"Başkasının Günahına Ağlayan Adam” isimli Bediüzzaman’ın portresi kitabında en önemli bahislerden biri namazdır.
Vakkasoğlu Vehbi, Başkasının Günahına Ağlayan Adam isimli kitabında Bediüzzaman’ın günlük hayatı içindeki karekteristik ayrıntıları anlatır. O çok farklı bir ruhtur. En çok üzerinde durduğu bahis namazdır. İnsanlarla görüşmelerinde, kim olursa olsun namazı önemser ve onlara namaz kılma konusunda temennilerde bulunur. Onun davası “namazın davasıdır.” Çünkü din büyük oranda namaz demektir. Allah’ın çağrısına hemen cevap verecek şekilde namaza aşıktır.
Allah kitabında birçok yerde namazı emreder. “Hem Namazı tam kılın, zekatı verin, rüku edenlerle beraber siz de namaz kılın.” (Bakara 43)
İsrailoğullarına da namaz emredilmiştir: ”Namazı hakkıyla eda edin demiştik. Sonra pek azınız hariç sözünüzden döndünüz. Hala da yüz çevirmektesiniz.” (Bakara 83)
“Namazı tamamladıktan sonra gerek ayakta durarak, gerek oturarak, gerek yanlarınızın üzerine uzanarak hep Allah’ı zikredin. Derken korkudan güvene kavuştunuz mu o vakit namazı tam erkanıyla eda edin. Çünkü namaz belli vakitlerde müminlere farz kılınmıştır.” (Nisa 103)
Kur’an’da iki yüz yerde namazdan bahsedillir. Bu Allah’ın namaza ne kadar önem verdiğini gösterir. İbadet ve kulluk ilgili olanları ki bunlar da ikiyüzden fazla. Demek yuvarlak hesap dörtyüz yerde ibadet ve kulluk ve namaz insanlara zorunluk olarak anlatılmıştır.
Namaz bütün ibadetlerin çekirdeklerini kendinde taşıyan bir cennet ve rızayı ilahi çekirdeği. Namazın ne kadar önemli olduğunu anlatamamışız. Bediüzzaman kim olursa olsun ilk sorduğu namaz konusu ve davet ettiği şey de namaz. Mahkemede hakime “Biz namazın davasını sürüyoruz” diyor. İslam namaz demek herşey ona dahil. Çünkü o kadar önemli ki özel ibadet binalara ve yüksek kuleler minareler insanları camiiye çağırmak için yapılmış. Günde beş kere, diğer zamanlarda da o minare bizi her an Allah’a çağıran bir görünümde. Adeta insanın manevi yönünü belirten bir pusula gibi minare.
Yüzünü kıbleye dönen ve Allah’la sohbet eden kişi bütün uzviyatıyla Allah’a dönüyor. Allah’a yönelmek bütün maneviyatını da değiştiriyor. Fikirler Allah’a düşünceler Allah’a yöneliyor. İşte bu yüzden Bediüzzaman ekabire de Atatürk ve Celal Bayar, esagire de şöförler, sarhoşlar, işçilere de namazı kılmalarını tavsiye ediyor.
İhmal edilmez bir fiil ve ibadet namazdır. Bediüzzaman, nerde ne surette olursa olsun namazdan taviz vermez. Afyon’da sorgu bütün gün sürer, bu arada ikindi ezanı okunur, namaz kılmak ister. Hakim, “burası mahkeme salonu nerede olduğunu unutuyorsun” der. Bediüzzaman, “burada sabahtan beri Kur’an’ı ve onun hakikatlerini müdafaa ediyoruz, Kur’an’ın en sarih emrini yerine getiremeyecek miyiz?” der. Hakkında verilecek kararı hesaba katmadan seccadesini çıkarır ve mahkeme koridorunda namazını eda eder.
Afyon’da cinayetten tutuklu birini iman hakikatleri ile yumuşatıp hazırladıktan sonra ona “Sen namazların farzını kıl, ben sünnetlerini senin yerine kılarım” der. O zat mescide gelir farz kılınınca kılar. Bir zaman sonra Bediüzzaman’a gider. ”Hocam artık benim sünnetlerimi kılma, madem farzlara başladım artık sünnetleri de ben kılayım, siz yorulmayın” der. Dünün katili, bugünün ahlaklı ve ibadetli bir müminiydi.
