Son günlerde esen barış rüzgârının tatlı havasının verdiği gafletle barış lehinde olanların bizatihi barışı darbelemeye, barış aleyhinde olup, öldürmeye pek meraklı olanlarınsa barışı engellenmekle oluşturduğu psiko-sosyal ortamı ne kadar hazmedebileceğimizi düşündüm.
Kendi kalbime ve aklıma dedim ki, “Ben barıştan mı yanayım, yoksa savaştan mı?” Baktım ki aklım barışı sözde istememe rağmen, özde savaşın kahramanlık duygularımı gıdıkladığını farkettim. Kendi aklıma “Neden?” diye sorarak, bu psikopat kaynağın peşine düştüm.
Önce eğitim geçmişime, içinde yaşadığım sosyo-kültürel ortama ve bu ortamı etkileyen faktörlere baktım. “Ulusçuluk” oku gereğince “Ne mutlu Türk’üm diyene!” cümlesiyle her sabah okul önlerinde “hazır ol” vaziyetinde bekledim. Boyu henüz bir metreyi yeni aşmış küçücük yavrulardan biri olan benim minnacık kalbimde Mustafa Kemal sevgisi aşılama gayretlerinin ardından dünyadaki herkesin “Türk” ve etrafımızın da Türk düşmanlarıyla çevrili olduğunu hatta tarihin de “Türk kahramanlık destanlarıyla dolu” hikâyeler zincirinden oluştuğunu ruhuma kazıdım.
Şimdi küçüklüğümde yazılan hayat kitabımın editörlüğünü yaparken söz konusu ruh haletimi anlayabilmek için alanında uzman bir tarihçi arkadaşımdan yardım istedim: “Allah aşkına söyler misin dostum; eğitimimiz tarihi nasıl görüyor; barış tarihi mi savaş tarihi mi?”
“Hangi tarih?” diye karşı bir soru soruyor ve ekliyor, “Resmi tarih mi, yoksa resmi olmayan tarih mi?”
“Elbette” diyorum, “Bize okutulan resmi tarih…”
Birden elindeki ders kitaplarını önüme koyuverdi. Genel Türk Tarihi 1-2 ve Türkiye Cumhuriyeti İnkılâp Tarihi ve Atatürkçülük kitaplarının her tarafından at kişnemeleri, kılıç şakırtıları, top tüfek sesleri, “Allah Allah” nidaları, savaş nutukları, şehitlik mertebesinin yüceliği, gazilik destanları ve yiğitlikler; kısacası tüm “savaş sesleri” ve onları cümleleştiren yazılar birbirine karışıyor ve gözüm kararıyor; kendimden geçiyorum.
“Tamam” diye inliyorum. “Tamam, dostum, kaldır bunları önümden” diyebiliyorum kısık bir sesle. Biraz zaman geçtikten sonra kendime geldiğimde bir şeylerin yanlış olduğunu fark ediyorum ve Tarihçi dostuma yeniden soruyorum: “Bu Tarihi konuların başka bir yorumu yok mu?”
Dostum olmayan bıyığının altından bir gülücük fırlattıktan sonra, “İşte dostum, bu pozitivist tarih yaklaşımıdır. Eğer savaşı savaş olarak öğretirsen, genç kuşaklar savaşçı olur; barış dersi çıkaracak yorumlama yöntemiyle tartıştırırsan genç kuşaklar barışçı olurlar.”
Tarihçi dostum bir anda, savaşı durdurup tarafları barış masasına oturtan bir arabulucu ve bir barış elçisi gibi göründü bana. Anladım ki, on yılda yeni baştan bir ırk “yaratma” peşinde koşanların kafa yapılarının “barış” kelimesiyle hiç de barışık olmadığını alenen görür gibi oldum. Bu öğretim ve eğitim programlarıyla savaşmayı ve savaşma kelime grubuna giren diğer alt kelime gruplarının (her türlüsünden şiddet, kavga, ağız dalaşı, itiş-kakış, hırçınlık, it dalaşı) neden yaşamımızın birer parçası olduklarını ruhum sarsılarak hissettim.
O gün sokakta rast geldiğim bir kavga sahnesini hemen bu kriterlere göre değerlendirdim. İki herifin laf dalaşı ile başlayan önceleri hafif şiddetli itiş kakışlardan sonra yumrukların, sonra da silahların çekildiğini gözlerimle gördüm. Her an patlayacak birer bombaya dönüşmüş insanların hangi medeniyeti kurduklarına ya da kuracaklarına inanabileceğimi şaşırdım. Savaşmayı, kavga etmeyi erkekliğin bir gereği gören anlaşılması zor bir kültür mirasımız olduğunu düşündükçe yanlış bir ülkede mi doğdum diye düşünemeden edemedim.
Tarihçi dostumun pozitivist yaklaşımdan söz eden değerlendirmesi sonrasında, gözlerimi eğitim bakanlığına ve oradaki ulusalcı yapılanmaya, Talim ve Terbiye yapısına, askerin TTK’ya ve oradaki ders programlarına müdahalesine değin her süreçte varlığını gösterdiğine şahit olmuştum.
Lakin tüm bu hatalar giderilemez değildir; şimdi eğitim sistemini ve ders programlarını ve kitaplarını; özellikle tarih eğitimini bir de barış eğitimi açısından yeniden gözden geçirmek zamanı olduğunu düşünüyorum. İçi kof ve pozitivist Kemalizm’in çürük direkleri gelecek kuşakların attığı katları taşıyamıyor. İçi kof olduğu kadar barış karşıtı şiddetten beslenen Kemalist eğitim modelinden vazgeçmek zamanı gelmedi mi?
(Devamı var)