Bu yazı, hizmet ve ittika insanı Şener Dilek Bey'in "Risale-i Nur'da Derinleşme" adlı kitabında yer alan: "Okuduğun senin değil, anladığın senindir; anladığın senin değil, yaşadığın senindir; yaşadığın senin değil, bir ömür boyu yaşattığın senindir" ifadelerinden istifade ile yazılmıştır.
Üstad daha Said Nursi iken, onunla aynı medresede Arapça okumaya başlayan bir ders arkadaşı ile yıllar sonra bir yerde karşılaşır. Said Nursi Bediüzzaman'dır artık. O zât üstada: "Biz seninle birlikte ulûm-u Arabiyeye başladık. Siz üç ay ders okudunuz, biz ise otuz yıl... Ama yine de size ulaşamadık. Siz yıldırım hızıyla bizi vurup geçtiniz. Nedir bunun sırrı? Bu ilmi nereden aldınız?" diye bir sual sorar. Üstad da "Kardeşim ben semada bir zembil keşfettim. Ona bir merdiven dayadım. Ne aldımsa o zembilden aldım" der. O zat "O merdiven neydi? diye sorar. Üstad, "Kardeşim o merdiven ittikadır" diye cevap verir.
İmam-ı Şafi, İmam-ı Maliki'nin ders halkasına ilk oturduğu zaman, on üç yaşındadır. Derste göz göze gelirler. İmam-ı Malik dikkatle Şafi'nin gözlerine bakar. Ona ilk hitabı, "Evladım yüzünde bir nur görüyorum, sakın günahlara girip de o nuru söndürme" olur.
İmam- Şafi büluğ çağındadır. Bir gün hocası ona sorar, "Evladım anladın mı?" İmam-ı Şafi, "Anlamadım hocam" diye cevap verir. Hocası kaşlarını çatarak, "Evladım, masiyeti terk et." İmam-ı Şafi der ki, "Ben hocama verdiğim sözü tuttum, Feyyaz-ı Mutlak benim çekirdek gibi istidadımı bir çınar gibi açtı, inbisat ettirdi."
Büyüklerin hâlleri, hâllerin büyükleridir. Said Nursi zaman olarak bize yakın olduğu için, canlı çok hatıralar var. Bütün bunlara baktığımızda üstadın özellikle; ittika (takva), malayaniyattan kaçma, namazı zamanında eda gibi hususlarda çok şiddetli takvası olduğunu göruyoruz.
Bir insanın bir ömür boyu bir dakikasını bile heder etmemeye dikkat etmesi ne demektir? Bunu hatırladıkça, kendimden cidden utanıyorum. Bir de haramı boykotu, bundan şiddetle kaçması ve bu konudaki teşvikinin derecesi, bu acizi çok düşündürüyor. Boşa giden o kadar dakikasıyla, mücrim hâlimizle başta huzur-u İlâhiye halka-i Peygamberiye ve sohbet-i üstada hangi yüzle çıkacağız? Çıkabilirsek elbette.
Burada şunu ilave etmen lazım. Kişiye, zamana ve hâle göre hatanın, mücrimliğin, mesuliyetin şekli, şiddeti ve tonu değişir. Birinin hayaline dokunduğu için günah sayılan bir fiil, belki de başkasına gözüne ilişmesiyle bile günah olmayabilir.
Nereden nereye geldiğimi bazen düşünüyorum. Mazharı olduğum nimetler o kadar çok ki. Başta hidayetimiz. Bunun dışında nurları tanıyışımız. Tanıma serüvenim, bu tanımanın tam bir sevk-i İlâhiye olduğunun tam delili. Yahu diyorum, sen bu kadar okudun, haberdar oldun; peki bu tembellik, ihmaller, gevşeklik; arada bir de olsa mücrim hâllerin nasıl olabiliyor? Bu murakebeyi yapmanızı size de tavsiye ediyorum. Benim kalın kafam tam idrâk edememiş, edemiyor. Sizlere vesile olabilirsem ne mutlu bana.
Başlığa daha gelemedik değil mi? Başlık önemli. Bir barajın yapılması yıllar alıyor. Büyük barajların havzası ise, birkaç yılda ancak dolabiliyor. Şimdi böyle birkaç yılda dolan bir barajın baraj kapakları açılsa; birkaç günde baraj kurur, biter ve gider. Aynen böyle de günler hatta aylarca okuyup mânevi barajımızı dolduruyoruz. Bundan sonra da bazen baraj kapaklarını açıp bir sahil şeridi veya lüzumsuz gezi yapıyoruz. Büyük fedakârlık ve emekle doldurduğumuz mânevi hasılatımız eriyip gidiyor. Halbuki sahil-i selamete çıkanlar, ibadetlerini, ilimlerini muhafaza edenlerdir. Sakınma olmazsa mâneviyat zaafa düşer, insan yıkılıp gidebilir. Kazandıklarını kollamak, muhafaza etmek esastır, asıldır. Fevkalâde önemlidir. Aman dikkat!
Evet dostlar, imtihanın hangi dönemindeyiz bilmiyoruz. Bildiğimiz, şu an imtihanda olduğumuz ve bu anın iyi değerlendirilmesi gereğidir. Teşhis tamam tedavi de bizim elimizde.
Selam ve dua ile.