بِاسْمِهٖ سُبْحَانَهُ
“Risale-i Nur bir vesile-i def-i belâdır; tâtile uğradıkça, belâ fırsat bulup gelir.” Neden? Nasıl yorumlayabilirsiniz?
Şura Suresi 30. Ayet-i Kerime'de şöyle buyrulur:
وَمَٓا اَصَابَكُمْ مِنْ مُص۪يبَةٍ فَبِمَا كَسَبَتْ اَيْد۪يكُمْ وَيَعْفُوا عَنْ كَث۪يرٍۜ
"Başınıza gelen her musîbet, kendi ellerinizin kazandığı günahlar, ihmal ve kusurlar yüzündendir. Bununla beraber Allah, o günah ve kusurların pek çoğunu da affediyor."
Nisa Suresi 62. Ayette ise böyle buyrulur:
فَكَيْفَ اِذَٓا اَصَابَتْهُمْ مُص۪يبَةٌ بِمَا قَدَّمَتْ اَيْد۪يهِمْ ثُمَّ جَٓاؤُ۫كَ يَحْلِفُونَ بِاللّٰهِ اِنْ اَرَدْنَٓا اِلَّٓا اِحْسَانًا وَتَوْف۪يقًا
"Önceden işledikleri günahlar yüzünden başlarına bir felaket inince halleri nice olur? Kaldı ki sonra Allah’a yemin ederek “Biz iyilik yapıp, insanların arasını uzlaştırmaktan başka bir şey düşünmedik!” diyerek sana gelirler."
Tevbe Suresi 70. Ayet-i kerime de ise Rabbimiz buyurur ki:
“Onlara kendilerinden öncekilerin; Nûh, Âd ve Semûd kavimlerinin; İbrahim’in kavminin; Medyen halkının ve yerle bir olan şehirlerin haberleri ulaşmadı mı? Peygamberleri onlara apaçık mucizeler getirmişti. (Ama inanmadılar, Allah da onları cezalandırdı.) Demek ki Allah onlara zulmediyor değildi, ama onlar kendilerine zulmediyorlardı.”
“Ve öyle bir fitneden sakının ki, içinizden yalnızca zulüm yapanlara dokunmakla kalmaz (masumları da yakar).” (Enfal Suresi 25. Ayet-i kerime)
***
- Allah mutlak adildir, kuluna zulmetmez haddini aşıp iyice zıvanadan çıkıp, müstehak olunca da, yola getirmek için bela, musibet, zelzele, kıtlık verir.
Şura Suresi 30.ayette, "Başınıza gelen her musîbet, kendi ellerinizin kazandığı günahlar, ihmal ve kusurlar yüzündendir" buyrulur.
En çarpıcı ve ibretli örnek, Uhud Savaşı'nda görevli okçuların geçici sadakatsizliği sebebiyle; başta Peygamberimiz (asm) ve sahabelerin uğradığı, katliam, ızdırap, mağlubiyet ve musibetlerdir.
İslam'ın ölüm kalım savaşında; yıldız gibi sahabeler; peygamber emrine uymayarak, iman ve İslam'a ibretlik de olsa zarar verdiler ve bedelini de öldürülme, yaralanma ve ıztırap çekerek ödediler.
Demek ki, İslam'a zarar veren, Peygamberin (asm) emrini dinlemeyen müslümanlar, bu zarar ve zulmün bedelini dünyada dün ödediler, bugün de ödüyorlar.
Üstad; Rüyada Bir Hitabe'de müslümanların 1. Dünya Harbi'nde uğradıkları, ölüm, yaralanma, açlık, kıtlık gibi belaları; namaz, oruç ve zekatın ihmal edilmesini, elbette bu ayetler ve Uhud Okçular Tepesi örneği ışığında değerlendirmiştir.
Ahir zamanda, özellikle ülkemizde, Deccal-Süfyan zulüm ve küfrüne karşı Risale-i Nur vasıtasıyla yapılan iman, İslam hizmeti ve cihadı, yaşanarak ispatlanmıştır.
İman, Kur'an davası deyince Risale-i Nurlar bir zırh, bir Zülkarneyn seddi gibidir.
Geçmişte yaşanan örneklerde olduğu gibi.
