Badem’e de yazı mı yazılırmış sayın yazar? Edebiyatımızda insan dışındaki nesnelere şiirler yazılmış.
Orhan Veli Kanık, kızılcık diye bir şiir yazmış.
KIZILCIK
İlk yemişini bu sene verdi,
Kızılcık,
Üç tane;
Bir daha seneye beş tane verir;
Ömür çok,
Bekleriz;
Ne çıkar?
***
Şimdi bizim evin önünde üniversitede bir badem ağacı var. Bugün balkonda bir badem gördüm üzerinde, üç yıldır görmemiştim. Hz. Adem dünyaya geldiğinde yalnızdı, babamız acaba etrafına baktı ne düşündü? Koca dünya ben Hazreti Adem, Allah’ın ne yapacağım bu uçsuz bucaksız dünyada demiş sızlanmış mıdır? Bilmiyoruz belki ağlamış dua etmiştir. Allah’ım beni bu yalnızlıktan kurtar diye. Çünkü koşmadan, bağırmadan bir şey elde edilmez.
Hz. İbrahim (A.S.), Hacer validemizi Safa Merve’nin düzüne bıraktığında yanında çocuğu küçücük, su yok, birşey yok. Allah böyle istedi burada kalacaksın. Ama o itiraz etmemiş, o istediyse olsun demiş. Hiç şikayet etmemiş su yok. O da su aramaya çıkmış yedi defa gitmiş gelmiş. Yedi kutsal bir rakamdır, Cennet’in yedi kapısı vardır. İnsanın namaz kılarken yedi uzvu yere değiyormuş. Fatiha-i Şerif, Kırkıncı hoca hep şerif kullanmadan kutsal sözleri tekrar etmezdi. Yedi ayetten oluşuyor, cennet yedi kapılı, Fatiha-i Şerif yedi ayetten oluşuyordu. Hocam, Mesnevi’ye de o meşhur Hazreti Mevlana’nin kitabına Mesnevi-i Şerif derdi. Öyle ya Kur’an şerefli bizim şereflerimiz ondan, bizde ne kadar varsa o kadar. Mesnevi’de şerefli çünkü Kur’an’dan sonra en çok okunan kitaplar listesinde. Pamuk Prenses ve Yedi Cüceler yazarı sayı saymayı bilmiyor muydu da yedide kaldı? Bütün dinlerde yedi kutsal bir sayı. Yedi deli derler ya neden yedi deli de sekiz değil?
Bizim badem ağacı Orhan Veli’nin kızılcığı gibi bir tane. O şair ona bakmış düşünmüş. Ben şair miyim, son zamanda şair oldum sanki. Zulüm dehaların mektebidir demiş biri, zulüm beni şair yaptı, hislerim de olağanüstü oldu hayret. Demek Bediüzzaman‘a o olağanüstü eserleri yazdıran bir neden de zulüm. Kastamonu‘da ölüme terkedilmiş, kapısı olmayan bir eve tıkılmış, ölsün diye. Sevenleri bir kapı açmış ona yiyecek ve yatak vermişler. O Kastamonu düzlerinde ağaçlıklarında Ayet’ül Kübra’yı yazmış. O kitap olağanüstü bir kitap bir büyük felsefi, kelami ve edebi roman. Görevliler gelip yazdıkları parçaları elinden almış atmışlar o da hiç dert etmemiş. Bundan sonra yazdıklarını ağaç kovuklarına koymuş, öğrencileri gelip oradan almışlar. Böyle bir zulümde biz ne yaparız acaba? Sonra Münacaatı yazmış o da münacaat tarihimizin en büyük metni. Birileri darılmasın getirip kıyaslayalım. Divan şiirindeki münacaatlarla, Şinasi’nin Münücaatıyla daha nice münacaatlar var. O eser de harika başlar.
