-Risale Akademi'nin 12-14 Haziran 2015'te düzenlediği Barla Lahikası Sempozyumu tebliği-
Giriş
Üslub-ı Beyan aynıyla insandır. Kişi dilinin altında gizlidir. Dolayısıyla bir insanı en iyi yansıtacak aynalardan biri de dil ve üslubudur. Bu çalışmada Bediüzzaman ve talebelerinin Barla Lâhikası adlı esere yansıyan dil ve üslup özellikleri üzerinde durulacaktır. Ancak buna geçmeden önce dil ve üslup kavramlarına kısaca değinilecektir.
Dil ve üslup
Dil, insanların duygu ve düşüncelerini bir birlerine iletmek için kullandıkları, seslerden örülü, toplumsal bir sistemdir. Her birey bu toplumsal sistemi kendine özgü biçimde kullanır. Her çevre, her sosyal grup dili kendi özellik ve ihtiyaçlarına göre şekillendirir. Dil, sözlü ve yazılı olma durumuna, vasıta olduğu ürüne göre de farlılıklar gösterir. Böylece genel dil, farklı kullanım keyfiyetlerine göre türlü adlar alır: birey dili, çocuk dili; şiir dili, reklam dili; konuşma dili, günlük dil, yazı dili, resmî dil, edebî dil gibi.
Sözlük anlamı itibariyle tarz, stil (bk. Http://www.tdk.gov.tr) anlamlarına gelen üslup, edebi terim olarak metin üreticisinin dil malzemesine verdiği özgün biçimdir. Bediüzzaman, üslup için kalıp, suret, parlak elbise/hil'at ve ayine metaforlarını kullanır. Ona göre üslup konuşanın aynasıdır, metne bütünlük kazandırır, güzelliğin madenidir. Ancak üslup konusunda aşırıya gidilmemeli, üslupperestlik yolunda mana feda edilmemelidir.
Bediüzzaman bu düşüncesini şöyle ifade eder: “Evet lafza zînet verilmeli, fakat tabiat-ı mana istemek şartıyla. Ve suret-i manaya haşmet vermeli, fakat mealin iznini almak şartıyla. Ve üslûba parlaklık vermeli, fakat maksudun istidadı müsaid olmak şartıyla. Ve teşbihe revnak vermeli, fakat matlubun münasebetini göze almak ve rızasını tahsil etmek şartıyla. Ve hayale cevelan ve şaşaa vermeli, fakat hakikati incitmemek ve ağır gelmemek ve hakikata misal olmak ve hakikattan istimdad etmek şartıyla” (Muhakemat, 88 vd.).
Mücerred, müzeyyen ve âli olmak üzere üç tür üslup[2] belirleyen Bediüzzaman, bunların mahiyetini şöyle açıklar:
“Eğer ilahiyat ve usûlün bahis ve tasvirinde isen, şiddet ve kuvvet ve heybeti tazammun eden üslûb-u âlîden ayrılmamak gerektir.
Eğer hitabiyat ve iknaiyatta isen, zînet ve parlaklık ve tergib ve terhibi tazammun eden üslûb-u müzeyyeni elinden gelirse elden bırakma. Fakat gösteriş ve tasannu' ve avamperestane nümayiş etmemek gerektir.
Eğer muamelat ve muhaverat ve âlet olan ilimlerde isen; vefa ve ihtisar ve selâmet ve selaset ve tabiîliği tekeffül eden ve sadeliği ile cemal-i zâtiyeyi gösteren üslûb-u mücerrede iktisar et” (Muhakemat, 109).
İşte Bediüzzaman’ın üslubu; manayı önceleyen, ifrat ve tefriti dışlayan, mukteza-yı hale göre şekillenen bu kuramı esas alır.
Üslubun çeşitli mertebelerinin olduğunu, kimi üslupların seher yelinden daha aheste esecek kadar ince ve hafif, kimi üslupların ise diplomatların harp desiseleri kadar kapalı bulunduğunu belirten Bediüzzaman (Muhakemat, 92), kendi üslubunun, özellikle de eski eserlerindeki üslubunun, orijinalliğini kabul eder ve bu duruma şöyle açıklık getirir:
“Bunlara giydirdiğim elbise, zamanın modasına muhaliftir. Zira Kürd mektebi denilen yüksek dağlarda büyümüş olduğumdan alaturka terziliğe alışamadım. Hem de şahsın üslûb-u beyanı, şahsın timsal-i şahsiyetidir. Ben ise gördüğünüz veya işittiğiniz gibi, halli müşkil bir muammayım...” (Muhakemat, 84).
BARLA LAHİKASI’NDA DİL VE ÜSLUP
“Barla Lâhikası[3] Risale-i Nur'un Barla'da te'lif edildiği ve kalemle istinsah edilerek neşre başlandığından Eskişehir hapsi zamanına kadar olan devrede Nur'un ilk müştak talebelerinin, nurların hemen te'lifi zamanında, ilk okuyup yazdıklarında duydukları samimî hissiyat, kalbî ve ruhî istifade ve istifazalarını dile getiren fıkralarını ve Hazret-i Üstad'ın da bazı mektublarını ihtiva etmektedir” (5).
Barla Lahikası’nda mektupları yer alan zevat ve mektup sayıları aşağıdaki gibidir:
Ancak bütün kişilerin üsluplarının tek tek incelenmesi, daha kapsamlı ve uzun soluklu bir çalışmayı gerekli kılmaktadır. Dolayısıyla burada bir bildirinin çerçevesine sığacak genel bir değerlendirme yapılacak, tek tek kişilerin değil, kişilerin oluşturduğu ekolun[6] dil ve üslup özelliklerine nazar edilecektir.
Evet, Barla Lahikası’nda, aynı üstadın rahle-i tedrisinde bilgilenen, terbiye olup kemal bulan; birbirlerinin meziyetleri ile kıvanan, benliklerini bir havuzda eritip farklı bedenlerde tek yürek, tek ruh halini alan bir şahs-ı manevînin, dili kullanım keyfiyetini, üslubunu görmekteyiz.
Bu üslubun bileşenlerini, metinlerin türü ve içeriği, kullanılan dil malzemesinin nitelik ve niceliği, metin üreticilerin maddi-manevi hüviyetleri ve metne ruh olan mizaç ve seciyeleri oluşturmaktadır.