Bediüzzaman dördüncü sözde bir temsili hikaye ile namazın dinin direği olduğunu anlatır. Direksiz bir bina ne kadar sağlamsa direği olmayan bir din de o kadar sağlamdır. Yirmi üç saatini dünyaya bir saatini ahirete sarfetmeyen insan ne kadar zarar eder, ne kadar nefsine zulmeder, der.
Emirdağ’da hükümet tabibinden Samsun mahkemesi için rapor ister, sağlığı yerinde değildir. Mason olduğu söylenen doktora öyle davranır ki doktor şaşırır. “Üstadımız yatağındaydı. Doktor geldi, bir müddet yalnız görüştü. Sonradan öğrendiğimize göre, Üstad asıl gayesinin iman hizmeti olduğunu ve bu sebeple başına gelen eza ve cefaları anlatmış. Şimdi de Samsun’da mahkemeye çağrıldığını, hakikaten hasta olduğunu rapor alıp gitmemek istediğini söylemiş. Bu ihtiyacı yanında doktorun da durumunu hesaba katıyor ve onun kendisine vereceği rapor yüzünden zor durumda kalmamasını istiyor. Bu sebeble doktora diyor ki “Sen bana rapor verme, sadece Eskişehir’e havale et ki sana bir zarar gelmesin.” Ayrıca doktora bir eserini de hediye edip, namaz kılmasını tavsiye ediyor. O da çıkarken “biz Hoca Efendi’yi bilememişiz, hakikaten tanıyamamışız, şimdi namazı kılmak ile de borçlandım” der.
Kastamonu ‘da iken birgün ziyaretine bir grup subay hanımı gelir. O sırada hizmetinde bulunan Çaycı Emin Efendi, onların kılık ve kıyafetlerini pek uygun bulmaz ve der ki “Bu kıyafetlerle sizi kabul etmez.“ Hanımlar, “Senin sözünle gitmeyiz. Durumu Efendi hazretlerine bildir” derler. Durum Üstada bildirilir. “O da buyursunlar” der. Bediüzzaman’ın odasına girerler, Bediüzzaman onlara farzların öneminden bahseder, namazın farzının üzerinde durur. Dikkate değer bir yaklaşım.
Atını Barla’ya gidecek olan Bediüzzaman’a kiralayan zat anlatır. “Hocaefendi at üzerinde idi. Ben de yanında yürüyordum. Yol üzerinde bir türbe vardı. Namaz kılmak için orada mola verdi. Attan indi namaz için hazırlık yapılmasını istedi. Ben de atımla kenarda bekliyordum, beni atımla kenarda görünce talebelerine kızdı. Atına bakın kardeşimizin, o da abdest alsın, namazı beraber kılalım dedi. Talebeleri hemen koşturup atı benden aldılar. Hemen namaza hazırlandım, Bediüzzaman hazretlerinin arkasında kıldığım o unutulmaz namazdan sonra da, namazımı hiç geçirmedim. Hayatımın en mutlu anı o yolculuktu, hiç bitmesin istemiştim.”
Eskişehir’de ziyaretine gelen havacı subaylara şöyle demişti. “Bu uçaklar birgün gelecek İslamiyete büyük hizmet edecekler. Sizler farz namazlarını kılsanız, kılmadığınız zaman kaza etseniz, asker olduğunuz için her bir saatiniz on saat ibadet sevabını kazandırır. Yeter ki kalbinde iman nuru bulunsun, imanın lazımı olan namazını da ifa etsin.”
Bir gün Üstada şeker fabrikasında çalışan bir gurup işçi gelir. Onlara şu dersi verir. “Siz farz namazlarınızı kılsanız, bütün çalışmalarınız ibadet hükmüne geçer, çünkü milletin zaruri ihtiyacını temin eden mübarek bir hizmette bulunuyorsunuz. “ Bediüzzaman aynı tavsiyeyi subaylara, polislere, gazetecilere, şoförlere, doktorlara, özellikle de öğretmenlere yapmıştır.
Altıncı söz ise nefsini Allah’a satmak üzerine yani ibadet ve kulluk üzerinedir. “İnnallaha eştera müminine enfüsehüm ve emvalehüm biennelehüm cenne” der. Nefis ve malını Cenab-ı Hakka satmanın karşılığının cennet olduğunu anlatır. İnsan bedenini ruhi ve maddi birlikteliği ile bir çiftliktir. Bu çiftliği Allah yoluna harcayan kişi cenneti kazanacaktır.
