüştür, hala okunan nadir romanlardandır.
Hekimoğlu İsmail’in Minyeli Abdullah romanı da benzer bir etkiyi İslami kesimde göstermiş, “roman okumayan”, hatta “romanı batı işi, gavur işi” gören büyük bir kesimi tesiri altında bırakmış, 70’li yıllardaki dindar erkekler kendini Minyeli Abdullah gibi görmüştür. Minyeli Abdullah “pısırık bir Müslüman” değildir, kenarda köşede sessiz yaşamaz, sosyal olayların içindedir, Müslümanların birliği, dirliği için koşturur, fedakardır, örnek bir insandır. Yazar, o dönemin şartlarından çekindiği için Abdullah’ı Türkiye’den biri değil de, “Mısır’dan biri” gibi anlatmıştır ancak okuyanlar onun “Türkiyeli Abdullah” olduğunu anlamış ve kendisiyle özdeşleştirmiştir.
Yine aynı dönemlerde bir İslami roman daha büyük bir etkiyle İslami kesimi etkileyecek, Şule Yüksel Şenler’in Huzur Sokağı romanı da islami kesimin kadınlarını, kızlarını tesir altına alacaktır. Minyeli Abdullah ve Huzur Sokağı romanları, milyondan fazla satan, okunan eserlerdir ve hala okunuyorlar
Hekimoğlu İsmail “nurcu” kökenli bir yazar. Şule Yüksel Şenler ise “Milli Görüş” çizgisinden geliyor. Ama her ikisi de karşı tarafları da etkileyen, saygı duyulan yazarlar oldu. Nurcular bir zamanlar Yeni Asya çatısı altında en büyük grupken, Hekimoğlu İsmail “en meşhur” yazarlarıydı. İlk yayınevi Mihrap Yayınları Minyeli Abdullah romanıyla kuruldu, daha sonra Yeni Asya Yayınları adıyla devam etti.
Yeni Asya cemaati en güçlü durumdayken, Hekimoğlu İsmail en çok okunan yazarıyken, Minyeli Abdullah romanı peynir ekmek gibi basılırken, Hekimoğlu İsmail o “büyük cemaate rest çekti” ve ayrıldı. Cemaati fazla politize olmakla itham ederek ceketini alıp çıktı ve Türdav Yayınları’nı kurdu. Oysa Yeni Asya Yayınları o dönemde kamyonlarla kitap satıyordu, sağ kesimin en büyük yayıneviydi ve o kesimin en tanınmış yazarları Ahmet Şahin, Yavuz Bahadıroğlu, Vehbi Vakkasoğlu gibi isimler de bünyesindeydi.
Hekimoğlu İsmail’in terk edişi Yeni Asya cemaati için büyük bir şoktu. Herkes şaşırıyor, büyük bir kayıp olarak görüyordu. Yeni Asya cemaati Minyeli Abdullah romanını bir süre daha bastı, ancak Türdav’da yayınlanmaya başlayınca taraftarlara okunmasını yasakladı ama roman en çok satan eser olmaya devam etti.
1977 seçimlerinde Yeni Asya gazetesi, “Adalet Partisi bayraktarlığını ve Demirel sevdasını” iyice artırdı, CHP’ye ama en çok da MSP’ye ve Erbakan’a ağır hücumlarda bulunmaya başladı. “İşte MSP” adıyla yayınladıkları broşürü ülkenin her tarafında bedava dağıttılar. Bu broşürde sadece MSP’nin komümistlerle işbirliği yaptığından bahsedilmiyordu, “ayran içen” MSP’li bakan Korkut Özal, “içki içiyormuş gibi” yansıtılıyordu.
Hekimoğlu İsmail broşürü hazırlayanlara telefon açarak çıkıştı:
“Korkut Özal’ın içki içmediğini herkes biliyor, şimdi pek çok insan içki içtiğini sanarak su-i zan besleyecek. Bunun vebalini nasıl taşıyacaksınız?”
Broşürü hazırlayanlardan biri pişkince cevap verdi: “Seçimden sonra tövbe ederiz abi.”
Hekimoğlu İsmail, Türdav şirketini ve yayınevini güçlendirdikten sonra, “en güçlü” zamanında bir anlaşmazlık nedeniyle rest çekerek ayrıldı ve 1982 yılında Timaş Yayınları’nı kurdu. Bu yayınevi daha sonra sağ kesimin en güçlü yayınevi haline geldi.