Metinlerin türü ve içeriği
Metinler, genel olarak düzyazı olarak düzenlenmiş özel mektup kompozisyonundadır[7]. Eserde tamamen manzum olarak kurgulanmış metinler ile telif veya alıntı manzum parçalar içeren metinler de yer almaktadır[8]. Bu parçalar çok sayıda olmamakla birlikte, Barla Lahikası’nın dil ve üslubunu renklendirmiştir. Yine metinlerde yer yer rüyalar hikâye edilmiştir[9]. Rüya tahkiyeleri, bulundukları mektup metinlerini hikâye formuna yaklaştırmıştır.
Kompozisyonları gereği, bir hitapla başlaması, içli ifadeler taşıması, güzel temennilerle son bulması, kısaca duygu değeri yüksek ifadelerle başlayıp bitmesi, mektupların üslubunun şekillenmesinde önemli rol oynamaktadır.
Mektupların genel olarak talebe-üstat ilişkisinde karşılıklı olarak gerçekleşmiş olması, metinlerin dil ve üslubunu şekillendiren diğer bir etkendir. Zira hitaptan takdir ve temenniye, hemen bütün ifadeler, bu hiyerarşik ilişkiye göre örgülenmiştir.
Mektup konularının genel olarak Risale-i Nur eserleri ve bu eserlerin ekseninde gerçekleştirilen iman ve Kur’an hizmeti ile ilgili genel ve/veya özel değerlendirmelerden müteşekkil olması da metinlerin üslubunu şekillendiren diğer bir etkendir. Zira konu birliği, kavram birliğini ve dolayısıyla dil ve üslup birliğini doğurmuştur.
Bütün bunlar, seçilen dil malzemesinin nicelik ve niteliğini, bu malzemenin tanzimini de tabii olarak etkilemiştir. Böylece metinlere şekil ve renk veren başlıca dil unsurları olarak hitap sözleri, değerlendirmeler, dua ve iyi dilek ifadeleri öne çıkmıştır. Aşağıda bu çerçevede seçilen dil malzemesi ve bu malzemenin Barla Lahikası’nın üslubunun şekillenmesindeki rolüne ana hatları ile değinilmiştir:
Hitap sözleri
Barla Lahikası’nda yer alan mektupların önemli bir kısmı hitap sözleri ile başlamaktadır. Bu hitaplar, gerek gizli veya açık bir nida içermeleri gerekse duygu değeri yüksek tazim, takdir, teşvik vb. bildiren sözlerden oluşmalarıyla Barla Lahikası’ndaki üslubun dikkatleri çeken ilk bileşenleridir.
a1. Bediüzzaman’ın, talebelerine hitapları
Bediüzzaman muhataplarına genel olarak kardeş(ler)im / ahiret kardeş(ler)im şeklinde hitap etmiştir. Yer yer arkadaşım, yoldaşım, dostum, talebem, biraderzadem[10] ifadelerini de kullanmıştır.
Bu hitap tarzı, onun şu prensibinin uygulaması mahiyetindedir: “Zâten mesleğimizin esası uhuvvettir. Peder ile evlâd, şeyh ile mürid mabeynindeki vasıta değildir. Belki hakikî kardeşlik vasıtalarıdır. Olsa olsa bir üstadlık ortaya girer. Mesleğimiz ‘haliliye’ olduğu için, meşrebimiz ‘hıllet’tir. Hıllet ise, en yakın dost ve en fedakâr arkadaş ve en güzel takdir edici yoldaş ve en civanmerd kardeş olmak iktiza eder” (Lem'alar, 162).
Hitaplarında Hulusi Bey!, Hüsrev Efendi! örneklerinde olduğu gibi, kişi isimleri ile birlikte muhataba göre Bey, Efendi unvanlarına yer veren Bediüzzaman, muhataplarını teşvik, takdir ve taltif için şu tür sıfatlarla nitelemiştir: aziz, bahtiyar, ciddî, çalışkan, dikkatli, fedakâr, ferasetli, gayretli, gayyur, hakikatlı, hâlis, hamiyetli, kuvvetli, meraklı, metin, mübarek, müdakkik, mütefekkir, samimî, sebatkâr, sevgili, sıddık, vefadar, zeki, ziyade müteharri ve müstefsir.
Bunlar içerisinde en çok kullandıkları aziz ve sıddık sözleridir. Bu, onun öz temizliğini, izzet, şeref, doğruluk ve vefa gibi manaları en başa aldığına bir işaret sayılmalıdır. Bu özellikler silindiğinde diğer meziyetlerin fazla bir şey ifade etmediği bilinen bir gerçektir.
Bediüzzaman, saff -ı evvel talebelerini taltif ve teşvik etmek ve aralarındaki kardeşlik bağını pekiştirmek için ayrıca onları birbirlerine nispet etmiş ve şu tür nitelemeler yapmıştır: Hulusi-i sâni olan Sabri Efendi (24[11]), ikinci bir Sabri olan Ali Efendi (42), ikinci Sabri ve ikinci Hüsrev ve birinci Ali (108) gibi.
Bediüzzaman, hitapların özünde var olan ses değeri ile yetinmiş, bir iki örnekte kullandığı ey ünleminin dışında ünlemlere başvurmamıştır.
a2. Talebelerin Bediüzzaman’a hitapları
Talebeleri, Bediüzzaman’ı Üstat olarak görmüşlerdir. Üstat, ilim veya sanatta üstün olan kimse, sanatkâr, muallim, profesör manalarına gelmektedir (http://www.osmanlicaturkce.com). Nadiren Hocam hitabında da bulunmuşlardır. Yeğeni Abdurrahman’ın hitabında kullandığı Mamo! ifadesi Kürtçede amca anlamına gelen bir akrabalık sözüdür.
Hitaplarda şeyhim gibi bir ifadeye rastlanmaması, Bediüzzaman’ın, “Hey Efendiler! Ben şeyh değilim, ben hocayım” (Mektubat, 63) sözlerini kanıtlar niteliktedir.
