Kültürümüz, vefatından sonra anmayı adet edinmiş bir itiyadı temsil eder. Vefa ise İstanbul’da bir semt adı olmaya yüz tutmuşken, bunun dışına çıkmak bir lütuf oldu. Anadolu Ağabeyleri Panelleri ile farkettik ki, Merhum Akif’i bile vefasızlık sitemine gark eden ve “Vefa semaya çıkmış, cihanda namı gezer /Bir ehlini buldunsa söyle kurbanım” dedirten mısraların dışında kitleler var çok şükür.
Nur talebeleri, bu anlamda hatırı sayılır bir hassasiyeti ortaya koyuyorlar. Bunlardan, Risale Akademi’nin düzenlediği Anadolu Ağabeyleri Panellerine bakıldığında saff-ı evvel ağabeylerine şükran borçlu olan ve onların programlarına ilgi gösteren vefalı dostlarından ve çevrelerinden görülmektedir.
Üstadlarına bağlılığı ve Risale-i Nur’a sadakati hayatlarıyla ispatlamış, hatta bedelini canlarıyla ödemiş/şehit olmuş nurani bir silsilenin halkalarını inceledikçe ve birbirine geçmiş tesanüt ve ihlas rabıtalarını öğrendikçe, tarihin bu saklı ve mahviyet ehli kahramanlarını ne kadar ansak ve anlatsak az olduğu kanaatimiz pekişmektedir.
Onların şahsiyetleri, Risale-i Nur havuzunda, Kevser-i Kur’ani’ye de erimişti. Hayatta olanlar ise yeni kuşak için canlı birer şahittir.
Anadolu Ağabeylerini çalışırken İlahiyatçı Said Özadalı hocamızın güzel bir tespiti oldu: “Peygamberimizi, Kur’anı ve sahabeleri birlikte düşünmek gerekir.” Teşbih’te hata olmasın Üstad, Risale-i Nur ve hizmetinde bulunmuş, hayatını Risale-i Nur’a vakfetmiş saff-ı evveli/talebeleri de birlikte düşünmek gerekir. Çünkü uygulamayı, insibağı ve modelleri onlarda görüyoruz. Eserle paralel, Üstadın hayatında karşılığı olan her ifade, davranış, model, tavsiye ve örnek hareket, ağabeylerin hayatı üzerinden daha müessir bir şekilde nazara verilebilir.
Anadolu Ağabeyleri Panelleri, bir kadirşinaslıktır. Yeni kuşaklara akademik bir sunumdur. Bilen kuşak için de bir hafıza tazelemedir, geçmişi yad etmektir. Topluma nur ağabeylerini takdimdir Yakın tarihimizde iyi insanlar serisini yansıtan bu müstesna insanları bilmeye ve anlamaya toplumun ihtiyacı var. Bu paneller, yeni kuşaklar için, destan olan bir dönemin aralanması ve fevkalade ibretli olayların görünür hale getirilmesidir.
***
Bu panellerden birisine de Şanlıurfa’da, Badıllı Ağabey panelinde şahit olduk. Urfa’nın Haliliye mesleğine aşina ve bunun yıllardır tatbikatlarında ortaya koymuş nur cemaatlerinin ve halkın Badıllı ağabeyin panelinde ev sahipliği, kadirşinaslığı ve ilgisi, Üstadın Urfa’da vefat etmeyi istemesinin kaderi sırrına da bir nebze ışık tutuyordu.
Suriye tarafında Akçakale sınırına yakın Haseki’de bir camide kırk yıl önce namaz kılan ve dışardan geldiği her halinden belli olan bir misafiri/garibi fark eder imam. Cemaate sorar, kimsenin tanımadığını öğrenir. Tanışır, alır evine götürür, misafir eder. Camide, arkada mahzun, mütevekkil duruşu ve teslimiyetli hali ile birlikte sıkıntılı vaziyeti imamın dikkatini çekmesi, bir dostluğun tohumlarını atar.
İmam, misafirinin derdini/tasasını öğrenir. Risale-i Nur okuyan, Arapça öğrenmek isteyen, risaleyi Arapça basmaya niyetlenmiş, neşretmek sevdasında olan ve kırka merdiven dayamak üzere olan bir zatla mülakidir. O gün bu gün dostlukları devam eder.
İmam, bilahare Haseki müftüsü olan ve panelde “Beni Risale-i Nur dairesinin en küçük ferdi olarak kabul edin” diyen Dr. İbrahim Ennakşebendi’dir. İcazet verdiği, ilmine şehadet ettiği, kırk yıllık kardeşliğine/alimliğine şahit olduğu zat ise Abdülkadir Badıllı ağabeydir.