Hekimoğlu İsmail 2002’de rahatsız olunca, yayınevi yönetimini bıraktı, sadece Zaman gazetesine yazı yazmaya devam etti. “AKP-Cemaat işbirliğinin yoğun olduğu” dönemde, yayınevinin önemli yöneticileri cemaattendi. Cemaatin en kolladığı yayınevlerin başında geliyordu.
Fakat “AKP-Cemaat kavgası” başlayınca cemaatçi yayın yönetmeni Emine Eroğlu, önce Sufi Kitap’a kaydırıldı. 17/25 Aralık olayından sonra, Emine Eroğlu Timaş’ın da beklemediği ölçüde “aktif abla olduğu” ortaya çıkıp, Zaman gazetesine de yazarlık yapmaya başlayınca yayınevinden çıkarıldı. “Cemaat-AKP içiçeliği” sadece Timaş’ta değil, Nesil, Hayat gibi yayınevleri başta olmak üzere, çoğu yayınevinde vardı ve kavgadan sonra zor durumda kalmışlardı. Timaş’ta pek çok cemaatçi yazarın kitabı, Nesil’de Fethullah Gülen’in, Cemil Tokpınar’ın, Halit Ertuğrul’un, Hayat’ta Önder Aytaç’ın kitapları yayınlanmıştı.
Timaş’ın durumu biraz daha zordu. Hem yöneticilerden bazıları cemaattendi, hem de bir zamanlar editörlüklerini yapan Cem Küçük, Graham Fuller’in birkaç kitabını yayınlamıştı. Fuller’in kitabını yayınlamak bile başlı başına itham konusuydu.
15 Temmuz gecesi bütün adı geçen yayınevleri “Fetö darbesine karşı olduklarını” açıkladı. Ama en çok merak edilen Hekimoğlu İsmail’in tavrıydı. Timaş Fetö’ye karşı olduğunu ilk andan itibaren twitter’den duyurmuş, yazarları da bir duyuruya imza atmıştı. Ancak Timaş’tan çok “Hekimoğlu İsmail’in tavrı” merak ediliyordu. Çünkü başta Cumhurbaşkanı Erdoğan olmak üzere Ak Partililerin sevdiği saydığı bir isimdi. Ama Hekimoğlu İsmail, “Fethullah Gülen’i ve cemaati çok sevmiş”, yazılarında ve konuşmalarında övmüş, “Gülen’in talebesi olmaktan şeref duyduğunu” ifade etmişti.
“Hekimoğlu İsmail cemaati çok seviyor, zaten ağır hasta, ne olduğunu bile belki anlamıyordur” derken, “Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’a yanında olduğunu belirten” bir mektup yazdı. “Gülen’e ve cemaate kıyamaz” diye düşünülürken gelen bu mektup Gülen cemaati tarafından şaşkınlıkla karşılandı. Çünkü Hekimoğlu İsmail sadece bir yazar değil, bir “sembol”dü ve bir “kanaat önderi”ydi.
Ama asıl şok başka türlü geldi.
Hekimoğlu İsmail, son kitabıyla her iki tarafı da şok eden bir çıkış yaptı. Kitabın adı: Müslüman Darbeci Olamaz. Alt başlığı da var: Musibet Mektebi. Kitabın kapak içlerinde “15 Temmuz’da şehit düşenlerin isimleri” rahmet ve minnetle yayınlanmış. En son sayfa ise, Timaş yazarlarının Fetö’ye karşı duran bildirileri var.
Zaman’ın en çok okunan yazarı, Gülen’i sevdiğini herkesin bildiği bir isim olan Hekimoğlu İsmail, cemaati “Musibet Mektebi” olarak nitelendiriyor son kitabında. “Hayırlı işler yaptığı sanılan, güzel insanlar yetiştirdiği düşünülen cemaat mektepleri”, meğer Musibet Mektebi’ydi ve bu Musibet Mektebi’nden yetişenler “darbeci” olmuşlardı, milletin silahıyla milleti vurmuşlardı. Bunlar “gafildi, haindi”.
Kitabın sayfaları çevrildikçe Hekimoğlu İsmail’in “hastalığına ve yaşlılığına” rağmen “ne kadar öfkeli olduğu” anlaşılıyor.
“Türkiye, 15 Temmuz 2016 Cuma günü çok tehlikeli darbe girişiminden, büyük bir badireden kurtuldu çok şükür. Cumhurbaşkanına suikast düzenlenmesi, Meclisin bombalanması, tankların insanları ezmesi akıl alacak hadiseler değil.