Yukarda Nisa Suresi 62. ayette geçtiği gibi iman ve İslam'a zarar verip mücahid ve müminlere zulmedenler, bu tahrip, fitne ve fesatlıklarına rağmen, yemin ederek "biz iyilik yapıyoruz, biz uzlaştırıcıyız" derler.
Tevbe Suresi 70. Ayette; Nuh, Ad, Semud, İbrahim kavmi ve Medyen halkının başına gelen, şehirlerin altüst olma vakalarının haber verilmesi, kıyamete kadar geçerli kevni bir sünnetullah tecellisidir.
Enfal Suresi 25. Ayette ise; İslam, iman düşmanlığı ve zulüm, haksızlık sonucu gelen, bela ve musibetlerin masumları ayırt etmediğine vurgu yapılır.
Bunun ehemmiyetli bir hikmeti, insanları iman etmeye mecbur bırakmamak ve masumların yüksek sevap kazanmasını murat etmek olarak açıklanır ve tevil edilir.
***
Emirdağ Lahikası 117. Mektupta; Emirdağ zabıtasının Üstada karşı menfi ve keyfi tutumu ve Üstadın yazdığı bu mektup hukuki açıdan değerlendirilebilir mi?
-Bu mektubun yazıldığı tarih, üstadın 25 sene inzivada yaşadığını vurgulamasını ve hayatının en ızdıraplı döneminin Emirdağ Dönemi olduğunu düşünürsek, 18 Ocak 1948 Afyon Hapsinden önce, kuvvetle muhtemel 1947 yılı olduğunu söyleyebiliriz.
Bu yıllarda CHP iktidarı, zulümleri yüzünden halkın nefretini kazandığını görüyor, öfke, panikle son kozlarını oynuyordu.
Ayrıca 2. Dünya savaşı bitince, Türkiye'de de masonluk kuvvetlenip azgınlaşmıştı.
Bu iki sebepten Üstad'a karşı en hain ve alçak oyunlarını oynamaya başladılar.
Üstad mektuplarında ilk defa bugünlerde; "insafsız masonlar, gizli komiteler" gibi kavramları kullanır.
İşte tahammülsüz işkence ve zulümler, bu iki zulüm ve fitne odağının ortak icraatıydı.
Sık sık karakola çağırtmak, vatan, millet ve İslam'a ihanet, üstadı gözden düşürme, kesin suçlu havası vermek içindi.
Fakat 1946'da kurulan DP, memlekete ve üstada esaslı bir ümit ve güven vermişti.
Ayrıca Nur talebeleri çoğalmış, doktor, avukat, subay başta olarak, talebe ve ziyaretçileri de artmıştı.
İşte bu yüzden üstad, kendi yerine karakola ifade vermek için, dava vekili, avukat ayarlanmasını istiyor ve ceza hakimine bu zahmetli halini anlatmalarını istiyor.
Bir başka çare olarak, merhum doktor, kahraman Tahir Barçın'dan, sağlık raporu alarak karakola gitmek istemiyor.
Bu mektubu yazdığı gece Afyon civarında ard arda 4 defa yer sarsıntısında, kendine yapılan ve Risale-i Nur'un iman, İslam hizmetlerine verilen engelleme ve zulümlere bağlayıp, bu şehre maddi-manevi zararın artabileceğini belirtip ikaz ederek, akıllarını başlarına alıp zulümden vazgeçmelerini bekliyor.
Tam bu ızdırap ve psikolojik işkence anlarında Kastamonu'dan, Mustafa Osman'ın Asa-yı Musa'yı elle yazarak bitirdiğini belirtmesi ve Mehmet Feyzi Pamukçu'dan gelen müjdeli mektuplar, teessürünü yani derin acısını silip süpürüyor.
Üstadın bu mektubunu hukuki açıdan değerlendirmek çok zor.
Özellikle de insanlık tarihinin en uzun ve işkenceli zulümlerinden birini, ne teorik ne pratik hukuk açısından ele alma imkan ve ihtimali olamaz diye düşünüyorum.
Tarihte az bulunur bu alçakça zulüm ve adi psikolojik taciz ve işkenceleri, Peygamberimizin (asm) 1430 sene önce, 100 binden fazla sahabeye Veda Hutbesi'nde vurguladığı, ahir zamandaki Deccal-Süfyan ünvanlı zalim, kafir liderlerin, Fıravunca ve Nemrutça icraatları bağlamında ancak değerlendirebiliriz.
Tandırları alevli, haviyeleri kızgın olsun...