Risale Akademi’de icra edilen Barla Lahikası Müzakerelerinin altıncısını idrak etmiş bulunuyoruz. Çalıştıkları mektubları kendi pencerelerinden nazarlara arz eden ve müzakereye açan talebeler nurlar hazinesinden yeniden yeniye lemean eden feyizlerle tefeyyüz etmenin şevkini yaşıyorlar. İşte bu haftaki müzakerelerden kaleme gelen bazı numuneler:
- Zekai Ağabey’in Risale-i Nur’u tavsif için kullandığı iki tabir: “ulvî ve mukaddes hazine-i hakikat” ve “âsâr-ı giran bahâ”. Yani; ulvî ve mukaddes hakikat hazinesi ve paha biçilmez eserler. Bu eserlerin kainat kitabının kerametli bir tefsiri olduğunu da bu ifadeler ile anlatıyor: “…mütalaası gönüllere ve kalblere bir safay-ı sermedi ve câvidanî bahşeden kitab-ı kainatın birer lem’ası ve birer nur-u timsali olan eserleriniz..”[1]
- Ahiretteki lezzet ve nimetleri dünyada kabul eden bir Üstaddan alınan ders insana tesir etmez.
- Hizmet edip ücret beklememek Nur Talebelerinin şiarıdır. Mustafa Çavuş sekiz sene caminin gaz yağı ve kibritini o günün zor koşullarında cebinden harcıyor da kimsenin haberi olmuyor. Biz sekiz sene kimsenin ruhu duymadan bir fedakarlık yapabiliyor muyuz? Maddi ve manevi hiçbir karşılık beklemeden yapılan hizmet ihlaslı hizmettir.
- Hizmetlerimizin ücretini Allah ahirette verecek.
- Risale-i Nur ile insan kendi iç âleminin kapılarını açacak ki onsekiz bin aleme açılabilsin. İç âlemini açamayan için cehalet zulümatını dağıtıp nurlara gark olmak mümkün olamıyor.
- Üstad bir bir insanları yetiştiriyor. Bine bedel olan bir insanlar yetiştiriyor. Muhatapları ile birebir iletişim kuruyor. Her muhataba kabiliyetine, anlayışına, seviyesine ve ihtiyacına göre hitap ediyor. Tek tek muhataplarını dikkate alıyor. Bir mektub yazdım hepiniz okuyun demiyor muhataplarının isimlerini ve vasıflarını zikrediyor. İsmini zikretmediklerinin de gücenmemesini istiyor. Kastamonu Lahikası mektublarını müzakere ederken bunlar üzerinde durmuş idik.
- Eğer biz Nur Talebeleri olarak kendimizi hayattan çeker de inzivada gibi bir hayat sürersek ehl-i tarik kardeşlerimizin düşmeleri muhtemel vartalara düşmemiz söz konusu olabilir.
- Barla Lahikasının 120. Mektubunda (erisale) Üstad Hazretleri, Re’fet Ağabey’e günümüz tabiri ile kariyer danışmanlığı yapıyor. Evvelen taltif ediyor:”Senin gördüğün vazife-i Kur’aniyenin hepsi mübarektir.” Saniyen;dua ediyor ve işini yaparken neye ihtiyacı olduğunu söylüyor: “Cenab-ı Hakk sizi muvaffak etsin, fütur vermesin, şevkinizi arttırsın.” Hizmette sebat için şevkin gittikçe artması gerekiyor ki çıkan manilere mukavemet edilebilsin. Sürekli aynı dozdaki şevk sebata kâfi gelmez. Bu nedenle gittikçe şevkin artması gerekir. Hüsrev Ağabey de 129.mektubda Kevser Suresinin müjde ve beşaretinin kuvvet ve metanet, behcet ve meserret yetiştirdiğini diyor. Üstad salisen Ref’et Ağabey’e “Senin vazifen yazıdan daha mühimdir” demek ile Kur’an yazmasının Risaleleri yazı ile çoğaltmasından ehemm olduğunu diyor ve bununla beraber mühim olan yazıyı da terk etmemesini tavsiye ediyor. Yani; birinci ve öncelikli vazifesini ve ikinci ve terk etmemesi gereken vazifesini hatırlatıyor. Böylece ona bir yol haritası çizmiş oluyor, hizmetinin mecrasını bildiriyor. Rabian; uhuvvet için çok mühim bir düsturu ders vererek misaller ile (Hafız Ali Ağabey’in büyük hizmet gören hissi) pekiştiriyor ve tefaninin sınırlarını gösteriyor. “sizler büyük bir memleketi tenvir edecek elektriklerin makinistleri hükmündesiniz” ifadesi ile kendileri birer güneş mesabesinde olmayıp hali hazırdaki Nur Risalelerini (elektrik) kalbden kalbe neşretmek ile vazifeli olduklarını hatırlatıyor. Bu vazifede birbirinin kuvvetinden kuvvet alacakları için kendilerinden daha kuvvetli hizmet eden kardeşlerini değil kıskanmak onların fazla kuvvetinden memnun olup onlar ile iftihar etmelerinin lüzumuna vurgu yapıyor. Değil tenkit etmek tenkidin kapısını bile açmamalarını tembih ediyor. Üstad bu mektubuna bir latife ile hatime veriyor. Tevafuka dair aralarında geçen ve Ref’et Bey’in de bahsi geçen bir muhavereyi ona aktarıyor. Bir alamet-i makbuliyet olan tevafukun var olduğunu, onu bozmamak için de tevafuku yakalamak için gayret edilmemesi gerektiğini, yapılacak olanın sadece var olanı yok etmemek olduğunu diyor. Böylelikle bir tevhid dersini de vermiş oluyor böyle ki; Allah bir makbuliyet mührü olarak Risale-i Nur’a tevefuku ihsan etmiş. Tevafuk hakikatte var, biz kendi maharetimiz ile bir şey yapıyor değiliz. İcaddan elimiz kısadır, insan ancak olanı bozmak ve fıkdanına sebeb olmak sureti ile fail olabilir. Fail olmadığımız şuuru ile çalışır isek var olanı, Allah’ın yarattığını bozmamış oluruz ki bu da ancak Allah’ın fazlındandır.
