Barla ve Lahikasında; İman Hizmeti Bağlamında, “Şuunat İlahiye Ve Şuunatı Rububiyet”Tecellileri
Bu konu, akıldan ziyade kalbe, halden ziyade kale bakar. Ancak aklın kumandanlığını kabul eden ve akıl ile kalb, vicdan, ruh dengesini muvazenede tutan dengeli insanlar tarafından teşhis ve tesbit edilebilir.
Şuunat, lügat olarak şe'n kelimesinin çoğulu olup genel manası “işler, haller, keyfiyetler” demektir.
Şuun keilmesi de aynı manaya gelmektedir. Istılah olarak şuunat ise, Cenabı Hakk'ın sıfatlarının kaynağı olan kudsî ve ilahî hal ve keyfiyetler denilebilir.
Şuunatın insandaki karşılığı, oldukça çeşitli kabiliyetler ile “merhamet, adalet, sevmek, cömertlik, iftihar” gibi yüzlerce hissiyatlardır.
“Kabiliyet, hissiyat, keyfiyet” gibi tabirler insan için kullanılmakla birlikte, Cenabı Hak için kullanılması uygun değildir. Bu nedenle Zatı Hakiki (cc) hakkında bunlar şuunat olarak ifade ediliyor.
Şuunat, Mahiyeti Zatiyenin (cc. ) muktezası olup Mahiyeti Celaliyenin (cc. ) bir nevî –isim ve sıfatları marifetiyle- nüfûz ve sirayet etmesidir ki, bu tecellî bütün âlemi vücûbu ve âlemi vücudu kuşatmış, ihata etmiştir. Bütün mahlukata faaliyet şevki ve lezzeti ile tüm zîhayata, zîşuura, zîruha ise, yaşama sevinci ve ebediyet arzusu verir. Kainattaki cazibe kanunu da şuunatın bir tecellisidir, bir yansımasıdır.
Bu şuunat tecellisiyle, Şuunu Hakiki (cc), Herbir insanı ve cinni, minnet, şükran ve hamd hisleriyle donatır. Sani-i Hakiki’ nin sanatını görmesi ve müştak, müteşekkir ibadının merakaver gözlerine göstermesinden duyduğu iftiharı mukaddese, süruru münezzehe ve şevki mukaddes keyfiyetini ifade eder.
Şuunatı İlahiye;
Biz İnsanlardaki, “haller, keyfiyetler, hissiyatlar, istidatlar ve kabiliyetler”in
Cenabı Hak’taki Kutsî kaynak olarak ifadesine “ŞUUNAT-I İLAHİYE” diyoruz.
Bu tabir aynı zamanda Cenab-ı Hak için “ŞUUNATIN ZATΔ oluşunu da ifade eder. Yani nasıl ki Allah’ın esma ve sıfatları zatî’dir, zıddı yoktur, sonsuzdur. Öyle de şuunatı dahi zatidir, sonsuzdur. Ancak bu şuunat, esma ve sıfat marifetiyle bütün kainatı, zîhayatı ve camidatı kuşatmıştır.
Cansız dediğimiz ancak aslında bir çeşit hayat mertebesini ifade eden camidat varlıkların, faaliyet içinde aynı lezzet almaları da şuunatın cansız mahlukattaki tecellileridir.
Şuunatın insanlarda 3 şekilde tezahürü vardır.
1. si, bizdeki yetenek ve kabiliyetler ile bunların işçilik ve hüner olarak dışa vurumlarıdır.
2. si bizdeki hissiyatlar, latifeler, lezzetler, sürurlar, huzur ve sekine’ halleridir.
3. sü ise, insanlardaki hissiyat ve yeteneklerin birlikte ifadesi olan, Faaliyetten alınan lezzetler ya da faaliyetin aynı lezzet olması halidir.
Onsekinci mektubta, üstad hazretlerinin, ŞUUNATIN, hikmet ve akıl ile halledilemeyen bir mesele-i mühimme olduğunu belirtmesi; Şuunatın akıldan ziyade kalbe bakmasını ifade eder.
Gene 18. mektubun başında geçen; Kainattaki mütemadiyen devam eden, durmayan şu hayret-engiz faaliyetin sırrı ve hikmeti nedir? Neden şu durmayanlar durmuyorlar; daima dönüp tazeleniyorlar?
-AYETLERDE GEÇEN ;
İLKİ,
-KÜLLİ YEVMİN HÜVE Fİ ŞE’N ;
(O her gün sürekli bir iş üzeredir. )
“Fiil ve rububiyet mertebesindeki şuunatı ifade eder. ”
insanda karşılığı işini severek yapmasını yada kendini yeterince tanıyan insanın sevdiği ve başarılı olacağı işi ifa etmesini ifade eder. Aynı zamanda kulluk sorumluluğunun bilincinde olmayı ve bunu yerine getirmeyi anlatır.