Talebeler, hitaplarda Üstat sözü ile birlikte çok defa Efendi ve Hazret unvanlarını kullanmış, Üstatlarını şu seçkin sevgi, saygı, tazim sözleri ile nitelemişlerdir:
Âlîcenab, âlîşan, a'zam, aziz, bâkiye vâsıl olmuş fâni!, bülbül-ü bağistan-ı Kur’an, büyük derecatın ekmeli olan sıfat-ı abdiyete sülûk edebilmiş bahtiyar!, dost!, ekrem, es-seyyid, Kürdî, faziletmeab, faziletmend, fedakâr, ferîd, şahab-ı şaşaanisar!, inayetkâr, kardeş, kıymetdar, kıymetli, lütufkâr, matlubun bâb-ı rahmetinde oturan mahbub!, muazzam!, muhterem, mücahid!, mükerrem, kâmil!, müşfik, nurların mazharı ve naşiri!, ruh-u canım, sevgili, şefkatli, ziya-yı hidayet!, vâkıf-ı esrar-ı Sübhan, yüce.
Bu nitelikler kimi zaman Çok Muhterem, Sevgili Üstadım!, Pek Kıymetdar ve Pek Muhterem Üstadım Efendim Hazretleri! örneklerinde olduğu gibi pek ve çok sözleriyle pekiştirilmiştir:
Hitaplar, genel olarak, Aziz ve Muhterem Üstadım Efendim! (90), Ey Benim Muhterem Üstadım! (90), Ey Benim Ruh-u Canım Üstadım Hazretleri! (234), Ey Sevgili Üstadımız (214) örneklerinde olduğu gibi, birinci kişi iyeliğinde ifade edilmiştir. Birinci kişi iyeliğinin kullanımı, talebelerin üstatlarına besledikleri sevgi, bağlılık, sahiplenme ve aidiyet duygularının işareti olarak yorumlanabilir.
Kişi formundaki şu hitapta ise bir saygı ve tazim söz konusudur:
Vâkıf-ı esrar-ı Sübhan, Ferîd-i Bedîüzzaman, Es-seyyid Said-ül Kürdî Hazretleri huzur-u sâmîsine, (214).
Seslenmeler, genel olarak parçalar üstü birimlerle sağlanmış, kimi hitaplarda ey ve eyyühe-l ünlemleri kullanılmıştır.
Hitaplar içerisinde bilinçli ses tekrarları ile dikkat çeken şu örnek ise Bediüzzaman’ın kardeşi Abdülmecid Efendi’nin Hulusi Bey’e hitabıdır:
“Ey El-Aziz'in Azizi, Hazret-i Seyda'nın Muhterem Tilmizi!” (Abdülmecid, 194).
Değerlendirme ifadeleri
Yukarıda, mektupların ekseriyet itibariyle Risale-i Nur eserleri ve bu eserlerin ekseninde gerçekleştirilen iman ve Kur’an hizmeti ile ilgili genel ve/veya özel değerlendirmeler içerdiği belirtilmişti. İşte Barla Lahikası’ndaki üslubun diğer bir bileşeni de bu değerlendirme ifadeleridir.
Zira talebeler, manevi merbutiyet içerisinde oldukları üstat ve eserleri ile ilgili takdirlerini, mukaddesat ile ilgili tazimlerini, tevazu ve mahviyetlerini, hal ve istikbal ile ilgili duygularını vb. en içli, en seçkin kavramlarla, en güzel formlarda, derin saygı ve sevgi duydukları üstatlarına sunmaya gayret göstermişlerdir. Bu gayret, yani duyguları en kuvvetli biçimde ifade etme çabası, benzetmelerle bezeli ifadeleri netice vermiştir. Bediüzzaman da gerek eser ve talebelerini tavsifte gerekse diğer değerlendirmelerinde estetik ifadeler kullanmıştır. Bu ifadelerden örnekler tarafımızdan benzer bir yargı formuna sokularak aşağıda sunulmuştur:
Kur'an-ı azîm-ül bürhan, bahr-i ummandır (Hüsrev, 93). Kur'an-ı mu'ciz-ül Beyan, şems-i hakikattır (Hafız Halid, 148). Her bir cümle-i Kur’aniye, bahr-i muhit-i kebirdir (Sabri, 82).
Fahr-i Kâinat Efendimiz Hazretleri, bahr-i mu'cizattır (Sabri, 45).
Bediüzzaman, bülbül-ü bağistan-ı Kur’an (Nasuhizade Şeyh Mehmed Efendi, 114), Hızır ve Lokman’dır (Hafız Ali, 117).
Bediüzzaman’ın sözleri, mahremlerin de kendisine nâmahrem olduğu güzel kızdır (Abdülmecid, 120). Duası, laîn şeytanın zırh sandukasını kıran yumruktur (Mesud, 91)
Envâr-ı Kur’aniye/Risale-i bergüzideler, gökteki (nuranî) yıldızlardır (Hulusi, 34; Refet, 90). (manevi) güneştir (Hulusi, 34; Bekir, 54), kamer-i marifettir (Hafız Halid, 148) Otuzikinci Söz, kevkeb-i nevvardır (Hulusi, 34). Otuzikinci Söz'ün Üçüncü Mevkıfı, necm-i nur-efşandır. (Hulusi, 30). Yirmialtıncı Mektub berk-i hâtıftır (Sabri, 45).
Nur hakikatleri, gıdadır (Sabri, 81), nurlu meyvelerdir (Zühdü, 56). Şükür Risalesi, şeker şerbetidir. (Hulusi, 87). Tevafukat-ı latife, meyvelerdir (Bediüzzaman,138).
Risale-i Nur Külliyatı, nur eczahanesidir (Sabri, 81). Her bir söz, eczahane-i kudsiye-i Kur’aniyeden birer reçete (Bediüzzaman, 67), (nâfi') tiryak (Sabri, 56; Süleyman, 63), şifalı ilâçtır, merhemdir (Süleyman, 63). Risalet-ün Nur ve Mektubat-ün Nur, iksir-i a'zamdır (Kuleönlü Sarıbıçak Mustafa Hulusi, 141). Sözler hâzık doktordur (Sabri, 41).
Risale-i nur külliyatı, âb-ı hayat çeşmesidir (Lütfü, 77), nur deryasıdır (Hüsrev, 73; Sabri, 81), bahr-i muhit-i nurdur (Sabri, 42), billurî sular akıtan ulu pınardır (Zekâi, 72). Risaleler, bir bahr-i muhit-i ummana dökülen nehirler (Hüsrev, 94), berrak ve saf ırmaklardır (Zekâi, 71).
