Ey Niyazi katremiz deryaya saldık biz bugün,
Katre nice anlasın, umman olan anlar bizi.
Niyazi-i Mısrî
Bir dava sahibinin, savunduğu fikirdeki içtenliğini gösteren en önemli ölçüt, onun hayatında bu fikrin işgal ettiği yerdir. Eğer bir hak ve özgürlük savunucusu, özel hayatında ve kendi sözünün geçtiği yerlerde de başkalarının hak ve özgürlüklerine karşı yüksek seviyede bir özen gösteriyorsa, veya bir çevreci, satın aldığı ve kullandığı eşyayı çevreye duyarlı bir şekilde seçiyorsa, onun dâvâsındaki içtenliğinden kuşku duyulmaz. Aksi takdirde, ya o fikrin savunulmasındaki içtenlikte, ya da savunulan fikrin hazmedilme oranında birşeylerin eksik olduğuna hükmedilir. Bir dâvâ bir bakış açısı demektir, yahut bir hayat tarzı anlamına gelir. Bu bakış açısı bir benliğe girdiği zaman, onu her taraftan etkisi altına alması ve yönlendirmesi beklenir.
Risale-i Nur Külliyatı gibi bir eseri telif eden Bediüzzamanın hayatı, bu açıdan incelendiğinde, ortaya, herhangi bir tereddüde mahal bırakmayacak açıklıkla bir sonuç çıkıyor: Bu, baştan sona imanın rengine boyanmış bir hayattır.
İman, diğer özelliklerinin yanı sıra, insana kâinattaki bütün güzelliklerin kapılarını açan bir anahtar demektir. Daha önce İşârâtül-İcâzdan naklettiğimiz tanımda da belirtildiği gibi, iman nuru bir göze vurduğunda, varlık âleminin bütün güzellikleri onun önüne serilir; bir kulağa vurduğunda öyle sesler işitilmeye başlar ki, kâinat baştan başa bir musikî halini alır. Bunun gibi, insanın diğer bütün duyu ve yetenekleri üzerinde imanın bir etkisi vardır; onların herbirine, dilini çözebileceği cinsten güzellikleri gösterir ve onların doyumsuz hazlarını yaşatır.
İman nuruyla aydınlanmış bir göz, bir insana baktığı zaman ne görür?
Bu soruya cevap arayanlar, Bediüzzamanın mektuplarına baktıkları takdirde, aradıkları şeyin en çarpıcı örnekleriyle karşılaşacaklardır. Güzün, baharın, yerin, göklerin güzelliklerini tek tek ayırt eden bir bakış, Yer ve Gökler Rabbine iman ile bağlanan kulların içindeki güzellikleri gün yüzüne çıkarmakta hiç zorlanmaz. Onun, etrafında toplanan insanlara bakışı da tıpkı kâinata bakışı gibidir; talebelerinin meziyetlerini, bir bahar bahçesinden gül devşirircesine bulur, çıkarır ve sayar. Barla Lâhikasında talebelerinin mektuplarını toplarken, herbir mektubun başına eklediği kısa sunuşlarda saydığı vasıflar, birer nezaket ifadesinin ötesine geçen ve herbir talebenin ayırıcı özelliğini gün ışığına çıkaran sözlerdir:
Hulûsi-i Sani ve büyük bir âlim olan Sabri Efendi.[1]
İkinci bir Sabri olan Hafız Ali.[2]
Hakikî ve birinci bir kardeşimiz olan Hakkı Efendi.[3]
Ümmî, fakat allâmelerin işini gören ve esrar-ı Kurâniyeye karşı Ispartanın İntibahına sebep olan, âhiret kardeşim Âdilcevazlı Bekir Ağa.[4]