İKİNCİSİ,
-FAĞĞALÜL LİMA YÜRÎD…
(O istediğini yapmakta mürîd’dir. )
“Sıfat mertebesindeki şuunatı ifade eder. ” Çünki irade Mahiyeti Zatiye’nin(cc. )subûtî sıfatlarındandır.
Bu ayetin insana bakan yönü ise, hür iradeye sahip olmanın şevkli ve keyfiyetli bir lezzet oluşunu ve iman ile hürriyet arasındaki fıtrî ilişkiyi anlatır.
Özetle, biz insanlardaki kulluk görevini yerine getirmekte bir lezzet olduğu gibi bize ihsan edilen “cüz’i irade de” yani tercih etmek hakkımızın verilmesinde vu bunun kullanılmasında dahi bir lezzet ve bir huzur olduğunu anlatır. İşte buradan da iman hürriyet ilişkisine geçilebilir.
AZ ÖNCE ZİKREDİLEN AYETLER,
Cenabı Hak için “şuunatı rububiyeti” “ifade eder. Yani, Allah (cc) Rububiyetiyle mahlukatı ve insanları “sevk ve idare ederken, terbiye ederken, tedvir ve tedbir ederken muhabbet, rahmet şuaları tecelli eder. Ve bunları küllî iradesiyle icra eder, faaliyetinde hiçbir mahluka danışmaz.
Eğer şuunatı kutsiye diye bir kavram kullanacak olursak; bunu ifade edebilmek için,
Kainatın yaradılış sebebine ve hikmetine gitmemiz gerekiyor.
Hadîsi Kutsîlerde ve bu kutsî hadislerin Risale-i Nur’larda ki anlatımlarına göre;
- Muhabbet şu kainatın bir sebebi vucududur. Yani kainatın yaratılış sebeplerinden birisi, muhabbettir.
- Ben kainatı rahmetimle yarattım ifadesidir ki, Buradan da kainatın diğer ve esas yaratılış sebebinin rahmet olduğunu anlıyoruz.
- Ben gizli bir hazine idim. Tanınmak ve Bilinmek istedim. Buradan ise, kainatın yaratılış sebebinin muarefe-yani bilinmek ve kulluk olduğunu anlıyoruz.
Bu ifadelerden anlaşıldığı gibi, Şuunatı kaynak ve kutsî olarak ifade eden kelimeler,
“rahmet ve muhabbet esmaları ile tanınmak ve bilinmek iktizalarıdır.
Öyle ise, insanın en önemli vazifesi, Allah’ı isim ve sıfatlarıyla tanımak, bilmek ve tebliğ ile diğer insanlara da tanıtmaktır.
İşte bu tanımak ve tanıtmak iradesi, peygamberlik müessesesini iktiza ettiği gibi, devamında da,veraseti nübüvvet ve müceddidiyet mesleğini netice vermektedir.
Buna, daha açık ve genel bir ifade ile “tebliğ müessesesi” de diyebiliriz.
İşte buradan risale-i nur’lara, iman hizmetine, iman hizmetindeki lezzete, sekineye ve hizmetin bir nevi canlı yayını olan lahikaların te’lifine intikal ettiğimizde/geçtiğmizde ise, “şuunat ile iman hizmeti” arasındaki sıkı bağı anlamamız kolaylaşır.
Bu anlamıyla şuunat “şevktir, iştiyaktır, iftihardır, sürurdur, ihlastır, rıza-i ilahi’dir.”
Yani, iman hizmetinde bulunmanın, veraseti nübüvvet mesleğinde bir hademe olmanın ve asrın müceddidine hizmet etmenin şuuru, sorumluluğu ile bilvasıta yada vasıtasız Allah’ın dinine hizmet etmiş olmanın doyumsuz lezzeti ve huzuru söz konusudur.
İşte Nur Talebeleri, üstadın hâdimleri,bu haleti ruhiye ve füyûzât hisleri içinde
hizmet ediyorlar ve her türlü tehlikeye göğüs germe cür’etini gösteriyorlar ve Allah’tan (CC. ) korkmanın tatlı haletini, halavetini ve huzurunu yaşıyorlar.
Zira Allah’tan korkmak bildiğimiz dünyevi korku türlerine benzemiyor.
Çünkü,Allah’tan korkan insan, diğer insanlara ve etrafına huzur veriyor, emniyet veriyor, güven ve mutluluk veriyor.
Allah’tan (cc) hakkıyla korkan başka hiçbir şeyden korkmuyor.
Demek ki, Allah’tan korkmakta bir panik değil, bir huzur ve sekine hali ve şuunat keyfiyeti söz konusudur.
Yoksa, korkak bir insanın etrafına güven ve huzur vermesi mümkün değildir?