Her bir risale; kal'a-i hasindir (Lütfü, 171). Sözler ve Mektublar, çelikten daha güzel, polattan daha kuvvetli saraylardır (İmamoğlu Hâfız Mustafa, 162). Risaleler, elmas menbaıdır (Sabri, 43). Risale-i nur hakikatleri, elmaslardır (Hulusi, 52), dürr-i yektadır (Sabri, 41). Risaleler, kur’an-ı azîm-ül bürhan'ın bahr-i ummanında medfun definelerdir (Hüsrev, 93), kitab-I Mübin'in hazine-i hakaikının miftahıdır (Hafız Ali, 108). Yirmiüç ve Otuzuncu Sözler, mahzen ve medfen-i mücevherattır (Sabri, 44). Sözler, mübarek cevherlerdir (Hulusi, 31). Otuzikinci söz, giranbaha bir hazinedir (Zekâi, 76). Siyah Dut'un Bir Meyvesi ve hakikatleri, altun topun elmas gülleleridir (Sabri, 43). Her bir risale elmas kılınçtır (Lütfü, 171). Yirmidokuzuncu Mektub'un yedinci kısmı, ülema-üs sû' ahzabına şedid bir tokattır (Hulusi, 110).
Risale-i Nur Külliyatı, nur bahçesidir (Zühdü, 56), ferahfeza bir gülistan-ı cinandır (Asım: asm. 98). Risaleler, gayet nâdide ve hoş-bû ezhar-ı latifedir (Asım, 98).
Yirmisekizinci Mektub'un Yedinci Mes'elesi, tam zamanında izhar-ı endam eden (Bir güzeldir) (Sabri, 80).
Risaleler, keştî-i nuh-u selâmettir (Galib, 99).
Her bir risale, mürşid-i a'zam ve ekmeldir (Lütfü, 171).
Sözler, kalptir, gözdür, röntgen makinesidir (Sabri, 56)
Nur talebeleri, büyük bir memleketi tenvir edecek elektriklerin makinistleridir (Bediüzzaman,124), makinenin çarklarıdır (Bediüzzaman,124).
(İman hakikatlerinin neşv ü nema bulduğu zaman ve zemin), bahardır (Hüsrev, 75). (Matlup nesil), çiçeklerdir (Hüsrev, 75).
Dünya, kervansaraydır (Hulusi, 84).
Asrın sefahat ortamı, bataklıktır (Hulusi, 61). Günahlar, kirdir (Bediüzzaman, 39), dikenlerdir (Hulusi, 32). Ruhlar, paslıdır (Sabri, 45).
İlmi ile yetinen hocalar ve halifeler yıldız böceğidir (Kuleönü'nde Sofuoğlu Mustafa Hulusi, 147).
Hakikati görmeyenler gözsüzlerdir (Sabri, 41). Hakikati tasdik etmeyenler kalpsizlerdir (Sabri, 41).
Zulmet ve gaflet perdedir (Lütfü, 77).
Bizler, arpa anbarı içinde açlıktan ölen tavuklara benzeriz (Re’fet, 64).
Ruhlarımız ateşe maruz çimen gibi yanık, küskün, solgundur (Sabri, 82)
Şübheler buluttur (Zekâi, 58). Asır sislidir (Sabri, 45)
(Sözlerim) âdi boncuktur (Hulusi, 31), (güneşe nispeten) mumdur (Hulusi, 36). (yazılarım) sönüktür (Hulusi, 31).
Örnekler bir bütün olarak incelendiğinde tam benzetmelere, açık ve kapalı istiarelere yer yer rastlansa da ifadelerin genel itibariyle güzel benzetme kuruluşunda olduğu gözlenmektedir.
Kavramlar arası ilgi(sizlik) göz önüne alındığında sanatlı ifadelerin önemli bir kısmında, şu örneklerde olduğu gibi alışılmamış bağdaştırma özelliğinin öne çıktığı görülmektedir:
laîn şeytanın zırh sandukası (Mesud 91), melaike denizleri (Sabri, 41), sefain-i kibriya (Sabri, 41), gayetle hârika ve fevkalhad cihazat ve malzemeyi neşreden nur fabrikası (Sabri, 42), otuzbirinci elmas külliyatı (Sabri, 41), ahlâk-ı hasene fidanları (gars ederek) (Hüsrev, 114), Üstadımın dua yumruğu (Mesud, 91), hakikat tokmakları (Sabri, 76), şuur çatlaklığı (Sabri, 41).
İşte bu sanatlı ifadeler Barla Lahikası’nın üslup elbisesini nakışlandırmış, metinleri çok defa birer güzellemeye dönüştürmüştür. Hiç şüphesiz metinleri sanatlı kılan başka söz işçilikleri de söz konusudur. Burada sunulanlar en çok dikkat çekenlerdir.
c. Dua ve iyi dilek ifadeleri
Dua, kulun kendi Hâlikı, Sanatkârı, Rabbi ve Râzıkı olan Allah’a (cc) içini döküp ondan medet dilemesi, ona yalvarıp yakarmasıdır. Bu yakarışlar, edebiyatımızda ayrı bir tür olarak münacaat (mensur olanlar için tazarruname adı da kullanılmış) adıyla manzum ve mensur eser formunda vücut bulduğu gibi; hikâye, roman, destan, şiir, mektup vb. edebi türlerin içinde de yer almıştır. İyi dilek ifadeleri ise iletişimin başlıca unsurlarıdır. Allahaısmarladık, Allah’a emanet olun, Güle güle, Kolay gelsin gibi kalıp sözler günlük konuşmalarda sıklıkla kullanılan iyi dilek ifadeleridir. Bu tür ifadeler, günlük muhaverelerin olduğu gibi iletişimin başlıca vasıtalarından mektupların da önemli parçasıdır.
