Solmuş ve dalından kopmuş bir yaprak… Araba altında kalmış bir kedi… Yıkılmaya başlanmış bir eski bina… Miras masasına oturtulmuş bir ömür… Ve daha niceleri…
İşin garibi, bu dünyaya yeni ayak basanlar, mazinin bu değişken manzarasını görmez yahut görmezlikten gelirler ve yeni bir devranı sürmeye başlarlar.
Yerküremiz, misafir öğüten sofra… Hem misafirler, hem de rızıkları aynı sofradan çıkıyor ve sonunda her ikisi de ona dönüyor.
Toprakta başlayan hayat, yine onda son buluyor.
Garip bir sır, bir acibe, bir muamma… İnsan bu bilmeceyi çözemedikçe, bu hayattan nasıl zevk alabilir?
Ben bu düşüncelerle çaresizlik içinde bocalarken aradığımı bir şaheserin şu cümlesinde buldum:
“Başka bir âlemin mahsulâtının tezgâhı hükmünde çarkları dönüyor.” (Bediüzzaman Said Nursi, Sözler)
Kâinat bir tezgâha benzetilmişti. Bu tezgâhta dokunan mahsuller bir başka âlem hesabınaydı. Ama görünüşte, mahsuller yine tezgâhın içinde yok oluyor, öğütülüp gidiyorlardı. Öyleyse bu mahsul manevî olmalıydı.
Bu düşüncelerle ruhum rahatladı ve anladım ki:
Bu dünyaya Allah’ın iradesiyle gelen, O’nun lütuflarıyla hayat süren insanlar, yine O’nun sevk etmesiyle ölümü tadacak, mahşere çıkacak ve ebedî bir âlemde hayatlarını devam ettirmek üzere O’na rücu’ edecekler.