Prof. Dr. Ergün Yıldırım, "Nakşi müceddidiye ve Risale-i Nur üzerinden gelen İslami düşüncede Batı reddiyeciliğine rastlamayız. Batı eleştirilir ancak ondaki hikmetler reddedilmez" dedi.
"Ne Batı taklitçiliği Ne de Batı reddiyeciliği" başlıklı Yeni Şafak'taki yazısında İslam düşüncesini "Doğu da Batı da Allah’ındır" şeklinde özetleyen Yıldırım'ın yazısı şöyle:
Doğu-Batı dikotomisi baş belası bir yaklaşım. Bütün varlığı iki coğrafyaya indirgiyor. Sonra da bu iki alanı karşıtlık çerçevesinde yorumluyor. Oldukça modern bir dualizm bu. Batı modernliğinin dünyayı açıklama biçimlerinden biri.
İlla da bir dualite aranacaksa hak ve batıl mücadelesi
İslam düşüncesi hiç bir zaman bu dualite ile varlığa yaklaşmaz. Doğu da Batı da Allah’ındır der. İlla da bir dualite aranacaksa hak ve batıl mücadelesi bağlamında gerçekleşir. Osmanlı İslamcıları (ben İstanbul İslamlaşma hareketi diyorum) hiç bir zaman buna tenezzül etmediler. Batı’yla ilişkilerinde Doğuculuğa sığınmadılar. Batı’yı tümüyle reddetmediler. Batı taklitçiliğinden de, Batı reddiyeciliğinden de uzak durdular. Batı’nın materyalizmine ve pozitivizmine reddiye yazdılar. İfrit ideolojilerine… Bir bütün olarak ona değil.
Akif hem “tek dişi kalmış canavar” dedi hem de Asım’ı fen öğrenmesi için Almanya’ya göndermek istedi. Çünkü onların bilincinde hikmet müminin yitik malıydı, Batı’da da olsa alınabilirdi. Nitekim İslamcılığın fikir babalarından Said Halim Paşa Batı’da okumuştu ve İslamlaşma makalelerini de Fransızca yazmıştı. Yaptığı en önemli Batı eleştirilerinin başından aydınlarımızın onunla kurdukları taklitçilik geliyordu. Ancak topyekün bir Batı reddiyeciliği yoktu. Mesela kamil demokrasi kavramını kullanır. Filibeli A. Hilmi, neşrettiği İslam Tarihi eserinde modern Batı tarih yöntemini kullanır. Aynı Ahmet Hilmi materyalizme de reddiyeler yazar.
Nakşi ve Risale-i Nur düşüncesinde batı eleştirilir ondaki hikmetler reddedilmez
1960’lar sonrasında dünyada yayılan antiemperyalizm ve devrimcilik düşüncesi Batı’ya karşı hoşnut olmayan İslamcılarda da nüksetti. Özellikle Mısır ve Pakistan gibi sömürgecilik tecrübesinden gelen ülkelerdeki İslamcı yaklaşımlar, Batı karşıtlığı temelinde bir tutuma yöneldiler. Türkiye’de de Necip Fazıl, Büyük Doğu tezini geliştirdi. İslam bir Doğu ideolojisi olarak kurgulandı. Sezai Karakoç’un Masal şiiri, Batı reddiyeciliğinin hüzünlü terennümleridir. Batı’ya giden bütün oğullar kayıplara karışır. Batı hiçbir ışık taşımayan, hiçbir hikmet numunesi kapsamayan bir varlık.
Oysa Nakşi müceddidiye ve Risale-i Nur üzerinden gelen İslami düşüncede ise bu Batı reddiyeciliğine rastlamayız. Batı eleştirilir ancak ondaki hikmetler reddedilmez. Eleştirilen taklitçiliktir. Reddedilen batı ile beraber gelen din karşıtlığı, sert laiklik ve tahakküm siyasetidir.
Batı’dan besleniyorlar ve Batı ile Batı’yı eleştiriyorlar
Son bir kaç yıldır yeniden Batı karşıtlığı temelinde bir İslamcılık ile karşılaşıyoruz. Reddiyecilikten beslenen ve büyük ölçüde sol anti-emperyalizm özellikler taşıyan bir karşıtlık bu. Reddiyeci selefiler ile beraber Batı müktesebatıyla yetişen aydınların Batı reddiyeciliği hiç samimi gelmiyor. Çünkü Batı’dan besleniyorlar ve Batı ile Batı’yı eleştiriyorlar. İslam düşüncesinden aldıkları bir ilhamları yok. İslam’ın evrensel hakikat anlayışının Doğu-Batı ötesi bakışını temsil etmiyorlar. Muhammed İkbal, Cavitname adlı eserinde aydınları seyahate çıkarır. Entelektüel seyahatte Platon, Zerdüşt ve Said Halim Paşa ziyaret edilir. Çünkü İkbal’in bilincinde bunlar hikmetin taşıyıcıları.
Hakperest ve hikmet temelinde ilişkiler kurmak zorundayız
Batı modernliği sömürgecilik, Avrupa-merkezcilik ve oryantalizm gibi tecrübelere sahip. Bunlarla ilgili eleştirel bir tutuma sahip olmak zorundayız. Ancak aynı modern Batı bilimin, demokrasinin, büyük filozof ve edebiyatçılar coğrafyası. Bundan dolayı oradaki üniversitelerden yararlanmak istiyoruz, bilim ve teknolojiyi öğrenmek istiyoruz. Taklitçilik ve reddiyecilik ötesinde rasyonel, hakperest ve hikmet temelinde ilişkiler kurmak zorundayız. Goethe, Weber, Bergson, Bourdieu ve Bauman bize çok şeyler söylüyor. Batılı olmaları onların hikmetlerinden yararlanmamıza engel değil. Onların hikmetlerinden yararlanmamız, onların her dediğine ayet gibi yaklaşmamızı da gerektirmez. Bir düşünce ve dünya okuma tecrübesiyle tanışıyoruz. Düşüncelerle tanışarak düşünüyoruz. Varlık bilincimizi taşıyarak bunu yapıyoruz. Weber’in oryantalist sosyolojik görüşleri de Goethe’nin seyahat arkadaşı Mephisto da elbette umurumda!