Sevimli Üç ayların gidişi, Ramazan ayında adeta rahat oruç tutalım diye Rabbimizin serin tutuğu havaların ısınması ve dünyanın, ölene dek devam edecek, türlü meşgalelerine rağmen Risale Akademi’de Barla Lahikası Müzakereleri devam ediyor. Bu hafta müzakerecilerin temas ettikleri önemli çok noktalardan bazı noktalar bunlar oldu:
- Yıldız mektubu gibi mektublarda da ifade edildiği gibi aynı hadisenin mü’minlere bakan ciheti rahmet, kafir ve münafıklara bakan ciheti ize azaptır. Camide Allah’ın zikri esnasında yapılan müdahale münasebeti ile, Allah’ın mescitlerinde Allah’ın isminin anılmasına mani olanların başına bu ayetin sâıka gibi ineceğini Said Nursî haber veriyor: وَمَنْ اَظْلَمُ مِمَّنْ مَنَعَ مَسَاجِدَ اللّٰهِ اَنْ يُذْكَرَ ف۪يهَا اسْمُهُ[i]
Bununla beraber her şeyin muayyen bir vakti olduğuna ve sabırlı olmanın lüzumuna dikkat çekiyor ve tahammülü zor bu hallerin bize bakan veçhinin rahmet olduğunu da bu ayet ile teyid ediyor: [ii] فَضُرِبَ بَيْنَهُمْ بِسُورٍ لَهُ بَابٌۜ بَاطِنُهُ ف۪يهِ الرَّحْمَةُ وَظَاهِرُهُ مِنْ قِبَلِهِ الْعَذَابُ ۜ (258. mektub)[iii], s. 333[iv]
- Said Nursî, kendisi çok muhtaç olduğu halde verilmeyen nimetler üzerinde tefekkür ediyor, teşekki etmiyor. Kendisine hüsn-ü hat verilmeyişindeki büyük ihsanı tefekkürü neticesinde buluyor. O ihsan budur ki; kalem ile yazmadığından meseleleri ruhuna yazıyor ve yıllarca alakadar olduğu ulum ruhuna nakşolması ile fevkalade bir meleke kendisine veriliyor. Risale-i Nur’un telifine, ilham ve Sünuhat nev’inden yazdırılmasına bir sebeb de bu meleke olsa gerek. Hem güzel yazmaktan mahrum olması ile “binler kalem kahramanları”nı Cenab-ı Hakk kendisine ihsan ediyor.
- Tayini çıkıp Eğirdir’den ayrılan Hulûsi Bey Elazığ’da, Eğirdir’deki gibi hizmette muvaffak olamadığına müteessir olması üzerine Said Nursî kendisini bazı vukuatı heber vermek ile böyle teselli eder ve şevk verir: “orada öyle esbab var ki, bütün bütün tevakkuf ve tatil neticesini verebilirdi. Cenab-ı Hakka şükür yine tevakkuf değil muvaffakiyyet var. O manevi esbabdan biri şudur ki: cinni şeytandan ders alan insan şeytanları, dünyevî meşgaleleri ile seni bir çember içine alıp, Nurlara hizmetini tahdid etmek için, sezdirmeyerek perde altında çalışmışlar. ” Mektubun devamında Said Nursî o havalide müthiş bir ameliyat ve icraat olduğundan bir ürkeklik hâsıl olup Hulûsi Bey’in kalbindeki gayet kuvvetli bir metanet olmasaydı orada o Nurların hiç ışıklandıramayacağını vurguluyor. Konu hakkında son cümlesi de budur: “orada az hizmet de çoktur, kıymettardır. ”(244. mektub, s. 326)
- Kur’an-ı Hakîm’de en uzun surenin en uzun ayeti sayfalar için; en kısa surenin kısa ayetlerinin de satırlar için mikyas olması manidardır. (Bakara Suresinin 282. Ayeti olan en uzun ayet, borçların şahitler huzurunda yazılmasını öğütleyen ve bir sayfanın tamamını dolduran müdayene ayetidir ki, Kur’an sayfaları için ölçü kabul edilmiştir. En kısa sure olan İhlas Suresi de bir satırda tamam olan en kısa suredir ve Kur’an satırlarının tayininde ölçü olarak kullanılmıştır. )
- Îsar Hasleti, sadece para ve mal gibi şeylerde değil emeği gerektiren her konuda da geçerli olan bir haslettir. Hulûsi Bey; Üstadının kendisi ile Üstadın nesebi kardeşi olan Abdülmecid Efendi’ye gönderdiği mektupları kendisi için istinsah ediyor (nüshasını çıkarıyor, kendine yazıyor) ve orijinal olanı da Abdülmecid Efendi’ye gönderiyor. Bundan haberdar olan Said Nursî, her ne kadar Abdülmecid Efendi kendi nesebi kardeşi ve yirmi yıllık talebesi olsa da ne onun ne de başkalarının Hulûsi Bey’e yetişmediklerini, mektubları da Hulûsi Bey namına olarak bizzat kendisine gönderdiğini yazıyor. Abdülmecid Efendi ise kendisine istinsah için ve mütalaa için gönderdiği mektubları alabileceğini diyor. Bununla beraber “Fakat eğer sen, o kardeşini kendi nefsine tercih edersen ve ona zahmet vermemek için zahmet çeksen ona karışmam. ” demekle bu âdetini devam ettirmek konusunda da kendisini serbest bırakıyor.
