Her geçen gün dünya daha yaşanmaz hale geliyor. Aşk, muhabbet, sevgi, şefkat ve merhamet yavaş yavaş dünyamızdan çekiliyor. Yerini kin, öfke, nefret ve adavete bırakıyor. Her yandan ölüm ve katliam haberleri geliyor. Herkes değerini kutsal görüyor; ölüyor, öldürüyor.
Bu gün coğrafyamızın ve insanlığın yaşadığı dram aşk, şefkat, merhametin ve insanlığın yitirilişidir. İnsanın hayatın her alanında görünme hevesidir. Acizliğini, zayıflığını hazmedemeyip kendine güç atfetmesidir. Kendi aşkını ve değerini yüceltirken başkalarınkini yok saymasıdır. Bir iktidar mücadelesidir. Kendi imparatorluğunu kurma derdidir. Ailesi, dostları, düşmanları arasında hep “özne” olma çabasıdır. İman ve adalet duygusundan uzak, kâinatta cari olan fıtratullah, sünnetullah ve adetullah kanunlarının rağmına hedeflerine ulaşma gayretidir. Bu benmerkezci anlayışın getirdiği nokta kan ve gözyaşı.
Hâlbuki insandan beklenen kendini gerçekleştirme, insan olma çabasıydı. Daha bu dünyada cenneti yaşayabilecek imkânlar verilmişti. Allah’ın yeryüzü genişti. İman ve hicret öncelikliydi. Cihat en son seçenekti. Şimdilerde Risale’lerin nuruna ve Barla Ruhuna o kadar çok muhtacız ki.
Barla Sıddıkları kimseye hayatı zindan etmediler
Bediüzzaman ve Barla Sıddıkları imana ve insana âşıktılar. 90 yıl önce Barla’da temsili bir cennet, yeni bir asr-ı saadet inşa ettiler. İnsanlığın imanını kurtarmak için cehenneme girmeye razıydılar. Kimseye hayatı zindan etmediler. Kimsenin hayatını cehenneme çevirmediler. Kimseye “canın cehenneme” demediler.
Onlar muhabbet fedaileriydiler. Bir kısmı askerdi. Bediüzzaman Miralaydı. Hüsrev Altınbaşak ve Mehmet Kayalar asker emeklisiydi. Marangoz Mustafa ve Abdullah Efendi çavuş, Refet Barutçu yüzbaşı, Asım Bey binbaşı, Hulusi Yahyagil albaydı.
Asker celalli adamdır. Celali cemalinin önüne geçmiştir. Asar, keser, yakar, yıkar. Öyle bilinir bizde. Buna rağmen Risale-i Nur ile onların hayatlarında cemal celale her daim galip geldi. Silahları Risalelerdi. Tek kurşun atmadılar. Hiçbir adi vakaya karışmadılar. Adliye ve hapishanelere sevk edildiler. Üzerlerinde Risale-i Nur’dan, kalplerinde şefkat, merhamet ve muhabbetten başka bir şey çıkmadı.
Bediüzzaman gaziydi. Kurtuluş savaşında Bitlis’te masumları savunurken yaralanıp esir düşmüştü. Esaretten kurtulduktan sonra 1922-60 arasında kendisine sistematik baskı yapılmasına rağmen müspet hareketi seçti. Din dâhilde menfi bir tarzda istimal edilmez, diyerek sulh yolunu tercih etti. Şeyh Said ve Menemen Hadisesi gibi olayların çıkmaması için sevenlerini sükûnete davet etti.
Barla Sıddıkları kan ve katliam istemediler. Kurtuluş Savaşında düşmana karşı cihat ettiler. Ama dâhilde, yurtiçinde silah kullanmaya karşıydılar. 1938 yılında Albay Hulusi Beyin hükümet tarafından Dersim Katliamında görevlendirilme ihtimali vardı. Üç günlük dünya saltanatı uğruna insanlar ve insanlık katledilecekti. Görev almamak için Hazret-i İnsan Bediüzzaman’a sığındı. Bediüzzaman dua etti. Katliam günahına ortak olmaktan kurtuldu. Bu ebedi hayatının kurtuluşuna vesile oldu. 1986 yılında vefat edeceği gece 26 yıl önce vefat etmiş Hazret-i İnsan onu ahiret âlemine davet etti. O da büyük bir aşkla “evet” dedi. Aşk şehidi oldu. Ahirete gelin gitti.
Marangoz Mustafa Çavuş ve Abdullah Çavuş yıllarca askerlik yaptı. Savaşta masumları korudukları gibi Barla’ya döndüklerinde de, Sıddık Süleyman, Muhacir Hazıf Ahmet ve Şamlı Hafız ile Hazret-i İnsan Bediüzzaman’ı korudular. Onlar kurtuluş savaşına katılmış asker olmalarına rağmen Bediüzzaman’a menziller yaparken ağaçların zikrine, karıncaların evlerine zarar vermemek için çivi dahi kullanmamaya çalıştılar.
