Bahar geliyor. Cemreler birer birer düşüyor. Hava, toprak ve su ısınıyor. Tabiat kış uykusundan yavaş yavaş uyanıyor. Bu uyanış daha çok ağaçlarda görülüyor. Bütün ağaçlarda bir kabarma, genleşme, görülür derecede hissediliyor. Dallar ergenlik sivilceleri gibi burçlarını çıkarıyor, tomurcuklarını sıralıyor.
Çınarların küpeler gibi sallanan tohumları rüzgârların elinde etrafa dağılıyor. O ne muhteşem yapıdır öyle, yüzlerce ipince tohum, ince tüylü kanatlarıyla tek küpeden koparak, rahme atılan spermler gibi döl verecek toprak bağrı arayacaklar. O minicik tohumlar ağaç olma, kocaman bir çınar olma aşkıyla dalından ayrılıp bir toprak bulmaya çalışacak. Bulunca da cemrelerin ateşlediği havanın, suyun ve toprağın oluşum ocağında çimlenmeye duracak, filizlenip fidana ve ağaca doğru yürüyecek. Bu yürüyüş, bu mucizevî koşu, çiçek açma ve tohuma durma hedefini yakalayınca amacına ulaşmış olacak. Milyonlarca tohumunu melek kanatlı rüzgârların elleriyle bilinmeyen yönlere doğru yolcu edecektir.
Her bahar, bütün ağaçlar bende bir ilgi odağı olur. Ağaçların seyrinden kendimi alamam. Ağaçların her mevsimde ayrı bir yüzü vardır. Hele de yapraklarını döken ağaçların... Kışın kupkuru bir iskelettirler. Hele de kar yağışlarının olduğu coğrafyalarda, sırtlarını bembeyaz bir kürk gibi karın sardığı ağaçların seyrine doyum olmaz.
Çiçek açan ağaçların bahar mevsimlerindeki hallerini ise anlatmaya gerek yok. Çiçeklerini meyveye dönüştürdükleri zaman, yani yaz ve sonbahar dönemleri ise bambaşka bir görünüm sergiler.
Ve sonbahar... Hüzünler mevsimi. Yapraklarını döken ağaçların hüzünler alayı... Gelen soğuklar, solup savrulan yapraklar. Yağmurlar ve derken karlar, karlar...
İnsan ömründe de yaprak döken meyveli ağaçların macerası yok mudur?
Filiz çocuk, fidan delikanlı, meyveli olgun insan ve saçları yaprak yaprak dökülen ihtiyar...
Ağaçları, özellikle çınarları gördükçe aklıma hep Bediüzzaman gelir. Evinin önündeki çınar ağacını yuva edinen o büyük insan, o çınarla birlikte Anadolu toprağına kök ve dal salmakta, çiçeğe ve tohuma durmaktadır. Dışında dönüp duran kışa rağmen içinde hep bir bahar taşıyan bu ulu çınar, çevresinin baltalarına, bıçkılarına, bıçaklarına, balyozlarına maruz kaldı. Buzlarını boranlarını engin bir tevekkülle karşıladı. Bütün çile ve ızdırapları içine gömdü. Gam ızhar eylemedi. Çevresinin olumsuz tavırlarına, insafsız hücumlarına imanla, teslimle, tevekkülle direndi. Dallarına, gölgesine sığınan nice canları bağrına bastı. Kendisi dışta kış yaşarken onlara içte baharlar yaşattı.
Baharı unutturmayan çamlar, çam ağaçları ayrı bir sır sembolüdür. Çam Dağı çamlarının dostluğu bir başka dostluktur, Bediüzzaman için. O zirvede de bir yuvası vardır, bu ruh kartalının, bu hikmetler Hümâ'sının. Orada da göklerle yakın temastadır. Oradan aldıklarını aşağıdakilerle paylaşmak en önemli işidir. Gök sofralarıyla havarilerini besleyen İsa aleyhisselam gibi, göklerin ilham yemişlerini muhtaçlara servis etmek onun en büyük vazifesidir. "Kur'an, Allah'ın yeryüzüne indirdiği sofrasıdır, oradan rızıklanın." Hikmetli emrini yerine getiriyor, hem alıyor, hem de veriyordu.
Sürgünlerde, hapislerde hep merhamet, şefkat, hikmet çiçekleri açtı. Tohumlarını nice ruh topraklarına nur harmanı gibi savurdu. Çölleştirilmek istenen ruhlara, gönüllere bahar cemreleri gibi düştü. Oraları gül bahçelerine çevirdi. İman edip teslim olduğu Allah, ona bir Halil milleti hediye etti. Âşık olup temsil ettiği Allah Resûlü ona bir nur nesli armağan etti.
Acele ettik kışta geldik, dedi. Bir Mart ayında Van'dan alınıp karda kışta, jandarmalarla Erzurum-Trabzon üzerinden İstanbul'a ve oradan Burdur'a-Isparta'ya sürüldü. Bu sürgün çınar, bu kış sürgünü yâr, Eğirdir göl çevresinin bütün eğriliklerine sabretti, dosdoğru yaşadı, çevresine hep Kur'an doğruluğunu anlattı.
Isparta çınarı, sekiz buçuk yıl sonra Kastamonu çamlarına da konuk edildi. Merhum Akif, İstiklal harbimizin geleceğini, İstiklal Marşımızın bestesini belirleyen konuşmasını Nasrullah Camii'nde yapmıştı. Bediüzzaman da Kastamonu'nun kıyam ve rükû edalı çamları üstünde Anadolu'nun ruh istiklalini hazırlayan çiçeklerini açtı, nur tohumlarını saçtı.
"Her ferdin içinde, şuurlu veya şuursuz, hesabı görülmüş veya görülmemiş bir kahramanlık ideali, rüyası, hasreti yatar. Her fert kendi dünyası içinde bir kahraman arayıcısıdır; nefsinde ve haricinde..." diyen Necip Fazıl, kahramanın bizi tâlip olduğumuz yola yaklaştıran biri olduğunu da söyler. Necip Fazıl'a göre kahraman, her sahada ve bütün hareket tecellilerinde üstün varlığa, üstün oluşa yol açan, kendisini ve cemiyetini aşan, insanı ve cemiyeti yoğuran ve nefslerini aşmaya davet eden, zamanı delen ve mekânı yırtan, hamle örneği üstün insandır. Onun en belirleyici özelliklerinden biri, ondaki ana cevher, baş sermaye de samimiyet ve ihlâstır.
İşte benim Kahramanım!
Bu ulu ağacın meyveleriyle beslenen, bu güzel kahramanın sofrasıyla doyan nesiller de kahramandır. Milletine en güzel armağandır, bahardır. Her bahar bu duygularla dolu rüzgârlar eser, içimde ve çevremde.
Yeni Şafak