Evde sıkıntılı şekilde oturuyordum. Bir yandan da cep telefonumu kurcalıyordum. Önüme bir video zıpladı, açtım baktım. Aziz Nesin'in oğlu Ali Nesin konuşuyordu. "İnsana insan olduğu için iyi davranmalı. Çocuklara insanca davranılmıyor. Bir çocuğa karşılık beklemeden sevgi saygı gösterilmeli. Yani şu değil, ben saygı gösteriyorum o da bana göstersin. Karşılık beklemeden sevgi ve saygıya devam edeceğiz."
Bu son cümle bana 'hımm' yaptırdı. Ali Nesin şefkat ve ihlası tarif ediyordu. Ne yalan söyleyim biraz kıskandım. Güya bunlar bizim tekelimizde ya!
Tam bu sırada telefon çaldı. Baktım arkadaşım öğretmen Sungur. 'Aleyküm selam' demeden 'hemen aşağı in' dedi. 'Niçin, neden' diyemeden telefonu kapattım. Askerin gece tatbikatlardaki hızıyla aşağı indim. Kapının önünde iki eli çantalı bekliyordu. Selam verdim 'hayırdır' demeden 'gidiyoruz' dedi. Ee gidelim bakalım. Caddenin doğusuna doğru yürümeye başladık. Sungur'un yüzüne baktım; görev konumundaydı. Anlaşıldı.
Karakıştayız hava bulutlu, kararmaya yakın bir zaman. Sıkıcı ve gerici bir vakit.
Çantasının birini aldım, iyice ağırdı. Ordan burdan şurdan konuşuyorum. Okul, dersler filan ama Sungur 'he he' yapıyor gibi. İşine odaklanmış. Yürü yürü... Nihayet sola vurduk. Bir zaman da öyle gittik. Sonra çöp arabasıyla giden birine bağırdı. 'Said abi evde mi?' 'Evde evde.'
Sağda gecekondular solda yepyeni apartmanlar gidiyoruz. Yolun sağı fakirliği, solu refahı temsil eder gibiydi. Sonunda sağdan bir patikaya daldık. Çöp arabaları, çöpler, çöpten gecekondu bozmaları karşıladı bizi. Birinin önüne vardık karşımıza bir genç çıktı. Sungur selam verdi. 'Said nerde' dedi. 'Said abi dışarda' dedi genç. 'Telefon et bakıyım, çıkınca bana ver.' Telefonu aldı. 'Selam aleyküm Said kardaş ben Sungur; Sungur hoca tanıdın mı?' Said 2/3 dakkada evde olacağını söyledi.
Bu konuşma üzerine çöpkondulardan gençler dışarı çıkmaya başladı. Kimi hoşgeldiniz derken, kimi şaşkın şaşkın bakıyordu. Toplam 5-6 genç vardı. Said hemen geldi, hoşbeşten sonra bir odaya girdik. A'dan Z'ye çöpten toplanan eşyalar.
Bir yatağın üzerine oturduk. Önceden tanıştıkları için hal hatır soruldu. Sungur beni tanıştırdı. Adları, Ali Muhammed, Arif, Seyfullah. Hepsi de Afganistan' ın Bağlan şehrinden. Başkent Kabil'e otobüsle 4 saatlik mesafedeymiş.
Hemen yeşil çayımız geldi. İçerken Sungur, 'Said bu turşu; yengen yaptı, eski filan değil haa. Bizim yediğimiz turşu' diye, büyük karışık turşu bidonunu gösterdi. Sonra büyük bir baklava paketini gösterdi. Sonra bir çanta Sözler'i gösterdi. Hepsi küçüktü; İhlas, Uhuvvet, Türkçe, İngilizce, Arapça...
'Arkadaşları çağırabilir misin' dedi. Said haber gönderdi hepsi geldiler. Said 6 yıldır Türkiye'deymiş. 20 kadar gencin başında. Ona patron diyorlar. Kimlik kartı varmış. Çöpleri alıp satan, çöp arabası temin eden o. Hastalandıklarında ne yaptıklarını sordu Sungur. 'Benim üzerimden ilaçlarını alıyoruz' dedi. Anladığım yabancılar şubesi, Said'i temsilci ve muhatap seçmiş gibiydi. Gelen giden devamlı değişiyormuş. Sungur'un sorusu üzerine 'bizden kimse Avrupa'ya giderken Akdeniz'de boğulup ölmedi' dedi. İnanırsak.
Sonra 'arkadaşlar kısa bir yer okuyacağım lütfen dikkat edelim' dedi Sungur. Said'in gözüne baktı, Said de gençlerin. Sessizlik oluşuverdi. Besmele ve salavattan sonra, İhlas Risalesi'inden 9 emri okudu ve kısaca açıkladı. Said kısa tercümeler yaptı.
Fatiha'yla ders bitti. Said yakında Afganistan/Bağlan'a gidecekmiş. Said'ten bu risaleleri götürmesi için söz aldı. 'Türkiye hediyesi olarak, mollaya, hacıya, hocaya ver' dedi. Bizden de mutlaka selam söyle.
'Biz mücahit Afganlıları seviyoruz. Şu kardeş kavgalarını durdursunlar daha çok seveceğiz' dedi. Sonra karşısındaki Ali Muhammed'le sohbete başladı. Ali Muhammed, 'deport oluyormuş.' Yani Afganistan'a gönderiliyormuş. Bir daha gelmemek üzere. Bir pilastik fabrikasında çalışıyormuş. Said, 'kaçak göçmenlere kimlik verilse çok iyi olur, suç işleyen belli olur' dedi. 'Şimdi hepsi bana emanet ama bir kötülük olmadı şükür' dedi. Ali Muhammed'e hitaben Sungur, 'Gardaş bak Türkiye 80 milyon. Sizdeki gibi büyük uzun kavgalar olmuyor. Bizce en önemli sebebi bu Risale-i Nurlar'dır. Bir de elini göğsüne götürüp, 'bir de Nur talebeleridir' dedi. 'Siz de okursanız, kavganız önce azalır sonra da biter inşaalah' dedi. Hep beraber 'inşaalah' çektik.
Ali Muhammed'ten de giderken götürme ve hediye sözü aldı Sungur. Said'e bir isteği/ihtiyacı olup olmadığın sordu. Said teşekkür etti. Hepsiyle tek tek kucaklaşıp ayrıldık. Ayrılırken Sungur öğretmen hem kuvvetlice sıkıyor, hem sırtlarını şefkat makamında yumrukluyordu!
Çöp sokaktan çıkarken ikimiz de mutlu ve sevinçliydik. Sungur 'bugünkü hizmetimizi yaptık şükür. Bir niyet bir karınca işi bizimki. Kimbilir' dedi. Baktım yarış atı sakinleşmişti. Kucaklaşıp ayrılırken, 'bir daha ne zaman çağırır acaba' diye düşünüyordum. Sıkıntım, kıskançlığım kaybolmuştu.