Barla Lahikası’ndaki mektuplar da önemli oranda dua ve iyi dilek ifadeleri içermekte ve çoğunlukla bu tür ifadelerle son bulmaktadır. Dua ve iyi dileklerin duygu değeri yüksek kelime kadrosu, onları önemli bir üslup bileşeni kılmış, Barla Lahikası’nı kısmen bir dua ve iyi dilek mecmuası haline getirmiştir. Başlı başına bir inceleme konusu olabilecek bu ifadelerden bazı örnekler aşağıda sunulmuştur:
Hemen Cenab-ı Erhamürrâhimîn aziz üstadımızı sıhhat ve âfiyette daim ve ümmet-i Muhammed üzere kaim buyursun, âmîn bihürmeti Seyyid-il Mürselîn (Hulusi, 27),
Ey Mâlik-ül Mülk, ey Hâlık-ı Zülcelal, ey Hâkim-i Bîmisal! Senin Zât-ı Azamet-i Kibriyana iltica ederek niyaz ediyorum, şöyle ki: Ahkâm-ı Kur'aniyeyi i'lâ ve tarîk-ı Ahmediyeyi ibka ve hakikî verese-i enbiyanın âmâl ü makasıdını teshil ü teysir buyurarak, bu bîçare kullarını Kur'an-ı Azîmüşşan'ın daire-i nuraniyesinde mes'udane i'lâ-yı kelimetullah etmeyi göstermeden hayat-ı bâkiye âlemine göçürme Allah'ım diyerek zahirî ve bâtınî gözlerimi levaih-i Kur'aniye ile perdeledim, Üstadım Efendim (Sabri, 105);
Ey aziz Üstadım! Allah sizden ebeden razı olsun (Ahmed Hüsrev, 131);
Cenab-ı Zülcelal ve-l Kemal Hazretleri Muhterem Zât-ı Üstadanelerini dünyalar durdukça Nur Risalelerini rehberlikte, delalette ve nur dellâllığında ilâ-âhir-üd deveran kaim buyursun, duasını her namazın âhirinde hemşirenizle beraber vird-i zeban etmişiz, Efendim Hazretleri (Âsım, 99).
2. Kullanılan dil malzemesinin nitelik ve niceliği
Barla Lahikası’ndaki metinlerin gerek sözlüksel gerekse söz dizimsel özellikleri ile ilgili bilgileri istatistiksel verilerle her yönüyle ortaya koymak, başlıca bir çalışmayı gerekli kılmaktadır. Dolayısıyla burada gözleme dayalı genel bir değerlendirme ile yetinilecektir.
a. Sözlüksel özellikler
Barla Lahikası’nın kelime kadrosu, büyük oranda, iman, ihlas, uhuvvet, itaat, takdir, tevazu, memnuniyet, sadakat, samimiyet, teslimiyet, nezahet, nezaket, fedakârlık, ümit, sevinç, coşkunluk, hüzün gibi manaları bildiren unsurlardan oluşmaktadır.
Güruh-u hazele ve rezele (45), hâin-i bîdin, mülhid hâin (46), âdi, zelil, kâfir, geber- (175) gibi anlamca olumsuz veya kaba sayılabilecek sözlere çok az tesadüf edilmektedir.
Barla Lahikası’nda metinlere hâkim olan dil, günlük iletişim Osmanlıcası olup bu dilde bugün için anlaşılması güç şu tür alıntı unsurlar yer almaktadır:
alâ kadr-il istitaa[12] (35), alettevali[13] (84), bâdî (ol-)[14] (76), bendegâne[15] (42), bidâa[16] (46; 55), ka'r[17] (deryanın ka'rı) (114), meşakk u mezahim[18] (91), musammem[19] (80), nâtamam[20] (35), sükkân[21]; vâreste[22] (45), zevil'efkâr ve elbab[23] (80)
dercan (et-)[24] (84), gars (et-)[25] (114), ictisar (et-)[26] (115); is'af (et-)[27] (69) menvî (bulun-)[28] (82), tasdi'[29] (-de bulun-) (25)…
Ancak, metinlerin bütünü değerlendirildiğinde bu unsurların metinlerin dilini büsbütün kuşatıp anlaşılmaz kıldığı söylenemez.
Eserde, Armut piş ağzıma düş (179), arpa anbarı içinde açlıktan ölen tavuklara benzemek (64), göze çarpmak (76), göz yum- (128), meydan okumak (76) gibi deyim türünde sözler ile Allah razı ol- (sun) (37), istirham eyle- (rim) (33), rica et- (mekteyim) (35), safalar gel-(din)[30] (9) gibi günlük iletişimin kalıp sözleri önemli yer tutmaktadır.
Yine, eserde, gündoğu, günindi (91), gülşen yüzlü (92) gibi bugün yazı dilinde pek rastlamadığımız güzel halk kullanımlarına; Zararın neresinden dönsen kârdır (174), Kılınç hasma göre çekilir (110) gibi atasözü türünde sözlere de yer yer rastlanmaktadır.
b. Sözdizimsel özellikler
Barla Lahikası’nda söz dizimsel özellik olarak ilk dikkati çeken, bütünü veya bir kısmı yabancı kuruluşta olan tamlamalardır. Bu tamlamalar, metinlerin üslubunu önemli ölçüde renklendirmiştir. Dikkati çeken diğer bir husus da normalden çok uzun ve/veya süslü cümlelerdir. Aşağıda bu yapılar örneklendirilmiştir.
