[Bahar geldi. Yeryüzü rengarenk elbiselerini giyiyor. Her taraftan mis gibi kokular yükseliyor. Çevremizde seyri doyumsuz manzaralar arz-ı endam ediyor. Evet bu mevsim tefekkür zamanı olduğu gibi bir cihetten de bizleri gaflete davet ediyor. Şu sıralar sözümona “Bahar Şenlikleri” isimli etkinlikler vasıtasıyla katmerli günahları işlemek için büyük organizasyonlar yapılıyor.]
“Gafil kafaya bir tokmak” nev’inden :
Ey İnsanoğlu! Sen bir yolcusun. Bu dünyada bir amacın bir görevin var. Burada geçici olarak bu vazife için bekletiliyorsun.
Dünya ise bir saray gibidir ve sen bu sarayın en kıymetli misafirisin.
Herkesin bildiği gibi misafir ev sahibinin arzusuna göre hareket eder.
Yine herkesin bildiği gibi ev sahibi misafirin kıymeti oranında ona hürmet eder.
Sen öyle kıymetli bir misafirsin ki, Ey İnsanoğlu, en lüx avizelere bedel, seni Yaratan seni Güneşle aydınlatıyor. Yetmiyor aynı Güneşle seni ısıtıyor. yetmiyor aynı Güneşin Dünyaya uzaklığını ve ısısını öyle bir ayarlamış ki, onunla bütün bitkileri senin sofran için pişiriyor, olgunlaştırıyor.
Sen öyle kıymetli bir misafirsin ki, başının üstüne gece lambasına bedel parlak bir ay konulmuş.
Sen öyle kıymetli bir misafirsin ki, yolunu kaybettiğin zaman pusulaya bedel, gökyüzündeki Yıldızlarla sana yol gösteriliyor.
Sen öyle kıymetli bir misafirsin ki, bir çok hayvan eğilerek, sürünerek yürürken sen dimdik yürürsün.
Ey İnsan! Sen öyle izzetli ve şereflisin ki, bu dünyada beraber yaşadığın diğer canlılar çıplak iken sen örtünürsün. Onlar ağzını toprağa sürterek beslenirken sen ellerinle tabaklarda yersin.
Ey İnsanoğlu! sen öyle kıymetli bir misafirsin ki, seni yaratan bu muhteşem Âlemi senin içine yerleştirmiş. Seni bir Âlem gibi yaratmış. Nasıl mı ?
Ağaç meyvesi içindir. O kocaman dev gibi ağaçların gayesi o minicik meyveyi vermektir. Ve o minicik meyvede o dev ağacın özeti, proğramı vardır. Bu misalde olduğu gibi insan açılabilse âlem olur, âlem de katlansa, bükülse, dürülse ‘insan’ olur.
Evet, insanın kemikleri, dünyadaki taşlardan, kayalardan haber verdiği gibi; saçları bitkilerden, ormanlardan; yine damarlarında cereyan eden kanlar, gözündeki yaşlar, ağzından, kulağından ve burnundan gelen sıvılar dış alemdeki denizlerden, nehirlerden ve çeşmelerden haber veriyor.
İnsanın ruhu ruhlar âleminden,
hayâli misâl âleminden,
hafızası levh-i mahfuzdan izler taşıyor.
Yani her ne varsa Âlemde bir numûnesi mevcuttur Âdemde.
İnsanda öfke, Âlemde kasırga;
İnsanda sevgi-nefret, Âlemde çekme-itme kuvveti;
İnsanda hüzün, Âlemde bulut;
İnsanda gözyaşı; Âlemde yağmur;
İnsanda neşe, Âlemde bahar var.
Bu yüzden olsa gerek “ÂDEMİN ÖLÜMÜ ÂLEMİN ÖLÜMÜ GİBİDİR” çünkü İnsan minyatür bir Âlemdir.
Ey İnsan! Senin için koca Kainat yaratılmış. Bu kadar masraf yapılmış. Bu demektir ki öldüğün zaman yok olmayacaksın. Geçici olarak toprak altında bekletilecek sonra tekrar diriltileceksin. Tıpkı bir tohum gibi… Çekirdek toprak altında iyice çürüdükten sonra filiz verir. İnsan o tohumdan daha ehven daha kalitesiz değil. Rabbin sana tekrar hayat verecek.
Ey İnsan! Nasıl ki sen yapımı aylarca süren görkemli bir binayı yıkmak için yapmazsın. Yapılması zahmetli bir yemeği de çöpe dökmek için hazırlamazsın.
Aynen öyle de, senin için bu kadar masraf yapan ve seni en güzel kıvamda ‘Yaratan’, seni yokluğa atmayacaktır. Buna delil, Âlemdeki ahenk ve intizam ile İnsanın yaratılışındaki mükemmelik ve ihtişamdır. Hem de seni Yaratanın sana gönderdiği kitap olan Kur’an-ı Kerimdir.
Ey İnsan! Sen bu Dünyada aziz ve nazlı bir misafirsin. Üstelik misafiri olduğun Zat (C.C) bu Âlemde tattığın bu kadar nimetleri ve lezzletleri sana numûne olarak sunmuştur. bu güzellikler asıl değil birer gölgedir. Seni Yaratan bu nimetlerin aslını ve devamını sana diğer Âlemde en güzel haliyle tekrar vereceğini vaad ediyor.
Evet bahar geldi. Bahar bir davetiyedir. 20 küsür megapiksel telefonun kamerasına hayret eden sen, Yaratıcının sana hediye ettiği 576 megapiksellik gözlerinle baharı temâşâya davet ediliyorsun.
Gözlerini telefonundan kaldır. İbretle seyret. Bak, ölümünden sonra bitkiler nasıl diriliyor. Tefekkür et.
Güneş ışıl ışıl parlıyor. Gözeri kamaştırıyor. Kara topraktan nimetler fışkırıyor. Bağlar bahçeler yeşeriyor. Dağlara ovalara rengarenk desenli halılar seriliyor. Kupkuru bir daldan şimdilerde şirin, tatlı meyveler süzülüyor. Üstelik en şık ambalajlarda….Üstelik şekli gözüne, kokusu burnuna, tadı diline, gıdası midene uygun olarak sunuluyor. Her yerde güller, papatyalar, menekşeler, laleler patlıyor.
Yeşilin bütün tonları resmi geçit için hazırlanıyorlar. Bahar sayfası Yüce Sanatkârın en güzel tabloları ile bezeniyor. Kendi dilleriyle bizlere sesleniyorlar : “Bize bakın” “Bizi seyredin” “Yaratıcımızın ne kadar yüce bir Sanatkâr olduğunu anlayın” “Ona itaat edin” diyorlar.
İnsan ne garip! Kendisine verilen küçük bir hediyeye teşekkür eder de kendisine hediye edilen bunca nimetin sahibine teşekkür etmez. Nimet teşekkür ister.
Teşekkür, hediyeyi görünce hediye sahibini farketmek ve minnet duygularıyla Yüce Yaratıcıya secde etmektir.
Bunca ihsanı görmezlikten gelmek nanörlüktür.