Son sıralarda Ortadoğu’nun bataklık olduğuna dair genel bir kanaat var. Bu yeni temcit pilavı aslında Türk basınının içine düşmüş olduğu şizofrenin veya kutuplaşmanın getirdiği basit bir kurnazlık veya kaypaklık girişimi. Merhum Adnan Menderes’in ifade ettiği gibi, Allah kimseye CHP gibi bir muhalefet göstermesin. Özal ise Türk basını gibi bir basının gölgesinde dünyada hiçbir iktidarın muvaffak olamayacağını söylemişti. Ortadoğu bataklığından evvel biz öncelikli olarak kendi bataklığımıza bir bakalım. Ortadoğu bataklığından bahsedenler Türkiye’nin batakçılarıdır! Menderes’in bahsettiği muhalefet bataklığından nasıl kurtulacağız? İkinci olarak, basının bataklığından nasıl temizleneceğiz? Var mı bir formül bilen?
Aslında Ortadoğu bataklığı meselesi basit. İbni Haldun, Muhammed Gazali ve Bediüzzaman’ın dediği gibi Şarklılar ve Araplar ancak din yoluyla ıslah olurlar. İsrail namına tabii mecra kapatılmaz ve millet dininin yolunu bulursa her şey güllük gülistanlık olur. Yoksa Tih Çölünde ve yolunda zaman ve mekanın bataklığına saplanmamız kaçınılmazdır. Bölge Birinci Dünya Savaşından sonra iğreti olarak şekillendirildi. Onun sancıları yaşanıyor. Bu şekillendirmede en iğreti unsurlardan birisi İsrail’dir. Birinci Dünya Savaşından sonra kurulan düzen Arap Baharı ile birlikte miadını doldurdu. Batılılar IŞİD ve benzeri bahanelerle eski yapıyı yeniden tahkim etmeye çalışıyorlar. Batılıların deyimiyle ‘yeni şişede eski şarap’ aranıyor! Batı ve Avrupa sistemi İkinci Dünya Savaşı sonrası yenilendi ve yeniden tesis edildi. 1991 sonrasında 45 yıl sonra yenilendi. Putin yeni dönemde komunizm ideolojisi olmadan yeni SSCB’yi ihya etmeye kalkışıyor. Milliyetçiliğe ve enerjiye dayanarak. Bundan dolayı yine kuzeyimiz kan revan oldu. Batılılar da IŞİD bahanesiyle güneyimizi, yıpranan sistemi yenilemeye çalışıyorlar. Bu da bölgeyi kan çanağına çeviriyor. Bu şekillenmeyi görmek istemeyen gazetecilerimiz yakınıp duruyorlar ve hatta CHP Ortadoğu’nun bu hale gelmesinden dolayı bizzat iktidar partisini yönetimini suçluyor. Dünya karışsa da biz kenardan seyretmeli imişiz? Bu yönde CHP Başkanı Kemal kılıçdaroğlu’na hak veren basın mensupları var. Bunlardan birisi olan Nilgün Cerrahoğlu, ‘IŞİD ve ‘Bataklık’ başlıklı yazısında Ortadoğu’ya karışarak ve eşeleyerek başımıza bela aldığımızı ve başımıza bataklığı sardığımızı yazıyor.
*
Asıl mesele, çözüm olan Osmanlı’yı yeniden kuramamak ve bunun için uygun politikalar geliştirememek veya uygun araçlar edinememek mi yoksa Ortadoğu’ya mücerret olarak dalmak mı? Ertuğrul Özkök daha ileri giderek zihnen tekrar Batı’ya taşınmamız gerektiğini yazıyor. İmkan olsa coğrafya olarak da Batı’ya taşınmamızı teklif edecek. Bu olmayınca zihin göçünden bahsediyor. Yıllar yılı Hürriyet’le birlikte yaşadığı Güneşlinin de bataklık olduğunu sonradan keşfetmiş! Demek ki olduğu ve bulunduğu her yer bataklık! Doğru orası beyaz Türklere uygun değil. Ortadoğu da beyaz Türkleri açmaz. Lakin anlamak istemediği husus şudur: Türkiye’de herkes beyaz Türk değil ki? Batı’ya ister zihnen, ister bedenen isterse ruhen göçsünler. Bu onların sorunu. Lakin bizim sorunumuz onların gösterdiği istikamet.
Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın BM Genel Kurulu’nda Sisi’yi taşladığı sırada Ortadoğu’da ilişki kurulacak iki dost gösteriyor. Bunlardan birisi halkını katleden Abdulfettah Sisi. Öteki de İsrail! Demek ki Özkök'ün dostları bunlar! Son sıralarda Sünnilikle alıp veremediği bariz olan Ertuğrul Özkök’ün bu ilgisi neye bağlı? İsrail’in Yahudi devleti olmasına mı yoksa Sünni olmamasına mı? ‘Ortadoğu batağından nasıl kurtulabiliriz?’ sorusuna ‘İsrail’i ve Sisi’yi takip ederek’ diye cevap veriyor.
