Sınıf arkadaşım gurbet ellerde, daha önce hiç bilmediği, hiç görmediği bir ülkede tamamladı eğitimini.
Bitirince nasılsa örtünürüm düşüncesiyle, başını açıp devam etti okuluna sıra arkadaşım.
Ben yapamadım!
Ne yurtdışına çıkabildim, ne de başımı açıp devam ettim okuluma.
Oysa en kallavi "ikna odaları"ndan geçtim; hem üniversitenin, hem cemiyetin.
Başörtüm nedeniyle üniversitenin kapısından yaka paça dışarı atıldıktan sonra, başımı açıp okula devam etmeyi bir an olsun düşünmedim diyemem.
Bir an için düşündüm ben de!
Çünkü o an gizli gizli ağlarken yakalamıştım annemi.
Birdenbire karşısında görünce beni yüzünü kaçırmıştı.
Hayır, sormadım ağlama nedenini; üzülmemem için inkâr edeceğini biliyordum!
Sadece…
"Anne!.." dedim, "Eğer çok istiyorsan, sırf senin için…"
Anlamıştı.
Devam etmeme fırsat vermeyecek şekilde bakmıştı.
Müthiş bir sükût hâsıl olmuş, zaman durmuştu!
Yıllar yılı "türban" adı altında yürütülen tartışmalar, açık oturumlar, Zekeriya Beyaz'lar, Yaşar Nuri'ler, bir "heyula" gibi sökün eden köşe yazıları, makaleler, kitaplar, bildiriler, gösteriler bu sukut denizinde boğulmuştu sanki.
Sonra…
Aynı anda ikimiz de aynı şeyleri hatırlıyormuşçasına bakıştık.
Sabahlara kadar beraber ders çalıştığımız, beraber sınava girdiğimiz, beraber tıp fakültesini kazandığımız günün sevincini…
Onca yoksulluk içinde kurduğumuz hayalleri…
Çocuk doktoru olduğumda açacağımız muayenehanede garibanlardan para almayacağımıza dair birbirimize verdiğimiz sözleri hatırladık.
Sonra annem tatlı, tatlı güldü. Ben de güldüm. Gülüştük.
"Kız kısmının okumak neyine!.." diyerek, kendisini mektebe göndermeyen hacı babasıyla, başörtüsü nedeniyle üniversite kapısını kızının yüzüne kapatan laiklik mabedinin "hacı"ları arasında benzerlik kurduğu için gülmüştü.
"Bunların hepsi aynı…" demişti, "Ellerini başımızdan hiç çekmediler ki!.."
Ben başörtülü bir kızım.
"Saçı uzun aklı kısa"cılarla, "Madem aklı var saçı nerde?"ciler arasındaki kapışmayı izleyerek büyüdüm.
Annemin dediği gibi, ellerini saçımızdan başımızdan eksik etmeden tartıştılar yıllarca.
"Madem aklı var saçı nerde?"ciler, kadınlığından utanıyor dediler.
Başörtülüler laik değil; insan bile olamazlar dediler.
Hatta…
"Koca bulmak için örtünüyorlar…" dedi bir bilim kadını.
Bir başkası, "Sümerlerde fahişeler örtünüyor..." diye hakaret etti.
Lakin…
Hiçbiri "Türbanlılarla kim evlenecek sorunu" başlığı altında bizi "dert edinen" Ahmet Hakan kadar (istemeden de olsa) aşağılamadı.
Biz burada, Sezai Karakoç'un "Masal"ındaki "Yedinci oğul"u gibi duruyoruz.
"Yeni sınıfın yeni dallamaları" bizi alsın diye değil.
Hem, yeni sınıfın yeni dallamaları, bu garabet halleriyle başörtülüleri hak ediyorlar mı bakalım?
"Saçı uzun aklı kısa"cılara gelince…
Ayette "hımâr" geçiyor dediler. Bu kelimenin en belirgin özelliği baş ile ilgili olmasıdır dediler.
Hımâr ihtimâra, ihtimâr hamra, hamr füruata, füruat iktidara, iktidar da mala, makama, şana, şöhrete, şatafata dönüştü.
Nihayetinde "Saçı uzun aklı kısa"cılar kazandı!
Gelgelelim başörtüsü halen yasak olduğuna göre, "Madem aklı var saçı nerde?"ciler de kaybetmedi demek ki!
Kaybeden biz olduk yine!
Ama…
Kazananların ellerini her zaman tutmayacak anneleri!
Benim tutuyor.
Dün mezarına gittim. Toprağını usulca okşadım. Uzattı elini ve öyle tuttu ki; elim mutluluktan yanacaktı nerdeyse.
Başörtülü bir kızım ben.
"Saçı uzun aklı kısa"cıların, yani, yeni sınıfın yeni dallamalarının şirketlerinde, holdinglerinde "yerim" yok.
Başörtüsü çatışması üzerinden elde ettikleri ikbalin istikbali için uzak durmamı istiyorlar benden.
Artık imajlarını bozuyor başörtüm.
Yeni Şafak