b1. Yabancı kuruluştaki tamlamalar
Eserin bütünü göz önüne alındığında, Barla Lahikası’nda hâkim olan, Türkçe tamlamalardır. Ancak Türkçe yapıların yanı sıra, eserde, çoğunluğu Arapça kökenli kelimelerden oluşan Farsça kuruluştaki tamlamalar, Arapça tamlamalar ve Türkçe, Farsça, Arapça dillerinden iki veya üçüne ait yapıların iç içe geçtiği tamlamalar da önemli yer tutmaktadır:
b1.1. Farsça tamlamalar
ahzab-ı dalalet (34), emr-i hayr-ı azîm (35), enfas-ı ma'dude-i hayat (35), erbab-ı gaflet (34), gerdendade-i inkıyad (130), izhar-ı hayret (34), şe'n-i ulûhiyet (27), usûl-ü bey' u şira (80), vâreste-i rayb u zunûn (45), vekayi-i risaletmeab (40)…
adüvv-i ekber (27), cevab-ı hakgûyane (83), eltaf-ı ilahiye (35), fıkra-i manidar (44), havl ü kuvvet-i samedanî (35), sükût-u mestî (34), inayet ü lütf-u rabbanî (35)…
b1.2. Arapça tamlamalar
kabl-el vuku (41), Ahsen-ül Hâlıkîn, Ekrem-ül Ekremîn, Erhamürrâhimîn (33); hubb-u fillah (33)…
b1.3. Kuruluşça çok dilli tamlamalar
Cenab-ı Erhamürrâhimîn (27), Serapa Nur olan Kur'an-ı Mu'ciz-ül Beyan'ın hak ve hakikatı (25), Besmelenin derece-i ehemmiyeti ve suret-i temsiliyesi (44), sermaye-i ilmiye-i evveliye-i bendegânemin yüzde doksan dokuz derece yükseldiği (42), şu asrın eşhas-ı muzırrası (45)…
Habl-i Metin-i İlahî ve kanun-u Mübin-i Rabbanî olan Kur'an-ı Azîmüşşan (44), Mahzen ve medfen-i mücevherata rastgelmiş bir fakir (gibi) (44), Dekaik-ı hikmet ve hakaik-i ilmiye ile tezyin ve tarsin edilmiş olan yüksek eser (46)…
b2. Normalden çok uzun ve/veya süslü cümleler
Eserdeki metinler, genel olarak normal ve normalden biraz uzun konuşma cümleleriyle örülmüştür. Ancak bazı cümlelerin normalden çok uzun ve/veya süslü olması dikkat çekmektedir. Sözcük sayısı 50’nin üzerinde olan aşağıdaki cümleler, normalden çok uzundur. Bu cümlelerin sözcük sayıları sırasıyla 56, 94 ve 97’dir:
Meb'us-u âlem aleyhissalâtü vesselâm Efendimiz Hazretlerinin insanları hayrette bırakan ve cüz'î şuuru olana iman-ı kâmil bahşeden, fevkalhad ve hârikulâde manen bin enva'-ı mu'cizat-ı ahmediyeyi ihtiva eden ve pek âlî ve azîm kıymeti müsbet ve müsellem bulunan ondokuzuncu mektub'un dördüncü cüz'ünü; nazar ve teveccüh-ü fâzılanelerinde min-gayr-i haddin vekilleri bulunduğum mumaileyh Hulusi Bey Efendi'ye irsal kılınmak üzere istinsaha başlamıştım (Sabri, 40).
Sıhhat ve âfiyetinizin devamı, şükrümü; bu gibi mesailin hallini isteyenlerin vücudu, ümidimi; nazarımda ilim sayılacak her şeyi sizden öğrendiğim için, bu vesile ile hakikat sahasındaki malûmatımı; hasb-el beşeriye fütur hâsıl oluyorsa, şevkimi; hasta bir talebeniz olduğumdan Kur’an'ın eczahanesinden verdiğiniz bu ilâçlarınızla sıhhatimi, matbaha-i Kur’an'dan intihab buyurduğunuz bu gıdalarla bütün hasselerimin kuvvetini, hayatın beş derecesini de talim, mevtin itibarî bir keyfiyet olduğunu tefhim, i'dam-ı ebedînin mutasavver olamayacağına kalbimi takvim buyurduktan sonra, Allah için muhabbetin her halde bu hayat derecelerinde de devam ederek hayat-ı bâkiyede bâki meyvesini vereceğini işaret buyurmakla müddet-i hayatımı nihayetsiz artırmağa sebeb olmuştur (Hulusi, 28).
Bu defa istinsahına muvaffak olduğum nurlu Yirmidokuzuncu Söz'de, melaike denizlerinde sefain-i kibriyaya yapışarak seyran ederken ve beşerin hata-savab işlediği ef'ali, kat'î olarak umumî yoklama defter-i kebirinde okunacağını, nef' u zarar hiçbir şeyin mektum bırakılmayacağını şiddetle ihtar eden, beka-i ruh âlemini temaşa ederken; matlab-ı a'lâ ve maksad-ı aksa olan ba's ve mahkeme-i kübranın ahkâmını kabl-el vuku makam-ı istima'da dinlerken ve bilhâssa "medarlar" merdivenlerinden âlî makamlara manevî suud ederken, hele onuncu medar ve üçüncü, dördüncü mes'elelerde deniz dalgıçları gibi derya-yı maneviyatta dalıp yüzerken, o kadar envâr-ı hakaik-i kibriyaya ve ezvak-ı letaif-i ulyaya müstağrak oldum ki, arz u ifadeden âcizim (Sabri, 41).
İmgesel ifadelerin hâkim olduğu kimi cümle ve cümle üstü birimler ise süslü ifade tarzları ile dikkati çekmektedir:
Burak-ı tevfik ile hakaik-i semavata râh-ı urucu irae ve tefhim için, tanzim ve tasnif buyurulan ve her bir lem'a-i ulviyesi, aklî ve naklî binler âyât ve alâim-i imanı fevkalhad izah ve isbat eden ve bir mirkat-ı iman ve bir mir'at-ı vâcib-ül vücud ve-l mennan olan ve saray-ı dâr-ı bekanın elmas bir miftahı bulunan yirmiikinci bahr-i hakaikı inayet-i ilahiye ile istinsaha muvaffak oldum (Sabri, 46).
Nasıl tavsif edeyim, bir gülistan-ı ferahfezada gayet nâdide ve hoş-bû ezhar-ı latife gûna-gûn bulunup da, hangisini koparmağa, koklamağa, tercih etmeye mütehayyir kalıp da, neticede hepsinden bir deste, bir demet yapmağa karar verdiği gibi; bu risale-i şerifeler de yazanı, okuyanı, dinleyeni nur bahçesine, nur deryasına gark edip de mütefekkir, mütehayyir edip, hepsinden bir çiçek demeti yapmaz da ne yapar? (Asım Bey, 98).
Derya-yı maariften sema-yı irfana ilahî bir hava ile coşup fışkıran ve sema-yı irfandan zemin-i maarife ilahî bir hava ile inen baran-ı marifeti ve feyezan-ı hikmeti zemin ile âsuman arasında seyre dalmıştım. Bu sırada coşan deryanın ka'rından, sahil-i Beyana bahâ takdir edilemeyen cevahir geliyordu. Bunlardan bir mikdar olsun almaya iktidarım gelmiyor ve gelemiyordu. Yalnız görüp alabildiğim birşey varsa, bedî'in cilvesiyle bedîiyatın neş'esiyle hayrettir (Murad Efendi, 103).
