Sümeyye Erdoğan’ın tiyatroda maruz kaldığı durumu yazdım ve bir kesimden tam da beklediğim tepkileri aldım. Bu kesim, meseleyi Başbakan’ın kızının yaşadıkları ölçeğinde değerlendiriyor.
Böyle olunca da toplum olarak karpuz gibi ortadan bölünüp birbirimize atıp tutmaya, karalamaya başlıyoruz. Başörtüsü meselesini partilerüstü bir ölçekte değerlendiriyorum. O gün Devlet Tiyatrosu’nda Sümeyye Erdoğan’ın başına gelen, aslında başörtülü kadınlarımızın günlük hayatın içinde reva görüldükleri onlarca ‘öteleme’den bir tanesiydi. Nitekim Başbakan’ın kızının başına gelmeseydi, sıradan hayat gerçekleri olarak yaşanacak, haber bile olmayacaktı. İşte benim meselem de tam burası. Tekrar ediyorum, kadınlarının % 60’ının başörtüsü taktığı bir ülkede, başörtüsü takan kadınlarımıza bir kesim tarafından nasıl oluyor da hâlâ azınlık veya ‘öteki’ muamelesi çekilebiliyor? Başörtülüler ile dalga geçmek, küçümsemek, ‘ama o türban’ demek, ‘ama onlar da...’ diye başlayan cümleler sarf etmek bu coğrafyada nasıl oluyor da langadanak söylenebiliyor? Erkeklerinin başının içinde ne var diye sorgulamadan Meclis’e sokmakta sakınca görmeyip kadınlarının başları örtülü diye Meclis’e sokmayan bir ülkede, biliyorum bunlar hayli lüks sorular. Böyle bir siyasi atmosferde pek çok kişinin hayatı yandaş yoldaş basitliğinde ele almasını da anlayabiliyorum, ama yine de Serdar Turgut gibi, bu konularda kafası en açık bir entelektüelin bile bu meseleyi sıradan bir olay olarak geçiştirmesini aklım almıyor. Sevgili Serdar Turgut, asıl korkunç olan bu zaten. Başörtülü kadınlarımızı birilerinin ‘öteleme’ hakkını sıradanlaştırması.
Yoksa mesele Başbakan’ın kızının da bunlardan sadece biri olması değil...
Radikal