Altı sene bana sadakatle, hasbî olarak hizmet eden ve harika olarak benim gibi bir asabî adamı hiçbir vakit gücendirmeyen ve müsvedde kâtipliğini daima yapan Süleyman Efendi.[5]
Aklen Hulûsi, kalben Sabri, vicdanen Hüsrev hükmünde olan Refet Bey.[6]
Kendi hastalığını teşhis edebilen bahtiyar doktor, samimî ve aziz dostum.[7]
Risale-i Nurun tesvidinde çok hizmeti sebkat eden temiz kalpli, ihlâslı, güzel bir hafız, müdakkik bir hoca olan Hafız Halid.[8]
Kuleönü karyesinden elmas kalemli Mustafanın kıymettar arkadaşı Hafız Mustafa.[9]
Üç cesetli bir ruhun fıkrasıdıryani Hafız Ali, Sabri, Sarıbıçak Ali.[10]
Kendisinin talebelerine yazdığı mektuplardaki hitap cümleleri ise, onlardan herbirinin, Bediüzzamanın gözünde ayrı ve seçkin bir yeri bulunduğunu açıkça gösteren nitelemelerle doludur ve bu nitelemelerin herbiri ciddî bir tahlilin ürünüdür. İşte bunlardan birkaç örnek:
Aziz ve gayretli âhiret kardeşim ve hizmet-i Kurânda yoldaşım Hulûsi-i Sâni ve Sabri-i Evvel.[11]
Aziz, sıddık kardeşlerim, hizmet-i Kurâniyede çalışkan arkadaşlarım Sabri, Hüsrev, Hafız Ali, Refet, Bekir, Lütfü. Rüşdü.[12]
Ey bu dâr-ı fânide tesellilerim, bu diyar-ı gurbette enîslerim ve esrar-ı Kurâniyede beni iştiyaklarıyla konuşturan zeki, ferasetli muhataplarım.[13]
Gayyûr, zeki, ciddî, sıddık, hakikî kardeşlerim Hoca Sabri Efendi, Hafız Ali.[14]
Aziz, ciddî, sıddık kardeşlerim, hizmet-i Kurâniyede samimî ve kuvvetli arkadaşlarım Sabri, Hüsrev, Ali, Refet, Bekir, Lütfü, Rüşdü.[15]
Aziz, sıddık ve sadık, muhlis ve halis kardeşim İbrahim Hulûsi Bey.[16]
Aziz, sıddık, hakikatli âhiret kardeşim ve ciddî ve kuvvetli arkadaşım.[17]
Aziz, sıddık, ciddî, samimî âhiret kardeşim ve hizmet-i Kurâniyede çalışkan bir arkadaşım Refet Bey.[18]
Aziz, sıddık, müdakkik âhiret kardeşim ve mütefekkir ve hakikatli arkadaşım Refet Bey.[19]
Aziz kardeşim, hamiyetli arkadaşım, gayretli talebem, sevgili biraderzadem.[20]
Aziz, sıddık, vefadar, hakikatli, fedakâr kardeşlerim Nuh Bey, Molla Abdülmecid, Molla Hamid.[21]
Risale-i Nur Müellifinin talebelerine hitaben yazdığı mektupların herbirinde bunlara benzer ifadelere rastlayabiliriz. Bunlar, muhabbet kokan ifadeler olmanın yanı sıra, Bediüzzamanın gözünde her talebenin ayrı bir yere sahip olduğunu göstermesi bakımından da önem taşımaktadır. Hattâ bu cihet bizce daha da büyük bir öneme sahiptir; çünkü Risale-i Nur Müellifinin o günlerde temel taşlarını yerleştirmekte olduğu bir hizmetin niteliği hakkında son derece değerli ipuçlarını içermektedir.
[1] A.g.e., 1421.
[2] A.g.e., 1424.
[3] A.g.e., 1424.
[4] A.g.e., 1427.
[5] A.g.e., 1431.
[6] A.g.e., 1432.
[7] A.g.e., 1433.
[8] A.g.e., 1468.
[9] A.g.e., 1474.
[10] A.g.e., 1522.
[11] A.g.e., 1524.
[12] A.g.e., 1525.
[13] A.g.e., 1527.
[14] A.g.e., 1536.
[15] A.g.e., 1537.
[16] A.g.e., 1539.
[17] A.g.e., 1542.
[18] A.g.e., 1545.
[19] A.g.e., 1548.
[20] A.g.e., 1512.
[21] A.g.e., 1513.