3. Metin üreticilerin maddi ve manevi hüviyetleri
Kişilerin sözleri, onların maddi ve manevi hüviyetlerinden bağımsız değildir. Bir erin ağzında âmirâne sözler, pest bir ruhun ağzında ali ifadeler yakışık durmaz. Kısaca kişi, konumuna göre konuşur, küpün içinde ne varsa dışına o sızar.
Yunus Emre, bu hakikati şöyle dillendirir:
“İşitin ey yârenler,
Aşk bir güneşe benzer.
Aşkı olmayan gönül,
Misâli taşa benzer.
Taş gönülde ne biter,
Dilinde ağu tüter.
Nice yumuşak söylese,
Sözü savaşa benzer.
Aşkı var gönül yanar,
Yumuşanır, muma döner.
Taş gönüller kararmış,
Sarp, katı kışa benzer” Yunus Emre (bk. Tatçı, 53).
Evet, gönül okşayıcı yumuşak sözler, ancak yumuşak gönüllerden yansır.
Bediüzzaman, “Risale-i Nur'un mesleği, nezihane ve nazikâne ve kavl-i leyyindir (Lem'alar, 176), Kur'anın hakaik-i i'cazını ben güzelleştiremedim, güzel gösteremedim; belki Kur'anın güzel hakikatları, benim tabiratlarımı da güzelleştirdi, ulvîleştirdi”(12) der.
İşte Barla Lahikası’ndaki sözler, Kur’an eczanesinden aldıkları ilaçlarla şifa bulmuş veya şifa bulma yolunda olan gönüllerden sızan damlalardır. Bu damlalar incelendiğinde kaynakları ile ilgili şu bilgilere ulaşılır:
Barla Lahikası’nın metin üreticileri, meslekleri itibariyle farklılıklar göstermektedir. Kimi rütbeli asker, kimi çiftçi, kimi doktor, kimi tüccar, kimi imamdır. Ancak dünyevi konum ayrılığı, yaşayış ve ideallerinde bir gayrılığa neden olmamıştır.
Hemen hepsinin ana gündemi aynıdır[31]:
Dünya ve ahiret saadetinin anahtarı olan tahkiki imanı elde etmek ve dindaşlarına da kazandırmak,
Rablerinin rızasına ulaştıracak ihlaslı amellere muvaffak olmak ve dindaşlarını da bu yolda teşvik etmek,
Gayelerine ulaşmada kendilerine rehberlik eden Kuran hakikatlerini okumak ve okutturmaktır.
Üstatlarının kendileri için kullandığı aziz, bahtiyar, ciddî, çalışkan, dikkatli, fedakâr, ferasetli, gayyur, hakikatlı, hâlis, hamiyetli, kuvvetli, meraklı, metin, mübarek, müdakkik, mütefekkir, samimî, sebatkâr, sevgili, sıddık, vefadar, zeki, müteharri ve müstefsir gibi vasıflar onlar için hem bir özellik hem de bir hedeftir.
Zira her biri, benlik dağını aşma, nefsani kirlerden arınıp Rablerinin huzuruna yakışacak bir paklığa ulaşma gayretindedir.
Edep, tevazu, samimiyet, sebat, şevk, birbirlerinin meziyetleri ile iftihar etmek gibi nice güzel özellik ahlaklarıdır.
İşte metin üreticilerin bu seciyeleri üsluplarına da ruh olmuştur.
Sonuç
1. Barla Lahikası’nda 47 kişiye ait toplam 279 fıkra/metin mevcuttur (Buna konulu ders metinleri dâhil değildir.). Bu metinlerin 73’ü Üstat Bediüzzaman’a aittir. Eserde, Sabri Efendi ve Hulusi Bey’in 37’şer, Hüsrev Efendi’nin 27, Hafız Ali’nin 15, Ahmed Zekai’nin 11, Asım Bey’in 9 ve Refet Bey’in 7 yazısı bulunmaktadır. Diğer zevatın yazı sayıları ise 3, 2, 1 şeklinde sıralanmaktadır.
2. Genel olarak günlük iletişim Osmanlıcası ile mektup formunda yazılmış olan bu metinler, gerek sözlüksel gerekse söz dizimsel alıntı unsurlar içermekle birlikte orta seviyede Osmanlıca kültürü olan bir okurun yer yer lügat kullanarak anlayabileceği özelliktedir.
3. Eserin üslubunu, büyük ölçüde metinlerin türü ve içeriği, kullanılan dil malzemesinin nitelik ve niceliği, metin üreticilerin maddi ve manevi hüviyetleri şekillendirmiştir.
Yer yer müzeyyen üslup örnekleri görülse de, metinler karşılıklı mektuplaşmalardan müteşekkil olduğundan, dilin kullanım keyfiyeti ve metinlerin örgüleniş tarzı bakımından eserde hâkim olan üslup, sohbet üslubu, dolayısıyla sade (mücerret) üsluptur. Ancak sohbet üslubu içerisinde sunulan konuların büyük ekseriyetle Kur’an hakikatleri gibi yüce değerler olması, bu üslubu, âli üsluba yaklaştırmıştır. Yine kimi metinlerin bir bütün olarak, kimilerininse satır aralarında didaktik özellikler taşıması, bu metinlerin üslubuna hikemî bir özellik kazandırmıştır.
5. Barla Lahikası, baştan sona nezaket, saygı ve sevgi ifadeleri ile örülmüş ve ince bir dil işçiliğinin eseri olan çok sayıda sanatla bezenmiştir. Bu yönüyle okura dil zevki verecek niteliktedir.
6. Barla Lahikası, her ne kadar bir mektuplar mecmuası görünümünde ise de tek başına, samimi okurlarını imanlı ve erdemli kılacak değerleri havi bir iman ve ahlak kitabıdır.
Kaynaklar
COŞKUN, Menderes (2010). “Üslup Çalışmaları Üzerine”, Nesrin İnşası: Düzyazıda Dil, Üslup ve Türler (Eski Türk Edebiyatı Çalışmaları V), Turkuaz, s. 72-83.
