Abdülkadir Badıllı ağabeyle Risale Akademi'nin düzenlediği Denizli Ağabeyleri panelinde birlikteydik, orada konuşmuş bu notları almıştım. Daha sonra Kastamonu’da Anadolu Ağabeyleri programında görüştük. Hasta olmasına rağmen Kastamonu’ya gelmişti. Konuştu ve ağladı, artık yola girmişti hissetmiştim.
Bu yaşlı adam koşa koşa gelmişti Üstadı anlatmaya. Ben de otuz saat yol gittim bir tas çorba içtim. Onun gelecek olması ve Bediüzzaman’ın Kastamonu’da çektikleri beni oraya çekti. Badıllı Abi kendi kendini yetiştirmiş otodidakt bir şahıstı, eskilerin tabiri ile çelebi. Arapçayı okuya yaza öğrenmişti. Derin bir ilmi vardı ve inanılmaz belgeci idi. Her konuştuğunu vesika ile müberhen hale getirmek mutadı idi.
Beyrut’ta iken bir muhaddis, Risale-i Nur'da geçen bir hadis için mevzu der. Muhatabı yayın evi sahibi Muhammed el Abbas'tır. Muhaddis, "Ne diyorsun" deyince Abbas, "Bediüzzaman gibi bir zat hadis demişse, kalkar başkası mevzu derse, bu bahiste bir şey söylenmez. Bu adam öldürülür" der. Badıllı abi Abbas'a, "Sen bunu böyle demeyecektin. Şu hadis falan kitaplarda mevcuttur, karakteri şudur, diyeceksin. Muhaddis gibi konuşacaksın" diye karşılık verir.
Bu anısını anlatan Badıllı abi daha sonra da şlunları söylemişti:
"Adam kızmadı ben de o gün karar verdim Bediüzzaman’ın eserlerinde geçen hadisleri araştırmaya başladım. O günde sonra yazmaya başladım. Mufassal Tarihçeyi Hayat'ı yazdım. Cemal Kutay'ın tezleri beni rahatsız etti. Hiçbir şey bilmiyor kendini biliyor sayıyor. Bu adamın anlattıkları Üstadın hayatında yok, dinlemediler ve onu meşhur ettiler. 1983'de Gaziantep’te hapisteyken yazdım. Dört ay orada yatmıştım. Cemal Kutay’ın kitabından sonra dört yıl çalıştım Mufassal’ı yazdım.
Sonra Kudsi Kaynaklar kitabına başladım. Birçok kitap araştırdım. Hadis ağırlıklı tefsir kitaplarını okudum. Bunun için dünyayı epeyce gezdim. Pakistan, İran, Afganistan, Arabistan, Mısır, Suriye, Lübnan. Hadis kaynaklı tefsir ve diğer hadis kitaplarından 6 bin cilt kitap topladım. Daha sonra on bin oldu. Urfa'da kütüphanemde oturdum, nerede hadisler geçiyor onu takib ettim. Kitapları gözden geçirdim. Tetebbuat yaptım.
Mufassal Tarihçeyi Hayat için bazı zatlar dedikodu yaptılar. Arkadan ne diyorsunuz gelin beraber oturup konuşalım dedim. Ben Üstada mehdi dedim, belge yok dediler. Hakikaten belge yoktu ama sonunda Akgündüz, onun seyyidliğini otantik hale getirdi. Bana kara çaldılar, ben aldırmadım.
Akgündüz, Musul'a gitti orada iki arab aşiretini gördü, onların nesebcileri onu teyid etmişler, Geylani Hazretleri'nin soyundan gelmiş. Bediüzzaman kendini Hazreti Ali’nin manevi veledi olarak görüyor.
"Bediüzzaman ve Din Tılsımları". Otuz üç tılsım seçtim. İmamı Gazali’nin sözleri onları ortaya koydum. İmam Muhammed’in sözlerini ortaya koydum. Diğer zatların sözleri var. Üstadın tılsımlar konusundaki fikirlerini etraflı araştırtım. Mukayeseli bir yol izledim kitapta. Üç yüz sahife bir eser.
"Bediüzzaman'ın Hakkı Müdafaa Cephesi." "Altı yüz sahife bütün madafaaları hangi tarihlerde yaptığı, doksanda yayınlandı."
"İfhamname." Muşlu Muhammed’in yaptığı yanlışları anlattım, 200 sahife bir eser.
"Güneş Üflemekle Sönmez". Vehhabilerin Üstad’a itirazlarına karşı yazdım. 300 sahife.
Üstadın cehennem ehli hakkındaki fikirlerini "Ateşli Şahablar" kitabımda anlattım. Sahabelerden bir kısmının da aynı fikirde olduğunu yazdım. Ahmet Tekin onları müdafaa etti, ona karşı cevaplar verdim. 260sahife.
"Hakikat Semasından İnen Şahaplar". Risale-i Nur’un neşir tarihçesi, kronolojik tarihi, Üstadın tahrifata karşı tutumlarını yazdım. Siyaset ve şerh meselelerini yazdım.
"İslam Kardeşliği İçinde Türk Kürt". 300 sahife bir kitap yazdım. Mesnevi, Kızıl İcaz ve Talikat’ı tercüme ettim. Hakikat bildiğimi anlattım, itirazlara kulak vermedim.
Hatıralar
"On altı yaşında Bediüzzaman'ın Isparta'daki evine geldim. 1953 Eylül ayı içinde. Başında üç renkli sarık. Yeşil, beyaz, siyah. Uzamıştı saçları. Kendisi hasta idi. Odasında insanı mesteden bir rayiha vardı. Selamün aleyküm dedi elini göğsüne götürdü. Elini tuttum öptüm, daha on gündür bu eve yerleşmişti. Başımı çekti arkasından öptü.
Kaloriferin olduğu yerde başta oturdum Zübeyir Abi geldi oturdu. Üç-dört dakika sessizlik devam etti, ses çıkmadı. Birden ses çıktı, kendi sesi ile bir saatlik sürede sorular sordu ailem hakkında. Benimle Kürtçe konuşmadı. Dedi "bir insanın konuştuğu dili başkası anlamıyorsa onunla konuşması caiz değil." Yol paramın iki mislini verdi. Ben iki lira harcamıştım o bana dört lira verdi. Yazdığım mektubu almış Üstad. "Ben onu talebeliğe kabul ettim, gelmesine gerek yok" demiş. Ben mektubu almadan yola çıktım ve geldim Isparta’ya. Bana dikkat, sebat ve metanet dersi verdi. Bir de Üstadın abdallardan hizmetçileri varmış dedi."
Bu son hatıraları bundan bir ay önce Isparta’ya geldiğinde kaydetmiştim. Üstadın evini ziyaret etti. Hasta idi. En son Kastamonu Ağabeyleri panelinde konuşmuştuk, orada ağlaya ağlaya metnini okudu. Garip bir kişilikti, inadına Bediüzzaman’a sadıktı. Denizli'de ve Kastamonu’da görüştük, bir de Üstad’ın evinde.
Son görüşmemizmiş. Allah ona rahmet bize merhamet etsin.
Güle güle kahraman ağabey. Bediüzzaman’ın delicesine aşıkı, ömrünü onun yoluna heba etmiş kahramanı alişan.