Allah’ın yardımıyla yüz binlerce insanların sokaklara çıkması, bombalara kurşunlara aldırmadan darbeyi önlemesi dünyada görülmüş değildi. Bu zamana kadar darbelere karşı çaresiz kalan, bir şey yapamamanın acısını yıllarca yaşayan millet adeta bir istiklal savaşı verdi. Bu şanlı milletimizin her birini kahraman gördüm.”
Önsöz’deki bu ifadelerden sonra kendi hayatından kesit sunan yazar, “bir zamanlar Türkiye’de İslam’ın yaşanamadığından” bahsediyor. “İlkokula yeni başlamış, küçücük bir çocukken okulda alfabeyi ilk açtığımda evdeki alışkanlığa uyup “Bismillah” demiştim. Öğretmenim bunu duymuş ve cetvelle parmaklarımın ucuna defalarca vurmuştu. Ağlatıncaya, bağırtıncaya kadar vurmuştu. Ondan sonra ne ben, ne de diğer arkadaşlarım “Bismillah” demedik. Hattâ evde bile bismillah demeye korktuk. Böylece bismillahsız büyüdük.”
1953’te koca Süleymaniye camiinde üç kişiyle namaz kıldığını, o yıllarda komünist, türkçü olduktan sonra kendi kendine İslam’ı bulup yaşamaya çalıştığını, sonra üç gayesi olduğunu anlatıyor. “1. Kaybolmuş yardımlaşmayı sağlamak. 2. Müslümanlar arasında yıkılan güven duygusunu yeniden tesis etmek. 3. Alnımıza çalınmış “beceriksiz” lekesini silmek.”
DARBECİLER MİNYELİ ABDULLAH’LARA MAĞLUP OLDU
Minyeli Abdullah’ı yazdığı dönemde yaşanan sıkıntıları anlattıktan sonra, “Çok şükür ki şu an Türkiye’de İslâm en rahat şekilde yaşanabiliyor. Cumhurbaşkanı, Meclis Başkanı, Başbakan, Bakanlar namaz kılıyor. Eskiden bunları hayal bile edemezdik.” diyerek günümüzde büyük mesafe alındığını dile getiriyor. Durum böyleyken vatanına küsen, düşman olan Gülen cemaatini “hainlikle” itham ediyor: “Bir Müslüman hiçbir zaman vatanına küsemez, vatan sevgisini yok edemez, hele düşman olamaz. Hele bugünkü Türkiye’de vatanına düşman olan dindar, dindar değil gafildir, haindir.”
Darbeye neden karşı olduğunu, hükümetin neden yanında olmak gerektiğini ise şöyle anlatıyor.
“Çok şükür, bugün Cumhurbaşkanı’ndan vatandaşına kadar İslâmı yaşayan insanlar büyük çoğunlukta. Kızlarımız okullarında başörtüsü sıkıntısı yaşamıyor. Kimsenin de başının açık mı kapalı mı olduğuna bakılmıyor. Başı örtülü de okuyabiliyorlar, başı örtülü hakim, kaymakam, polis, milletvekili, bakan olabiliyorlar. Minyeli Abdullah’ın yazıldığı dönemde bunlar rüyada bile görülemezdi.”
15 Temmuz 2016 kanlı darbe girişimini önleyenlerin Minyeli Abdullah’lar olduğunu söylüyor. “Meclis’i bombalayanlar, dindar Cumhurbaşkanımızı öldürmeye çalışanlar, yüzlerce vatandaşı şehit edenler, binlerce insanı yaralayanlar, Minyeli Abdullah’lara mağlup olmuştur.”
Fetö’ye acımamak gerektiğini ise şu kızgın sözlerle dile getiriyor:
“Öz sinesine günah dinamitlerini yerleştirip, cemiyetin dalâlet kibritiyle fitilini ateşleyen Müslümanlara, Allah da acımaz. Çünkü bilerek zarara gidene merhamet olunmaz!”
Gülen’in “sapıtan âlim” olduğuna da değiniyor bir yerde:
“Kur’ân caddesinde yürüyenle, sapıtan bir değildir. Âlimle cahil müsavî olamaz. Haddini bilenle aşan, aynı terazide tartılamaz.”
Cemaat mensuplarına ise şu nasihatı veriyor:
“Dünyayı sahibine bırak; sen, kendi kendine sahip olmaya çalış, kendine gel!.. Başkalarının derdine ağlarken, dert küpü haline gelme. Gafleti bırak, tövbe ateşiyle yan, karanlık dünyamıza bir mum ol, yeter.” (Asiye Güldoğan, odatv)