DEMİREL, Şener (2008). “XVII. Yüzyıl Klasik Türk Şiirinin Anlam Boyutunda Meydana Gelen Üslup Hareketleri: Klasik Üslûp, Sebk-İ Hindî, Hikemî Tarz, Mahallîleşme”, Uluslararası Asya ve Kuzey Afrika Çalışmaları Edebiyat Bilimi Sorunları ve Çözümleri Kongresi Bildirileri II. Cilt, 10-15.09.2007 Ankara, Atatürk Kültür, Dil Ve Tarih Yüksek Kurumu Yayınları, Ankara.
GÜRBÜZ, Meryem (2013). “Büyük Selçuklular Devrine Ait Münşeât Mecmûalarında Yer Alan Bir Belge Türü: ‘İhvâniyat’”, Tarih Okulu Dergisi (TOD), 27: 43-55.
NURSİ, Said, Barla Lahikası, RNurOkuma4 (Risale-i Nur Külliyatı’nın elektronik sürümü).
NURSİ, Said (1989). Barla Lahikası, Envar Neşriyat, İstanbul.
NURSİ, Said, Lemalar, RNurOkuma4 (Risale-i Nur Külliyatı’nın elektronik sürümü).
NURSİ, Said, Mektubat, RNurOkuma4 (Risale-i Nur Külliyatı’nın elektronik sürümü).
NURSİ, Said, Muhakemat, RNurOkuma4 (Risale-i Nur Külliyatı’nın elektronik sürümü).
NURSİ, Said, Sözler, RNurOkuma4 (Risale-i Nur Külliyatı’nın elektronik sürümü).
ÖNAL, Mehmet (2008). “Edebî Dil Ve Üslup”, A.Ü. Türkiyat Araştırmaları Enstitüsü Dergisi, 36: 23-47.
Tatçı, Mustafa (tarih yok). Yûnus Emre Dîvânı, http://ekitap.kulturturizm.gov.tr
TÖRENEK, Mehmet (1999). “Mektuplar, Mektuplaşmalar”, Atatürk Üniversitesi Türkiyat Araştırmaları Enstitüsü Dergisi, 11: 161-171.
http://www.osmanlicaturkce.com
http://www.tdk.gov.tr
[1] Süleyman Demirel Üniversitesi, Eğitim Fakültesi, Türkçe Eğitimi Bölümü.
[2] Bu temel bir ayırımdır. İlgili çalışmalarda konuşma üslûbu, yazı üslûbu, sâde üslûp, kapalı üslûp, edebî (bediî) üslûp, tekellüflü üslûp, metaforik (teşbih ve istiareli) üslûp, secili (müsecca) üslûp, ilmî (mustalah) üslûp, öğretici (didaktik, talimî) üslûp, vaaz üslûbu, hitâbet üslûbu, hikâye üslûbu gibi tasnif ve/veya adlandırmalara da rastlanmaktadır (bk. Coşkun, 2010: 72). Bediüzzaman da eserlerinde bağlamına göre üslup için şu tür ifadeler kullanır: üslûb-u bedî' (Söz. 374), ulvî üslûb, parlak ve ulvî geniş üslûb, üslûbun haşmeti, latif bir üslûb, güzel üslûb, sade ve vazıh ve tafsilli üslûb, üslûbların garabeti, üslûb-u bedî-i pür-maânî, yüksek üslûb-u bedîi; fesahatlı, san'atlı üslûb; çocukça üslûb, yırtık üslûb… (bk. Sözler, 375, 376, 433, 455, 693, 733, 734; Mektubat, 181, 183).
[3] lahika: Ek, ilâve, katılan şey, zeyl, sonradan ilâve edilen (Http://www.osmanlicaturkce.com).
[4] Bu sayılar, Envar Neşriyat tarafından basılan Barla Lahikası’na göre tespit edilmiştir.
[5] Eserde ayrıca mektup özelliği göstermeyen konulu ders metinleri de bulunmaktadır. Bu belirtilen sayıya söz konusu metinler dâhil edilmemiştir. Söz Basım tarafından yayımlanan Barla Lahikası’nda konulu metinler de numaralandırılmış ve toplam 294 metin tespit etmiştir.
[6] Önal, bu konuda şöyle der: “Pek tabiidir ki, bir grupta, bir mekânda, bir mahalde, bir millet içinde, bir cemiyetin parçası olarak yaşayan insanların müşterek üsluplarından da bahsedilebilir” (2008: 33).
[7] Tarih boyunca insanlar arasında önemli bir iletişim kanalı olarak işlev gören mektup türü; dilinin içtenliği, sıcaklığı, duygusallıklara açık oluşu yanında, konusunun genişliğiyle çekici gelmiş, hitap özelliğiyle de okuyucuyu kendisine bağlamayı bilmiştir. Bütün bunlar ve daha sıralanabilecek birçok özellik, mektup formunun diğer edebi faaliyet alanlarında da kullanılmasına yol açmış, roman, hikâye, şiir, gezi yazısı, fıkra, sohbet, deneme gibi hemen her türde bu formun kullanıldığı eserler vücuda getirilmiştir (Törenek, 1999: 164 vd.).
[8] bk. Sabri, 67; Hulusi, 86, 244; Asım, 86; Ahmed Galib, 99; Abdurrahman Tahsin, 370; İhsan Sırrı, 378; Mehmed Feyzi, 378.
[9] bk. Kuleönlü Sarıbıçak Mustafa Hulusi, 140; Dereli Hâfız Ahmed Efendi, 155; Ali Ulvî, 159; Lütfü, 171; Mes'ud, 214.
[10] Yeğeni Abdurrahman için.
[11] Barla Lahikası’ndan yapılan alıntılarda genellikle sadece sayfa numarası verilmiş ancak alıntının özelliğine göre, yer yer ait olduğu kişi de belirtilmiştir.
[12] Güç yettiği kadar.
[13] Arası kesilmeksizin, birbiri ardınca, arka arkaya.
[14] Sebep olmak, vesile olmak.
[15] Hizmetçi gibi, bağlanmışçasına.
[16] (Bidâat) sermaye, ana para, tahsil olunmuş ilim.
[17] Denizin dibi.
[18] Meşakkat ve zahmetler.
[19] Tasmim olunmuş, kat'i olarak karar verilmiş.
[20] Tamamlanmamış.
[21] İkamet edenler, oturanlar.
[22] Affedilmiş, halâs bulmuş, rahat, serbest