Peygamberimiz (asm) namaz konusuna önem vermiş farklı hadisler beyan etmiştir. ”Sabah ve ikindi namazını kılan kimse cennete girer“ buyurmuştur. Sabah namazını kılan kimse Allah’ın zimmen ve emanındadır. Binaenaleyh ey ademoğlu dikkat et. Allah senin zimmetinde olan bir şeyden sorguya çekmesin.“ Yine Cenab-ı Nebi (asm) emrederler: “Bir gün Peygamberimizin (asm) huzurunda bulunuyorduk. Bedir hakkındaki aya baktı ve şöyle buyurdu. ”Siz Rabbımız Taala ve Takaddes hazretlerini bu ayı gördüğünüz gibi göreceksiniz. Eğer sabah namazı ile ikindi namazını kaçırmamak elinizden geliyorsa hemen bunları kılmağa çalışınız.” İkindi namazını terkeden insanın ameli boşa çıkar. Sabah ve akşam camiye giden kimseye her gidiş gelişinde Allahu Taala cennetini hazırlar. Camiye giden müminin attığı adımlardan biri günahını siler, diğeri de derecesini yükseltir.
Efendimiz (asm) “Nefsim yedi kudretinde olan Allah‘a yemin ederim ki içimden şöyle geçiyor. Odun yığılmasını emredeyim. Namaz için ezan okunsun. Daha sonra bir adamın müminlere imam olmasını emredeyim ve namaza gelmeyenlerin gidip evlerini yakayım.”
Cemaatten ancak münafık olduğu belli olan münafıklar cemaate devam etmezler. Müminler yatsı namazı ile sabah namazındaki sevabı bilselerdi emekleyerek de olsa bu namazları cemaatle kılmaya gelirlerdi.
Münafıklar için sabah namazı ile yatsı namazından daha ağır hiçbir namaz yoktur.
Namaz insan ile şirk ve küfür arasında bir perdedir. Namazı terketmek bu perdeyi kaldırmaktır.
Onlarla bizim aramızdaki alamet-i farika namazdır. Binaenaleyh namazı terkeden kafirlere benzemiştir.
Bediüzzaman Afyon’da iken ziyaretine içki satıcısı olan biri geldi. Yanında da bilgi almak isteyen bir hafiye görevli vardı. Onlar içeri girer girmez, Bediüzzaman içki satan adama döndü ve dedi ki “Tam tam kardeşim, senin gibi bir kahraman ve cesur bir kardeş bana lazımdı. Seni duama dahil edeceğim. Yalnız sen fırsat buldukça farz namazlarını kılarsın. Hem camiiye gitmeye lüzum yok, dükkanın bir köşesinde de kılabilirsin.” Zübeyr Gündüzalp üç yıl sonra Afyon’da o adamın içki dükkanını manifatura dükkanına çevirdiğini ve namaz kıldığını görür.
Bir ramazan günüydü yol üzerinde Eskişehir’den Emirdağ’a gitmek için araba bekliyorlardı. O sırada zil zurna sarhoş biri geldi. Bediüzzaman’ın üzerine sarılı olan yorganı kendince düzeltmeye çalışıyor. “Aman hocam üşüme üşüme” diyordu. Bu tavır şefkatin kaynağını coşturmuştu. “Otur yanıma biraz seninle konuşalım” dedi. Sarhoş adam edepli bir şekilde yere çöküverdi. Üstad ona içkiden hiç bahsetmedi. Sarhoşluğunu yüzüne vurup asla utandırmadı. Gerçek müşid, dedi ki. “Hadi bakalım beş vakit namazı kılacağına ve senede bir ay orucunu tutacağına dair bana söz ver. Ben de ölünceye kadar sana dua edeceğime söz veriyorum.” Bu sözler adamı hüngür hüngür ağlatmış ve demişti: “Hem vallahi hem billahi söz veriyorum. Bu gün hemen banyo yapıp abdest alacağım, abdestleneceğim. Bu gece sahura kalkacağım. Yeter ki sen bana dua et de bu halden kurtulayım. Hem namazımı hem orucumu bir daha bırakmayacağım.” Her zaman olduğu gibi, yine halden anlayan şefkat kazanmıştı.
Kur’an ve Peygamberimiz (asm) ve onların dini mübininin bu asırda büyük bir temsilcisi olan Bediüzzaman namazı çok çok önemli bir dini vecibe olarak izah etmiş ve yaşamışlardır.