Şuunat Hislerini Anlatan Risale-i Nurdan Kısa Bölümler söyledir:
Her bir merhamet sahibi, başkasını memnun etmekten mesrur olur; her bir şefkat sahibi, başkasını mesrur etmekten memnun olur; her bir muhabbet sahibi, sevindirmeye lâyık mahlukları sevindirmekle sevinir; her bir âlîcenab zât, başkasını mes'ud etmekle lezzet alır; her bir âdil zât, ihkak-ı hak etmek ve müstehaklara ceza vermekte hukuk sahiblerini minnetdar etmekle keyiflenir; her bir hüner sahibi her bir san'atkâr, san'atını teşhir etmekle ve san'atının tasavvur ettiği(düşündüğü) tarzda işlemesiyle ve istediği neticeleri vermesiyle iftihar eder. ”
Faaliyetin her nevi’(çeşidi) cüz'î(ferdî) olsun, küllî(türdeş) olsun bir lezzet verir. Belki her bir faaliyette bir lezzet var. Belki faaliyet ayn-ı lezzettir(lezzetin kendisidir). Belki faaliyet, ayn-ı lezzet olan vücudun tezahürüdür (görünmesidir) ve ayn-ı elem olan ademden (yokluktan) tebaüd(uzaklaşmak) ile silkinmekdir. Evet, her kâbiliyet sahibi, bir faaliyetle kâbiliyetinin inkişafını(açığa çıkmasını) lezzetle takib eder. Her bir isti’dadın faaliyetle tezahür etmesi(ortaya çıkması), bir lezzetten gelir ve bir lezzeti netice verir.
Her bir kemal sahibi, faaliyetle kemalâtının, mükemmelliklerinin tezahürünü, görünmesini lezzetle, keyfiyetle takib eder.
Şuunatın biz insanlardaki tezahürünü bir nevi “sanatsal ruh” olarak ifade edebiliriz.
Yani, bir ressamın ;
-Resim yapma iştiyakı
-Resmi yapması,
-Resimleri sergilemesi,
-Eserlerini hem kendi gözüyle hem de seyredenlerin –meraklı-hayretli-beğeni-tasdik-tahsin gözleriyle sanatını izlemesi, bunu en güzel şekilde ifade eder.
Eserden Zat-ı Zülcelale intikal ederken şu silsile ile tefekkür ederiz.
Eser – fiil – isim – sıfat – şuunat – Zat-ı Akdes (cc)
"Çünki bedîhîdir ki, bir eserdeki kemâl, o eserin menşe’ ve mebdei olan fiilin kemâline delâlet eder. Fiilin kemâli ise ismin kemâline, ismin kemâli sıfatın kemâline, sıfatın kemâli şe’n-i zâtînin kemâline ve şe’nin kemâli o zât-ı zîşuûnun kemâline, hadsen ve zarûreten ve bedâheten delâlet eder.
BARLA LAHİKASINDA
ŞUUNAT HAL VE KEYFİYETLERİ
Kelimeler; “şevk, umut, huzur, sükün, sürûr, feyiz, istifâza, şehâmeti imaniye, rahmet, muhabbet, cömertlik, lezzet, tatlılık vs. gibi. ”
Nasıl ki;
Kur’anla ilk muhatab olan ve o ter-u taze vahiyle ilk tanışan Peygamber Efendimiz (asv) olması nedeniyle, O’nun bir ayetten aldığı feyiz diğer Peygamberler (aleyhimüsselam), veli ve asfiyaların 1 yıllık feyizlerine bedeldir.
Aynen Öylede,
Risale-i Nur ilhamıyla ve sünuhatıyla ilk muhatab olan Bediüzzaman Hazretleri olduğu için O’nun Sözler’den aldığı feyiz ve lezzet Nur talebelerinin aldığı lezzet ve feyizden kat be kat fazladır.
Sözlerin ilk telif edildiği barla mekanları da bu manada “ilhamata ve sunûhâta” ilk mazhar olan yerler olması hasebiyle nisbî olarak taşıyla toprağıyla -diğer nur mekanlarına göre- daha mübarek daha gül kokan yerlerdir” diyebiliriz.
Şuunat Tecellîsi Anlamında Talebelerin Lezzeti İse,
-İman eserlerini ilk kez okuyup yazmadaki lezzet hali,
-İstinsah etmede ki lezzet keyfiyeti,
- Okuduğunu anlamadaki lezzeti idrak,
-Okuyanların kendilerindeki tesirleri ve bu tesirlerin mektuba ve lahikalara dökülmelerindeki haleti ruhiyeler ve sürurlar,
-Sıdkdaki, sebattaki, sadakattaki, tesanüddeki, ceht ve gayretteki, ihlastaki samimi hal ve lezzet keyfiyetleri, buna benzer hissiyatlar, Barla Lahikasının Takdim Kısmında Şöyle İfade Ediliyor.
