Bu ondokuzuncu müzakere ile beraber Barla Lahikasının ekser mektubları üzerinde çalışılmış oldu. Her bir mektubun muhteviyatına göre, içindeki konulara göre ve devasını gösterdiği hastalıklara göre de ayrı ayrı ele alınması bir gerekliliktir.
Said Nursi tarafından yazılan mektubların herbiri hem bir selam, hem bir dua, hem tesirli bir ilaç, hem teberrüktür. Muhatapların kaleme aldıkları mektublar ise iman kurtarmayı vazife addetmiş samimi insanların cansiperane mücahedelerinin ve kendilerini samimi olarak ifade etmelerinin belgeleridir. Üstadlarından aldıkları mektubların nasıl bir iksir gibi kendilerine tesir ettiğini ve yaşadıkları tahavvülatı da mektublarında beyan etmişlerdir. Demek bu mektublar, kendini muhatap ittihaz edeni değiştirmeye muktedirdirler.
İman ve Kur’an fedaisi nasıl olur, ne düşünür, ne gibi hisler besler, hangi ümitlerle yaşar, din düşmanlarına nasıl muamele eder, davasını ne surette omuzlanır, hangi maniler ile karşı karşıya kalır ve manileri nasıl aşar, kimler ile hangi metot ile bir ve beraber olur, elindeki cevherleri hangi üslub ile muhtaçlara arz eder ve daha sayısız suallerin cevapları bu mektublarda mevcuttur. Elbette her cevher gibi bunlar da ancak kıymetini taktir eden, talip olan ve bedelini ödeyenlerin malı olabilirler. Soruları ve sancıları olmayanlara ise en nadide eserlerin bile hitap etmeleri güçtür. Şiddetli ihtiyaç ile yönelen ise elbette eli boş dönmez.
Bu hafta müzakereye açılan kıymettar mektublardan dikkat çekici bazı noktalar bunlardır:
- Said Nursi, Hulûsi Bey’e olan mektubunda Risale-i Nurdaki mevkiini daima muhafaza ettiğini ve zahiren uzaklığın buna halel getirmediğini, ağır şartlar altında olan hizmetinin kıymettar ve makbul olduğunu bildirmiştir.
- İslamın yayılmasında ve fetrete benzer dönemler sonrası tekrar ayağa kalkış süreçlerinde daima ağır şartlar olmuş ve nübüvvetin varisleri olan zâtlar bu zamanlarda ağır bedeller ödeyerek İslamın ve imanın gelecek nesillere intikalinde muvaffak olmuşlardır. Dünyanın yaşamaya devam etmesi kalbden kalbe inikas eden iman nuru iledir ve dünyanın manevi sahipleri de bu nura hizmetkar olanlardır.
- Risale-i Nur’un yaptığı; kendinden öncekileri tekrar etmeksizin Ars-ı Saadetin ilk otuz yılının burada ve bu anda inşa etmektir. Öngördüğü ahlaki düsturlar (Îsar hasleti, ihlas, uhuvvet, enaniyeti terk, kardeşinin meziyeti ile övünmek, müsbet hareket ila ahir) hakkıyla tatbik edilmek ve safi hakikatlerine kanaat edilmek şartı ile ihtiyar dünya hanının kapanmaya yakın o Saadetli Asrı yeniden yaşamasına vesile olacak kuvvettedir. Küçük dairelerini bu hakikatler ile hayatlandıranların saadetleri bunun delilidir. Bir insanı ayağa kaldırabilen hakikatler dünyayı ayağa kaldırabilecek olandır.
- Ruhu inkişaf eden ve kalbi ihtibaha gelen zâtlar Risale-i Nuru okumaktan usanmazlar.
- Bu zâtların manevi tasarrufları aynen hayatta imişler gibi devam etmektedir:
Gavs-ı Azam Abdülkadir-i Geylani (ks)
Hayat-ı Harranî (ks)
Mâruf-u Kerhî (ks).
Bu zâtlar büyük kutuplar olduğunu bir mektubunda Sadi Nursî beyan etmiştir. Bediüzzaman Said Nursî’nin de tasarrufu devam eden zâtlardan olduğu ve Risale-i Nur’un okunduğu yerde manen hâzır bulunduğu, sabah ve akşam has talebeler ile birlikteliği ehlince beyan edilen bir durumdur. Bununla beraber Said Nursi her daim Kur’an hakikatlerini nazara vermiş ve asıl olanın bu hakikatlerin neşri olduğuna vurgu yapmıştır. Maddi ve manevi makamları hatta feyizleri gaye edinmemeyi talebelerine de vasiyet etmiştir.
- Said Nursî, düşmanlarının yılanları yaralandırıp üstlerine saldırttıklarını ve buna mukabil Rabbinden kuvvetli bir sabır ve bir tecrid-i zihin ihsan etmesini dilediğini beyan ediyor. Neticede kalbine bu esas geliyor ki; Bu hizmet-i Kuraniyede başa ne gelirse gelsin, hatta her günde birer başım olsa da kesilse, yine o hizmetin kutsiyetindeki lezzet-i ruhaniyeye mukabil geliyor ve kâfidir diye kemal-i teslim ve kazaya rıza, kadere teslim ve Cenab-ı Hakka tevfiz-i umur düsturunu rehber ittihaz ettiğini ifade ediyor. Biz de bunları rehber edinerek çok sıkıntılardan halas olabiliriz. Birçok sıkıntılarımız işlerimizi Allah’a havale etmek yerine kendimiz idareye çalışmaktan ve Allah’ın bizim için taktir ettiğine muhabbetle, minnetle ve kemal-i rıza ile teslim olamadığımızdan değil midir?
- Bediüzzaman Said Nursî, kardeşi Abdülmecid Efendi’ye oğlu Fuad’ın vefatı üzerine bir mektub yazar ve onu taziye değil tebrik ettiğini, dünyadan gitmesi ile Fuad’ın dünyada kalsa idi uğraması muhtemel tehlikelerden halas olduğunu, masum iken dünyadan gitmesi ile Cennet’e layık bir halde gittiğini ve dünyada kalsa idi mağlub olması muhtemel olan Fuad’ın erkenden iman ile gitmesi Risale-i Nur Hanedanına ve dairesine de Cenab-ı Erhamürrahimînin merhamet etmesi manasına geldiğini beyan ediyor. Fuad ve Abdurrahman’ın bu hal üzere vefatları ile, Risale-i Nur şakirtleri iman ile kabre gireceklerine imza attıklarını bildiriyor.
- Said Nursî diyor; sâfi, âli ve kutsî bir hayat-ı masumanemiz var, bize şimdiki hayat tarzı yaramaz…