***
Badıllı ağabey, 1953’te tanıştığı Üstadla olan beraberliğinin 60. yılına girdi. Böylesi bir toplantıya katılmamayı, ancak dostlarını da kırmadan sadece program bitiminde teşekkür için salona gelip “Ben bu programı istemedim, beni dinlemediler, şahsıma ait bir vasfımda yoktur” demesi ayrı bir ihlas ve tevazuydu. Sözü kendine çevirmedi, merkezde yine risale vardı. Her zamanki müdakkik talebeliği ile yanında getirdiği özel mektuplarını çıkardı. Üstadın Urfa ile alakalı, bir kısmı şahsına gönderilmiş mektuplarını okudu sadece.
Bir de peşinde olduğu isteğini haziruna/devlet erkanına ifade etti: Üstadın vefat ettiği İpek Palas Otelinin Kültür Merkezi olmasını ifade etti.
***
Ev sahiplerinden biri de Fırıncı ağabeydi. Badıllı ağabeye yönelik nükteli taltifi salonun havasını mütebessim çehresi gibi yaptı. Fırıncı ağabey, kendisine Üstadla alakalı bir kerameti soranlara “Hiç okuma yazma bilmeyen Badıllı ağabeyin bu kadar müdakkik ve araştırmacı vasıflarıyla alim olması ve Üstadın böyle bir talebeye dokunması yeterli bir keramettir” dediğini hatırlattı.
İhsan Atasoy hocamız ise Fırıncı ağabeyden nakille benzer bir atıf yaptı. Kendisiyle müzakerede bulunduğu bir ilim adamının merakla Üstadın bir kerametini sorması karşısında Fırıncı ağabey, “Benim gibi bir Fırıncı çırağının seninle konuşuyor olması” demesi de tebessümle beraber, risalenin Anadolu bağrında nasıl bir irfan havzası oluşturduğunun göstergesiydi.
***
Üstadın alim bir talebesini, alim zatlar anlatıyordu. Tefsir profesörü muhterem Musa Kazım Yılmaz hocamızın Badıllı ağabeyin 24 yıllık çalışması olan Risale-i Nur’un Kudsi kaynakları ile alakalı tebliği kendi başına muhakeme, analiz, tahkik içinde müdakkik olmanın farkını ve umdelerini ortaya koyuyordu. Yüzlerce ismin ve kaynağın tebliğ içinde zikri bile yeterince baş döndürücüydü. Musa Kazım hocamı dinlerken, Kudsi Kaynaklarla alakalı başlı başına bir akademik etkinlik yapmamız gerektiği fikri ateşlendi. Bunu hocamla daha sonra paylaşıp, müspet kanaatlerini de aldım. İnşaallah, Badıllı Ağabeyin bu muhteşem çalışması üzerinden bir çalıştay, akabinde sempozyumu yapılacak bir programı planlayacağız.
Hasan Kalyoncu Üniversitesi Rektör Prof. Dr. İbrahim Özdemir beyefendinin batı filozoflarıyla mukayeseli ortaya koyduğu Badıllı ağabey tahlili ise ayrı bir perspektifti. Harran’ın bereketli topraklarından yola çıkarak kadim medeniyetin Hazret-i İbrahim diyarında Risale-i Nur’la filizlenen seyri nazara vermesi çıtayı yükselten tespitlerdi. İbrahim hoca, sağlam metinlerle Risale Akademi’nin programlarına hazırlanan münevver bir ilim insanı. Yine öyleydi çalışması ve örnek oldu.
İlahiyatçı-yazar, aynı zamanda saff-ı evvel ağabeylerin hayatlarını yazmaya kendini adamış İhsan Atasoy hocamızın Abdülkadir isminden hareketle ortaya koyduğu yaklaşım ve Risale-i Nur dairesinde elde edilen bu nüstesna muvaffakiyetin sırlarına/keşfine dair kanaatleri ise ayrı bir ruh dünyasını nazara verdi. Her zamanki gibi kalbi, hasbi ve nuraniydi konuşmaları.
***
Paneli yöneten, aynı zamanda Arapça tebliği tercüme eden, Üstadın vefatında Üstadla ilgili yakıcı bir şiiri Kürtçe yazan Ali Fındıki’nin şiirini de Kürtçe okuyan alim/asil ve mütevazı Cüneyt Gökçe hocamızın takdimleri ve tanzimleri ise salonu üç saat boyunca diri tuttu. Konuşmaların genel seyri, akademik çıta ve haliliye duygusu kimseyi yerinden kıpırdatmadı desem mübalağa olmaz.