-Talebelerin ilk okuyup yazdıklarında duydukları samimi hissiyat, kalbî ve ruhî istifade ve istifazalarını dile getiren fıkraları…
-Nurlardan aldıkları feyzi iman, ihlas ve sadakatlarını, şehameti imaniyelerini ifade ile üstadlarına arz etmek ve teşekküratlarını bildirmekle bu zamanda zuhur eden bu ders-i Kur’aniyenin muhatabları olduklarını izhar ediyor.
-Evet Risale-i Nur’un te’lifi, zuhuru ve neşri ile beraber hizmeti Nuriyenin ve ders-i Kur’aniyenin taliminde ve îfasında ve meslek-i Nuriyenin taallümünde ve hizmetin devamında vaki olacak…. dedikten sonra,
Hücuma maruz talebelerin cerayanlar karşısında “sebat, metanet ve ihlasla mukavemetleri, onlara yol gösterecek… diye devam ediyor.
Risale-i Nur…ferden ferda imanı tahkikiden gelen muazzam bir kuvvet ve kudrete istinadı okuyucuların kalblerine kazandırıyor.
Risale-i Nur……. feyz ve ilham tarikiyle ayetlerin yıldızlarından gelen dersi Kur’anîdir. Küllî marifetullah bürhanlarıdır.
Üstad hazretleri “ risale-i nurun cadde-i Kübra-i Kur’aniye olduğunu belirterek, nurların umum ehli iman ve islama şamil olduğunu belirttikten sonra…
kainatın ve insaniyetin yaratılış gayesine uygun olarak insanlığa şefkat penceresinden bakarak diyor ki;“hatta değil Müslümanlarla belki dindar Hristiyanlarla dahi dost olup adaveti bırakmağa çalışıyorum. ” demesi rahmet-i vasia şuunatının ifadesidir.
Hizmeti imaniye ve kur’aniye yolunda dünyamıda feda ettim ahiretimi de açıklamasını yaptıran rahmet ve muhabbet şuunatı ve hissiyatlarıdır.
Ey insanlar, adaveti bırakınız, Kur’an dersini dinleyip birleşiniz” derken “gene muhabbet ve merhamet şuunatından gelen hissiyatını açıklıyor.
Sizdeki ittifak, ittihad derecesin olduğundan… ikinize tek aynı mektupla cevap veriyorum, diyor.
İşte Sani-i Hakiki’nin, Kadîr-i Külli Şey’in Zat’ını sanatıyla tanıtması, fiilleriyle sevdirmesi ile kullarından buna mukabil ve yaratılış gayesine muvafık geri dönüşümlerini –şükür ve hamd olarak- alması neticesinde, ibadından razı olması halinden hasıl olan “lezzet-i ruhaniye” keyfiyetine de “Şuunat-ı Celâliye” diyoruz.
Bunun gibi, üstad hazretleri de, vahye hizmet eden ve imanın hizmetinde olan ilhamat ve sünuhatlara muhatab olduktan sonra; bu ilhamatın tesirlerini ölçmek için talebelerine bunları gönderiyor ve onlardaki yansıma ve te’sirlerini geri dönüşüm mektuplarıyla alıyor. İman eserlerinin talebelerine vermiş olduğu şevk ve lezzeti, onları hazreti insan yapması noktasındaki kalbi ve akli tekamüllerini ve ruhen ve keyfiyeten hallenmelerini bizzat canlı olarak müşahede ediyor. Ve bu halden duyduğu “tecelli-i şuunat lezzetiyle” kendisi de hallendiği gibi bizlere de bu keyfiyetli halavetleri letafeten ihsas ettiriyor.
Demek bir Rabbi Rahîm ve bir Hâlikı Kerîm tarafından küllî gayeler ve maksatlar için istihdam olunuyoruz.
Sonuç olarak ahirzaman tebliğ ve irşad hizmetinin Şu Şekilde İfade Edilmesi Hakkıdır ki;
-HİZMETİMİZ, İMAN HİZMETİDİR.
-İMANIN MAHALLİ İSE, KALB’TİR.
-KALP İSE, AYİNE-İ SAMED’DİR.
-KALP İSE, AKLA BÜTÜN LATİFELERİMİZE KUMANDANLIK EDER. Dolayısıyle,
-RİSALE-İ NUR KUTSÎ BİR ESERDİR,
-BEDİÜZZAMAN KUDSÎ BİR ZÂT’I NURANÎDİR.
-HİZMETİ İMANİYEMİZ NURİYE-İ KUTSİYEDİR,
-AMACIMIZ İSE, “RIZA-I İLAHÎDİR. ”
–ÜCRETİMİZ İSE, MAN HİZMETİNİN İÇİNDEDİR.