Onlar gerektiğinde yaşatmak adına öldüler; aşk şehidi oldular. Ölümleriyle ömürlere ömür kattılar. Binlerce insanın ebedi hayatının kurtulmasına vesile oldular. Kırmadan, dökmeden, küsmeden, küstürmeden sevdikleri değerler uğruna nasıl yaşanabileceğini ve ölünebileceğini gösterdiler. Bu gün hala Hafız Ali, Binbaşı Asım ve Hasan Feyzi Yüreğir gibi aşk şehitlerini hatırlıyorsak bu onların ezeli insanlık hakikatine sırtını dayamış olmalarındandır.
Onlar âdemi (insanı) âlem bildiler. Âlimin ölmesi âlemin ölmesidir, dediler. Her insanda bir âlimlik gördüler. Her insan âleminin onsekiz bin âlemden bir güzellik taşıdığını idrak ettiler. Her zerrenin âlemlerin Rabbini zikrettiğini hissettiler. Ölmüş kalplerin tekrar dirilebileceğine iman ettiler. Onun için öldürmektense yaşatmayı ve yaşatarak ölmeyi tercih ettiler.
Barla Sıddıkları ölerek yaşamak ve yaşatmak istediler
Sevdikleri için ölmenin güzelliğine erdiler. İlla da biri ölecekse biz ölelim, dediler. İnsanlığa kendilerinden daha fazla değer katacağını düşündükleri insanlar için seve seve canlarını feda ettiler. “Rabbim benim ömrümü insanlığın şahikasında olan Bediüzzaman’a ver. İnsanlığın ona daha çok ihtiyacı var” diyerek Hafız Ali gibi dünyadan göçüp gittiler.
Onlar sıddıktılar. Barla Sıddıklarıydılar. Tertemiz hayatlarıyla kendilerini düşman ilan eden insanlar da bile hayranlık ve güven uyandırdılar. Hayatlarında harama ve yalana yer yoktu. Sıdkları sadakatlerine zarar vermedi. Sadakatlerini göstermek için yalan söylemediler. İnsanlığın Üstadı Bediüzzaman’ı korumak için bile olsa yalana tenezzül etmediler. “Hizmete zarar gelir” bahanesine sığınarak yanlış işlerin içine girmediler. “Yalan söylemektense ölürüm daha iyi diyerek” Binbaşı Asım gibi dünyaya veda ettiler.
İmana susamışlara cansuyu olmak için hapishanelere girmeye can attılar. Katil koğuşlarında kalmayı kendileri seçtiler. Orada Beylerbeyli Süleyman Hünkâr Efe gibi katillerle karşılaştılar. Kalplerine girdiler. Efelere “efendi” oldular. Âlemlerin Efendisine (sav.) tabi kıldılar. Katilleri tahtakurusunu öldürmekten korkacak hale getirdiler. Bir zamanların katilleri şimdilerde Bediüzzaman’ın talebesi olduğu için evlatları zehirlenirken bile intikam almayı düşünmediler.
Barla Sıddıkları kan dökmediler. İlahı gerçeği yaşamak ve yaşatmak uğruna can vermeyi göze aldılar. Can verirken bile can almadılar. Can verdiler. Canlara can kattılar. Canan oldular.
Barla Sıddıkları Hakk’a ve halka kurban oldular. Kimseyi kurban etmediler. Bedenlerini siper ettiler. Barla’da Yokuşbaşı Mescidinin başındaki Çınar Ağacının altında “Koca Çınar Bediüzzaman”ın yanında “Kurban olurum sana kalbinde merhamet adlı bir çınar taşıyan ey insan” diyerek canlarını feda ettiler.
Bize her gün bayramsız kurban
1 ay sonra Kurban Bayramı. Son yıllar bize her gün bayramsız kurban oldu. Gezi, İŞİD, PYD derken yüzlerce genç toprağa düştü. Bir yanda şehitler, öbür yanda karşı tarafta hakikati bütün boyutlarıyla, kavli leyyin üzre, kırmadan, küstürmeden, ürkütmeden anlatamadığımız için toprağa düşün gençler. Yanlışlarımızla kadere fetva verdirdik. Toprağı kana susattık. Her geçen gün kurban sayısı artıyor.
Kurban Bayramlarında hayır kurumlarımız için deri toplardık. Öyle günlere geldik ki, birileri sanki kurban siparişi vermiş, başka birileri kurban derisi toplamaya çıkmış. Bizlerin Bayramlarda kurban derisi toplamak için gösterdiğimiz gayretten daha fazlasını başka birileri insan derisi için gösteriyor. Maalesef birileri Kurban Bayramı gelmeden bayramı kutlamaya başladı. Bıçağın altında bizim evlatlarımız. Hâlâ bir ümit var. Belki akan kanı elimizle durduramayız ama dualara durabiliriz. Dualarla akan kanı durdurabiliriz. Değil mi ki müminin silahı duadır. Değil mi ki ardımızda Yokuşbaşı Mescidindeki çınara sırtını dayamış Barla Sıddıkları var.