- Biz de işlerimize başlar iken muvaffakiyet talep etmek, fütur getirmemek ve şevkimizi arttırmak üzerine yoğunlaşabiliriz. Fütur ise genelde bir muvaffakiyyetin ardından gelir, “zafer sarhoşu” olmadığımızın alameti; ciddiyet ile hizmete devam etmemizdir ve şevkimizi arttırarak her muvaffakitteyin ardından “haza min fadli Rabbii” zikrini vird-i zeban etmektir.
- Dinin en güzel şekli ile yaşandığı zaman “Asr-ı Saadet”tir. Merkezden sapmamak gerekir. Merkezdeki küçük bir sapma muhit dairede büyük inhiraflara sebeb olur.
- Risale-i Nur, tarafgirliği kabul etmiyor. Muhatapları bütün insanlardır, kafiri de muhatap alıyor. Kafirin hak ve hukukunu koruyan, zulümden azade, tarafgirlikten uzak müminler yetiştiriyor. Talebelerini Hakka tarafgir yapıyor zalimin zulmüne zülüm ile mukabeleden men ediyor. Ancak zarar vermeden zulme set çekiyor ve çekmiş.
- Sürekli taleb içinde olan birinin (Nurlara talib olması müstesna) rahat içinde olması beklenemez. Dünyaya taalluk eden talepler, şan şeref mal talebi, hürmet görmek talebi gibi ne tür talep olursa olsun insanın kendisine de muhataplarına da rahat nefes aldırmaz. Saff-ı evveller ile Üstadın muhataplığında en küçük bir maddi ve manevi talep olmaması fıtrî ve ahirette de sürdürülebilir bir hem dem olmaklıklarına en büyük sebebdir.
- Risale-i Nur iksir gibi tesir ediyor. Birden insanın mahiyetini değiştiriyor. Ruh halini tebdil ediyor. Neşri ve yayılması da ruhunda bu iksir tesir eden birinin sadece bir başka insan ile fıtrî ve protokolsüz bir ilişkiye girmesi iledir. Kalabalıklara konuşmak yerine ruhunda bu iksir iş gören bir insanın bu iksire muhtaç olan bir başka insan ile propaganda yapmadan ve kendini veya grubunu kabul ettirme çabasına girmeden irtibat kurması iledir. Nurun şe’ni sirayet etmektir.
- Barla Lahikasının 132.mektubu olan Kuleönlü Mustafa Hulûsi Efendi’nin mektubu belki de hakkında kitaplar yazarak şerh edilmesi gereken bir mektubdur. Sadece “daha Mehdi’yi anlamamış” tabirinin izahı belki makaleler gerektirir. Arabî bilen çok alim zâtlar gelip kendisinden iki diz üzerinde ders talep etmelerini delil göstererek der ki: “Risaleleri ciddi okumak ve yazmak, yirmi sene medresede okumaktan faiktır ve daha menfaatlidir.” Bu sesini küre-i arzdaki bütün gençlere duyurmak arzusu tahakkuk edeceğini ümid ederiz. Bu sesi neşretmek elbette bugünkü Nur Talebelerinin vazifesidir.
- “Allah her zamana layık çareleri icad eder”. Kuleönlü Mustafa Hulusi Bey; Risalelere kavuşmadan evvel çok kitaplar okuduğunu ve çok sancılı bir arayış içinde ruh ve kalbinin çırpınışlarını da bu 132.mektubda zikreder ve Risalelere kavuştuğu için Cenab-ı Hakk’a hadsiz ve adedsiz şükürler eder.
- Her bir Risale bir mürşittir. Abdülmecid Ağabey de bunu zikreder. Her bir derdin dermanı bir ayrı risale olması gibi akla mürşit risale, kalbe mürşit risale, ruhu inbisat ettiren risale ve hangi konu merakımız ise her bir konunun bir mürşidi bir risaledir. Elbette kişiye hususi olması ciheti ile her bir muhatabın aklını, kalbini, ruhunu işba eden ve dertlerine derman olan risale farklıdır. Umumiyet içinde hususiyet vardır. mesela; Onuncu Söz umuma Haşir dersi verir iken aynı zamanda hususi muhatabına da hususi ihtiyacını verir. Bu nedenle aynı dersi dinleyen iki talebe farklı faklı kazanımlar elde eder.
- Asırlardır beklenen Zât gelmiştir. Öyle ise gereği yapılmalıdır.
[1] Barla Lahikası 127. Mektub (erisale), Envar Neşriyat s. 132