Avrupa 30 yıl savaşlarıyla birlikte laikliğe adım attı. Böylece Kilise’nin tasallutundan kurtulmasına kurtuldu ama laikliğin ve Siyonizmin öncüleri olan masonluğun ve benzeri yapılanmaların pençesine düştü. Merhum Garaudy'ye göre, Endülüs modeli canlı olabilseydi belki Batı kendisine bir çıkış kapısı, yolu bulabilirdi. Batı’nın Kiliseden sekülerizmin pençesine düşmesi Siyonizme destek vermesini kolaylaştırdı. Osmanlı’nın yıkılması ve Lozan’la birlikte İslam dünyası da aynı potaya düştü veya aynı çizgiye gelmiş oldu.
*
Dip dalga olarak İslamlaşma son yıllarda arttı. Arap Baharı bu dalganın yüzeye vurmasını sağladı. Sandık yoluyla İslamcılar iktidara gelirken bölge karşı devrimlere ve darbelere sahne oldu. Böylece bölge türbülansa girdi. İlginç bir gelişme oldu, Arap Baharı sırasında Mübarek gibi diktatörlerin devrilmesine seyirci kalan Obama idaresi ve Batı, ardından gelen Müslüman Kardeşler ve Mürsi iktidarını sömürgecilik döneminin bir tuhfesi veya armağanı, bakiyesi kalıntı rejimlerle (fululü/tortusu) yeni rejimi bertaraf etiler. Fransız Devriminin ardından (1815) kraliyetçilerin cumhuriyetçileri tasfiyeye yönelmesi gibi. Bölge böylece devrimcilerle darbeciler arasında sıkıştı ve bir çekişmeye sahne oldu. Burada İran’a bağlı yapılar da kalıntılarla birlikte hareket etti. Suriye’de Hizbullah ve Yemen de ise Ensarullah (Husiler) kendilerine devrimci sıfatı yakıştırsalar da sonuç itibarıyla birisi Esat’ın diğeri de Ali Abdullah Salih’in imdadına yetişmiş bulunuyor.
Türkiye’de kafa karışıklığının nedeni kendi gazetesini okumayan veya kulak vermeyen eski yönetmenler ülkesi olmasındandır. Ertuğrul Özkök çözümü Batı’ya demir atmak ve AB sularında kulaç atmak olarak görürken Hintli yazar Gita Mehta çözümün Batılılaşmak veya bölgeden kaçmakta değil Osmanlı sistemini bir biçimde çağa uygun olarak diriltmekte olduğunu beyan ediyor. Özkök bataklığı gösterirken Hintli yazar çözümü gösteriyor.
Özkök’ün bataklık edebiyatı yaptığı yazısıyla aynı gün yayınlanan ‘Ertegün’den özel yemek’ başlıklı haber bataklığın nasıl kurutulacağını gösteriyor. Habere kulak verelim (Bahse konu haber şöyle): “Cumhurbaşkanı Erdoğan onuruna önceki gece Atlantic Music’in kurucusu merhum Ahmet Ertegün’ün eşi Mika Ertegün tarafından The St. Regis Hotel’de basına kapalı özel akşam yemeği verildi. Yemeğe katılan Hintli yazar Gita Mehta’nın Erdoğan ile yaptığı sohbet sırasında “Osmanlı varken Ortadoğu’da tüm dinler huzur içinde bir arada yaşıyorlardı. Osmanlı’yı geri getirseniz hiç de fena olmaz” dediği öğrenildi. Dünyaca ünlü yayınevi Alfredb A. Knoph.Inc.’in sahibi Sony Mehta’nın eşi Gita’nın bu çıkışı üzerine Erdoğan’ın gülümseyerek tepki gösterdiği belirtildi...”
Çözümü Osmanlı bulmuş. Lakin çözümsüzlüğü getiren ve dayatan Batı. Batı istikameti ve Batılılaşma çözüm değil çözümsüzlük üretiyor. Tanığımız da alalade bir yazar değil. Magazin bir tarihçi hiç değil. Kemal Karpat. Nazif Gürdoğan, ‘Batı İslam'a karşı olur İslam'sız olmaz’ başlıklı yazısında tarihe tanıklık olarak şunları yazıyor: ”Değerli Tarihçi Prof. Dr. Kemal Karpat'ın kitaplarında ayrıntılı olarak açıkladığı gibi: Osmanlı Devleti'nin 1860'larda Lübnan'da geliştirdiği ve uyguladığı dini ve idare düzen, 1975'lere kadar barış ve güveni sağladı. Aynı yönetim düzeni, Balkanlar'da dört yüzyıl başarıyla uygulandıktan sonra, Avrupa ülkelerinin baskısıyla 1876 yılında yıkıldı. Barış bölgesi Balkanlar, sonu gelmeyen ve önü alınamayan, savaşların ve göçlerin vatanı oldu. Eski Yogoslavya'da hiçbir etkin topluma öncelik tanımayan Osmanlı'nın 'Millet Sistemi'ne dayanan federal yapı, yönetimde Sırpların üstünlük sağlamasını önleyemediği için, çok kanlı bir iç savaşla dağıldı. Sırpların kendi kimliklerini, Boşnaklara, Arnavutlara, Türklere, Hırvatlara ve Makedonlara kabul ettirmeye kalkışmaları, Avrupa'nın ortasında, Balkanların yakılıp yıkılmasına yol açtı. Balkanlaşma salgın bir hastalık gibi, bütün Osmanlı coğrafyasına yayıldı…”
Belki de Milan Jilas’ın Yuguslavya’da denediği öz yönetim modeli Osmanlı’nın millet sisteminden bir kopya idi.