İnsan, gayesi nispetinde, ideali ölçüsünde, ülküsü seviyesinde insandır.
Yüce gaye, sahibini de yücelere taşır. Yüksek ideal yükseltir. Ülkü kahramanlaştırır. Fani insanın bu dünyada elde edebileceği en kıymetli kazanımları da bunlar olsa gerektir. Mahrumları nezdinde anlaşılmasa da bu böyledir ve hep böyle olmaya devam edecektir...
Öyle ise okuyalım: "Katiyen bil ki: Hilkatin en yüksek gayesi ve fıtratın en yüce neticesi "İman-ı Billah"tır. Ve insaniyetin en ali mertebesi ve beşeriyetin en büyük makamı, iman-ı billah içindeki "Marifetullah"tır. Cin ve insin en parlak saadeti ve en tatlı nimeti, o marifetullah içindeki "Muhabbetullah"tır.Ve ruh-u beşer için en halis sürur ve kalb-i insan için en safi sevinç, o muhabbetullah içindeki "lezzet-i ruhaniye"dir."
Okumayı sürdürelim: "Evet,bütün hakiki saadet ve halis sürur ve şirin nimet ve safi lezzet elbette Marifetullah ve Muhabbetullahtadır. Onlar, onsuz olamaz."
Ve şu paradigmaları zihnimize kazıyalım: "Cenab-ı Hakkı tanıyan ve seven, nihayetsiz saadete, nimete, envara, esrara; ya bilkuvve veya bilfiil mazhardır.O'nu hakiki tanımayan, sevmeyen nihayetsiz şekavete, elemlere, vehimlere manen ve maddeten müptela olur."
Ve düşünelim: "Böyle bir insan bütün dünyanın sultanı da olsa kaç para eder.."
Manifesto bunlar olunca gerisini izah kolay. Başkalarının uğruna can feda ettikleri gayeler,arzular, istekler, talepler, tutkular anlamında tüm "şehevat" onlar için birer süfliyat... Başkalarının bir ömür boyu düşledikleri makamlar, mansıplar, konumlar, statüler onların düşlerine girse bu ciddi bir irtifa kaybı... Başkalarının aşkla bağlandıkları servet, saman, mal, mülk yığınları onlar için ancak başkalarıyla paylaşıldığında anlamlı öte alem harcı... Başkalarının, korktukları,ürktükleri, kaçtıkları, çile, ıstırap,ölüm, onlar için bir tebessüm fideliği, bir arınma, paklanma ameliyesi, bir Dost'a kavuşma anı...
Ayet onları resmediyor: Onlar öyle kimselerdir ki halk kendilerine: "Düşmanlarınız olan insanlar size karşı hazırlandılar, onlardan korkun/ onlardan korunun" dediklerinde, bu tehdit onların imanını artırmış ve "Allah bize yeter, O ne güzel vekildir" demişlerdir. (3/173)
Şimdi de şu enfes yorumları okuyalım: "İman hem nurdur hem kuvvettir. Evet, hakiki imanı elde eden adam bütün kainata meydan okur ve imanının derecesine göre hadiselerin baskısından kurtulur..."
"İman tevekkülü, tevekkül teslimi, teslim ise iki dünya saadetini netice verir..."
Geçmiş ümmetlerden birinde, iman etmiş bir gencin varlığına tahammül edemeyen kafir ve zalim kral her teşebbüsünde hüsrana uğrar ve bu mümin genci öldürmeyi başaramaz. Sonunda çareyi Genç Adamım kendisi söyler: İnsanları bir meydana topla. Beni de bir direğe bağla. Sonra benim oktanlığımdan bir ok al ve "Bu gencin inandığı Allah'ın adıyla" de, oku yaya öyle yerleştir ve çek... Zalim denilenleri yapar ve genci şehit eder. Fakat olanlar bundan sonra olur; olanları seyredenler dalga dalga coşar imana gelir...
Kaba, hoyrat Mekkeli müşrik, idam sehpasındaki sahabeye sorar: Kurtuluşuna bedel, şu anda senin yerine Muhammed'in idamını ister miydin? Ve işte cevap:
-Hayır, Allah'a yemin ederim ki hayır. Değil benim kurtulmam pahasına onun idam edilmesini istemek, Medine'de ayağına bir dikenin batmasına dahi razı olmazdım...
Bugün