Bu savrulma elbette Süleyman Demirel ile sınırlı değildi. Cindoruk da 28 Şubat’taki başörtüsü zulmünü destekleyen beyanlar vermiş ve bu büyük imtihandan sınıfta kalmıştı. Aslında 12 Mart Muhtırasının ardından siyaseti yeniden dizayn etme projesine aktif olarak katılan Cindoruk; Celal Bayar, Ferruh Bozbeyli ve Faruk Sükan ile birlikte Adalet Partisi’nin parçalanarak Demokratik Parti’nin kurulması çalışmalarına büyük destek vermiş ve 1971-1980 yılları arasında yaşanan siyasi istikrarsızlığın en büyük sorumlularından birisi olarak tarih sayfalarında çok olumsuz bir şekilde yer almıştı. Aynı Cindoruk’un 28 Şubat sürecinde, bürokratik oligarşi zihniyetinin yaptığı siyaset mühendisliği projesine verdiği ve Doğru Yol Partisi’nin bölünmesi ile neticelenen desteğe, bu çalışmanın ilgili bölümlerinde değinilmişti.
Cindoruk, başörtüsü ile ilgili olarak yapılan kanuni düzenlemenin CHP tarafından Anayasa Mahkemesi’ne götürülmesi ile ilgili olarak Şubat 2008 tarihinde katıldığı bir televizyon programında, yıllarca kendisine oy veren demokrat ve dindar insanları bir kez daha hayal kırıklığına uğratıyordu. Aslında bu görüşler, bir hukukçunun hukuki görüşlerinin nasıl da anti demokratik bir çerçeve içerisinde şekillendiği konusunda da ilginç bazı ipuçları veriyordu.
Yapılmak istenen düzenlemeyi 'cumhuriyet rejiminin laiklik ilkesine başkaldırı' olarak gören Cindoruk, Anayasa Mahkemesi'nin yürütmeyi durdurma kararı vereceğini iddia etmiş ve bu kehaneti de gerçekleşmişti. AK Parti'nin Anayasa Mahkemesi'ndeki eşi başörtülü üyelere güvendiğini savunan Cindoruk, "Benim eşi başörtülü olan Anayasa Mahkemesi üyelerine tavsiyem, açılacak davadan çekilmeleridir" demişti. CNN Türk'te yayınlanan 5N1K adlı programa katılan Cindoruk, eşleri başörtülü üyelerin davadan geri çekilmeleri durumunda kalan üyelerin daha objektif karar verebileceğini savunmuş ve sözlerini şu şekilde sürdürmüştü: "Böylece Anayasa Mahkemesi üzerinde hiçbir kuşku kalmayacaktır. Geride kalan eşleri başörtüsüz olmasına rağmen saygın hâkimler bir karar verirlerse kimse de bir şey diyemez."
Cindoruk, bu ifadeler ile hızını alamamış olacak ki, görüşlerinin bir adım öteye götürmüş ve başını örtenlerin aile baskısı altında olduğunu da öne sürerek şunları söylemişti: "Cumhurbaşkanı, Başbakan, İçişleri ve Dışişleri Bakanı'nın eşleri, çocukları, türbanlı. Oradan gelen bir aile baskısı var. Akşam eve gittiğinizde eşiniz, kızınız, gelininiz 'ne zaman biz başımız dik dolaşabileceğiz?' demektedir. Yasağı kaldırma girişimi başörtülü öğrencilerin üniversiteye girebilmesi için yapılıyor. Bu, hukuku şeriata dayandırma hadisesidir. Bunun bedelini Türkiye öder."
Aynı Cindoruk, yıllar sonra çok daha hazin bir demece imza atıyor ve bütün başörtülü kadınların büyük bir tepkisini ve nefretini celp diyordu. “Aile fotoğraflarına baktığımız zaman sadece bizim devlet adamlarının eşleri türbanlı, öteki aile fotoğraflarında hatta Ürdün, Mısır, Suriye gibi devlet adamlarının eşleri medeni ve başları açık gözüküyorlar. Bu fotoğrafların bir kısmı da açıkçası kriptolara giriyor. Onun için de Türkiye'ye mesafe koydular. Hissettiğim, en az iki seçimde Türkiye'de muhafazakâr da olsa laik düşünce iktidara gelirse Türkiye ile AB arasındaki buzlar eriyecektir. Meclis Başkanı değişikliğinde yine dini eğitimi olan bir Meclis Başkanı ortaya kondu. Bu bir dayatmadır. Bu İran rejimindeki Humeyni ekolünün bir tatbikatı. Bugün Ahmedinejad'ın dahi din eğitimi almadığını biliyoruz. Dışişleri ilişkileri medeni ilişkiler. İran bile Dışişleri Bakanı tayininde dikkatli davrandı. Bizde ise aile hayatı tamamen tesettüre dayalı biri Dışişleri Bakanı yapıldı. O da kendi düşüncelerini tatbike geçirdi ve daha ziyade İslam folkloruna uygun bir hayat yaşıyor.”(Aylık Eko-Enerji Dergisi)
Çok yazık. Demokrat geçinenlerin ve demokrasi havariliğini kimseye bırakmayanların, kendilerine verilen ihlaslı desteklerle alay edercesine düştüğü hazin ve ibretli durum, belki de bu milletin evlatlarına çok şey ifade ediyordu.