- Said Nursî, mektublaştığı muhataplarından başka, öncelikle onların aileleri olarak çok kişilere de selam gönderiyor. Selam göndermek ve selam almak; selamı gönderen ve alanın durumuna göre, kimi zaman mânâ âlemlerinde ademden vücuda çıkmak kadar insanın maneviyatını etkileyen olduğunu Altıncı Şua’yı da nazara alarak söyleyebiliriz.
- Bu mektublarda muhataplığın ne denli önemli olduğunu görmemek mümkün değil. Said Nursi, muhataplarına “Esrar-ı Kur’aniyede beni iştiyakla konuşturan zeki, ferasetli muhataplarım” şeklinde hitap ediyor. Demek muhatapları Kur’anın sırları konusunda zeki ve ferasetliler. Hatta birbirlerine; “ne olur Üstadımıza sual edin, mevzuları açın ki hakikatler tebeyyün etsin” manasında teşvikleri var. Taliplerini ve müştaklarını bulan hakikatler ve sırlar gün yüzüne çıkıyorlar[v].
- Said Nursî; mektublarının başındaki selamlarda mektubun konu içeriği ile uyumlu bir ifade seçiyor. Mesela Kur’an harflerinin sırrından bahsettiği mektubun başındaki selamı mealen böyle: “Kur’anın harfleri ve onların sırları adedince, Allah’ın selamı ve rahmeti ve bereketi üzerinize olsun. ” (320. Mektub, s. 289)
- Bir zat, meşgul olduğu ilmin penceresinden bu kainatı seyretmesi ve anlamlandırması gibi Kur’anla alakalı olan zâtlar da kainatın hadiselerinin işaret ettiği Kuranî hakikatlere nazar ediyorlar. Şiddetli yıldız kaymaları ile alakalı “Yıldız Mektubu[vi]”nu okudukları meclisi Hüsrev Ağabey öyle tatlı anlatıyor ki o meclisi hayalen seyretmesi bile bize lezzet veriyor. İşte o tatlı mektubun sadece bir cümlesi:
“Dimağımızda Asr-ı Saadetin o cazibedar hayatını canlandırmış, güya maziyi istikbale çevirerek, bir müddet o âlemde ve o nezih ruhlu, ulvî düşünceli insanlar arasında yaşatmıştır. ” (231. mektub, s. 291)
[i] Bakara Suresi 114.ayetten : “Allah’ın mescitlerinde Allah’ın isminin anılmasına mani olandan daha zalim kim vardır.”
[ii] Hadid Suresi 13.Ayetten: “Derken aralarına (mü’minler ile münafıkların) bir sur çekilir. O surun bir kapısı vardır. surun içi rahmet, (münafıkların tarafı olan) dışı ise azaptır.”
[iii] Mektub numaraları erisale tasnifine göre verilmiştir.
[iv] Sayfa numaraları Envar Neşriyat İstanbul – 2010 basımına göre verilmiştir.
[v] Emirdağ Lahikasında konu ile alâkalı bir kısım böyledir: “Risale-i Nur’un tezahürü, yalnız tercümanının fikriyle, veyahut onun ihtiyac-ı mânevî lisanıyla Kur’ân’dan gelmiş, yalnız o tercümanın istidadına bakan feyizler değil; belki o tercümanın muhatapları ve ders-i Kur’ân’da arkadaşları olan hâlis ve metin ve sadık zatların o feyizleri ruhen istemeleri ve kabul ve tasdik ve tatbik etmeleri gibi çok cihetlerle, o tercümanın istidadından çok ziyade o Nurların zuhuruna medar oldukları gibi, Risale-i Nur’un ve şakirtlerinin şahs-ı mânevîsinin hakikatini onlar teşkil ediyorlar. Tercümanının da içinde bir hissesi var.” Emirdağ 1 s.70-71 Envar N.
[vi] 229.mektub, s.286