Hak Taala azamet aleminin padişehi
La mekandır olamaz saltanatının tahtgehi
Hastır zatı ilahisine mülkü ezeliezelî
Bî-hudûd anda olan kevkebe-i lem-yezeli
Eser-i hikmetidir yerle göğün bünyâdı
Dolu boş cümle yed-i kudretinin îcâdı
İzzet ü şânını takdis kılar cümle melek
Eğilir secde eder pîş-i celâlinde felek
Emri vech üzre yer eyler gece gündüz hareket
Değişir tâzelenir mevsim-i feyz ü bereket
Pertev-i rahmetinin lem'asıdır ayla güneş
Tâb-ı hışmından alır alsa cehennem âteş
Şerer-i heybet-i ulviyyesidir yıldızlar
Anların şûlesi gök kubbesini yaldızlar
Kimi sâbit kimi seyyar be-takdîr-i Kadîr
Tanrı'nın varlığına her biri bürhân-ı münîr
Varlığın bilme ne hâcet küre-i âlem ile
Yeter isbâtına halk ettiği bir zerre bile
Göremez zâtını mahlûkunun âdî nazarı
Hisseder nûrunu amma ki basiret basarı
Vahdet-i zâtına aklımca şehâdet lâzım
Can ü gönlümle münâcât ü ibâdet lâzım
Neş'e-i şevk ile âyâtına tapmak dilerim
Anla var Hâlik'ima gayri ne yapmak dilerim
Ey Şinâsî içimi havf-ı İlâhî dağlar
Sûretim gerçi güler kalb gözüm kan ağlar
Eder isyanıma gönlümde nedâmet galebe
Neyleyim yüz bulamam ye's ile afvım talebe
Ne dedim tövbeler olsun bu da fi'l-i şerdir
Benim özrüm günehimden iki kat bed-terdir
Nûr-ı rahmet niye güldürmeye rû-yi siyehim
Tanrı'nın mağfiretinden de büyük mü günehim
Bî-nihâye keremi âleme şâmil mi değil
Yoksa âlemde kulu âleme dâhil mi değil
Kulunun za'fına nisbet çoğ ise noksanı
Ya anın kahrına galib mi değil ihsanı
Sehvine oldu sebeb acz-i tabiî kulunun
Hem O'dur âlem-i ma'nîde şefî'i kulunun
Beni afvetmeğe fazl-ı ilâhîsi yeter
Sanma hâşâ kerem-i nâ-mütenâhîsi biter
Bediüzzaman‘ın Münaacatı ise emsalsiz bir eserdir, sadece kendini tanıttığı mukaddeme diyeceğimiz yerde eseri ile ilgili kendisi bilgi verir, teknik başarısını anlatır. Ne kadar intizamlı düşünmüş.
“Bu Sekizinci Hüccet-i İmaniye, vücub-u vücuda ve vahdâniyete delâlet ettiği gibi, hem delâil-i kat'iye ile rububiyetin ihatasına ve kudretinin azametine delâlet eder.
Hem hâkimiyetinin ihatasına ve rahmetinin şümulüne dahi delâlet ve ispat eder.
Hem kâinatın bütün eczasına hikmetinin ihatasını ve ilminin şümulünü ispat eder.
Elhasıl, bu Sekizinci Hüccet-i İmaniyenin her bir mukaddimesinin sekiz neticesi var. Sekiz mukaddimelerin her birinde, sekiz neticeyi delilleriyle ispat eder ki, bu cihette bu Sekizinci Hüccet-i İmaniyede yüksek meziyetler vardır.”
Gerçekten yüksek meziyetler var, o kadar matematik, ilmi ve büyük bir tasarımla düşünüyor ki eserde sekiz bölümde semavattan yer yüzüne sanatüt tedelli, şimdi ona bakıp da girmediğimiz şeyler bunlar. Onlara taalluk eden ilmi bilgilerle müşterek götürür. Bu kadar ilhamın arkasında bu kadar geometrik ve düzenli düşünce hayret ne hayret. İlimle dini bir münacaat metninde götüren başka bir metin yok, tahkik edilsin herşeyde fenlerin bakışı ile dinin naslarını birleştiren büyük dahi.
Tevfik Fikret’in şiiri
ÇINAR
Hani bir gün seninle Topkapı’dan
Geliyorduk, yol üstü bir meydan
Bir çınar gördük: Enli, boylu, vakûr
Bir ağaç; hiç eğilmemiş, mağrûr
Koca bir gövde; belki altı asır,
Belki ondan da fazla, dalgın, ağır,
Kaygısız bir ömür sürüp gelmiş;
Öyle serpilmiş, öyle yükselmiş,
Ki civarında kubbeler, damlar
Onu haşyetle seyreder gibidir.
Duyulan onun hep menâkıbidir.
Görülen hep odur uzaklardan;
Fakat ayyûka ser çeken, uzanan
Bu mehabetli gövde çırçıplak,
Ne yeşil bir filiz, ne bir yaprak…
Kuruyor; âh, pek yazık! Şu derin
Şerha böğründe belki bir hain
Baltanın, bir gazaplı yıldırımın
Zehridir..Söyle ey çınar, bağrın
Hangi odlarla yandı? Hangi siyah
Kurt içinden kemirdi? Hasta, tebâh,
Seni kim şimdi bağlayıp saracak?
Kim şifalar verip de kurtaracak?
Söyle ey mustarip vatan, bildir;
Çektiğin hangi kanlı seyyiedir
Fikret, imparatorluğun büyüklüğünü anlatıyor ama sonunda nasıl perişan olduğunu söylüyor, bir kurtarıcı el arıyor. Osmanlı hep büyük bir çınara benzetilmiş. Fikret de Akif de ağlarlar olanlara, imparatorluğun haline ama Fikret’in itikadı güçlü değil. Akif de büyük eleştiriler yapar ama sonunda Allah’a döner. Bugün de böyle bir yazı geldi içimden derin ve harika.