Cüneyt hocanın, Badıllı ağabeyin kendisine yazdığı şiirden bahsedip okumaması ise merakları celbettiğini belirtmek isterim. Olaki panel düşüncelerini bir yazıyla kaleme alır da o şiiri de okuyucu hakkı olarak paylaşır. Çünkü anons ettiğine göre beyanı lazım diye hocama arz ediyorum.
***
Çevre illerden de programa katılımlar olmuştu. Adıyaman'ın saff-ı evvel ağabeylerinde Dursun Kutlu ağabey de ordaydı. İnşallah ikinc nesil ağabeyler için de benzer programlar yapacağız.
1974’te elime ilk risaleyi veren, küçük risalenin kapağındaki vecizeyi ezberlememi isteyen ve alıştığımız ifade ile “Hoca abi”, Mustafa Kılıç hocam/ağabeyim de oradaydı. O gün elime verdiği risale Hutbe-i Şamiye idi. Ezberlediğim ilk vecize ise “Eğer biz ahlâk-ı İslâmiyenin ve hakaik-i imaniyenin kemalâtını ef’âlimizle izhar etsek, sair dinlerin tâbileri elbette cemaatlerle İslâmiyete girecekler. Belki, küre-i arzın bazı kıt’aları ve devletleri de İslâmiyete dehalet edecekler” idi.
Sakın, “Orta 2 öğrencisine ilk verilecek ders bu mudur?” demeyin. Zaten eğitimin, pedagojinin sınırlarını ve seviyesini aşan bir idrakin takdiminde çocuk ruhlara değer veren bir ağabey kültürünün şefkat ve teşvikleri altında gördüğün muamele kadar inkişaf hızlanıyor ve Kur’ani olan bir hakikat anlamaktan öte hıfz ediliyor o günlerin masum ortamlarında.
Ve şükür ki, Uluslararası Hutbe-i Şamiye sempozyumu 12-14 Nisan 2013’te Mardin’de yapılacak.
Hazaminfadli Rabbi.
***
Ağabeylerimiz, ihlaslı duruşlarıyla zamanları ve mekanları aşan bir ferasetle risale ile insanları buluşturdular sadece. Asla kendilerini merkeze koymadılar. Ve zaman her şeyi en iyi anlattı bizlere.
Urfa’nın saff-ı evvel Nur talebelerini orada zikretmekte ayrı bir güzellik oldu. Rahmetli Ekrem Kara, Mehmet Ağı, Mehmet Yeşilnacar, Eyüp Karageçili, Mahmu Karataş, Tahir Küçük, Vahdet Gayberi, Mahmut Hasırcı, Hamit Kömürcü ve yeni vefat eden Emin hafız, ilk etapta sayılacak saff-ı evvel Urfa ağabeyleridir. Allah gani gani rahmet etsin ismini zikrettiğim ve diğerlerine. Mekanları cennet olsun. Urfa’da nur hizmetinin ilk kervanı ve kafilesiydiler.
Hayatta olan başta Mustafa hocam olmak üzere, beni Mustafa hocaya gönderen ve risaleyi tanımamıza vesile olan rahmetli babamın arkadaşı, amcam/ağabeyim Ekrem Özgürcü, Yasin Yazgan, Yusuf Uruntaş, Zeki Dedeoğlu ve Ahmet Rüzgar ağabeyleri hatırlamak da ayrı bir sorumluluktur. Allah bu ve diğer Urfa kahramanlarına uzun ömür ve hizmet nasip etsin her daim inşallah.
Allah hepsinden razı olsun.
***
Urfa, eminim ki sıra gecelerine “risale sırası” başlığı ile yeni bir muhabbet ve hatırlanma faslı katacaktır.
Çünkü İslam alemine çılan mühim bir kapıdır. Üstadın müjdelerinde belirtildiği gibi Suriye ile birleşme noktasıdır. Ve o günler bütün bu acılara ve istenmeyen musibete rağmen inşallah uzak değildir.
Şanlıurfa Valisi Celalettin Güvenç beyefendinin kalbi olduğu kadar analitik ve akli olan değerlendirmesi takdire şayandı. Devletin milletin ruhuna yakınlaşmasının çok belirgin bir temsiliydi. Belediye Başkanı Ahmet Eşref Fakıbaba ise hazırlıklıydı ve içeriği güçlü bir konuşma yaptı. Aynı zamanda Urfa halkı adına ev sahibiydi. Ve organizeyi Risale Akademi ile AKAV adına yürüten nice isimsiz kahramanlara ise en kalbi dualarla teşekkür ediyoruz.
Nefis cümleden edna, hizmet cümleden ala.