Bismillahirrahmanirrahim
Eğer namazların arkasında, hususan bayram namazlarında, bir anda Allahu ekber diyen yüzer milyon insanların sesleri, âlem-i gaybda ittihad ettikleri gibi, âlem-i şehadette dahi birbiriyle ittihad edip içtima etse, küre-i arz tamamıyla büyük bir insan olup, azametine nisbeten büyük bir sadâ ile söylediği Allahu ekber’e müsavi geldiğinden, o muvahhidînin ittihadıyla bir anda Allahu ekber demeleri, küre-i arzın büyük bir Allahu ekber’i hükmüne geçiyor.
Adeta bayram namazlarında âlem-i İslâmın zikir ve tesbihiyle zemin zelzele-i kübrâya mazhar olup, aktâr ve etrafıyla Allahu ekber deyip, kıblesi olan Kâbe-i Mükerremenin samimî kalbiyle niyet edip, Mekke ağzıyla, Cebel-i Arefe diliyle Allahu ekber diyerek, o tek kelime, etraf-ı arzdaki umum mü’minlerin mağaramisal ağızlarındaki havada temessül ediyor. Birtek Allahu ekber kelimesinin aks-i sadâsıyla hadsiz Allahu ekber vuku bulduğu gibi, o makbul zikir ve tekbir, semâvâtı dahi çınlatıp berzah âlemlerine de temevvüç ederek sadâ veriyor.
İşte, bu arzı böyle kendine sâcid 1 ve âbid ve ibâdına mescid 2 ve mahlûklarına beşik 3 ve kendine müsebbih 4 ve mükebbir eden Zât-ı Zülcelâle, yerin zerrâtı adedince hamd ve tesbih ve tekbir edip ve mevcudatı adedince hamd ediyoruz ki, bize bu nevi ubudiyeti ders veren Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâmına ümmet eylemiş. (Lem'alar, On Yedinci Lem'a)
Bediüzzaman Said Nursi
SÖZLÜK:
âbid : ibadet eden, kul
aks-i sadâ : sesin yankılanması
aktâr : bölgeler
âlem-i İslâm : İslâm dünyası
Aleyhissalâtü Vesselâm : Allah’ın salât ve selâmı onun üzerine olsun
Allahu ekber : Allah en büyüktür
arz : yeryüzü
âyât : âyetler
berâhin : deliller
berzah âlemi : öldükten sonra ruhların gittiği, dünya ile âhiret arasındaki âlem
Cebel-i Arefe : Arafat Dağı
Cenâb-ı Hak : hakkın tâ kendisi olan şeref ve yücelik sahibi Allah
cilve : görünme, yansıma
etraf-ı arz : dünyanın çevresi
gafil : duyarsız, sorumsuz
hadsiz : sınırsız
hamd : övgü ve şükür
ibâd : kullar
iktiza etmek : gerektirmek
Kâbe-i Mükerreme : şânı yüce Kâbe
kıble : namaza başlarken yönelinen taraf; Kâbe’nin bulunduğu Mekke şehri
mağaramisal : mağara gibi
mahlûklar : varlıklar
makbul : kabul edilen
mazhar olma : eriştirme
Mekke :
mesâmât : gözenekler, pencereler
mevcudat : varlıklar
muvahhidîn : Allah’ın varlığına ve birliğe inananlar
mü’min : Allah’a inanan
mükebbir : tekbir getiren, “Allahü ekber” diyen
müsavi : eşit, denk
müsebbih : tesbih eden; Allah’ı, yüce şanına lâyık ifadelerle anan
müşevveş : dağınık, karışık, düzensiz
nevi : çeşit, tür
nota : bildiri
nur-u marifet : Allah’ı bilme ve tanıma nuru
Resul-i Ekrem : Allah’ın en şerefli ve değerli elçisi olan Hz. Muhammed (a.s.m.)
sâcid : secde eden
sadâ : ses
Said :
semâvât : gökler
şahit : tanık
tekbir : “Allah en büyüktür” mânâsına gelen “Allahu Ekber” ifadesini söylemek
temâşâ etmek : gözlemlemek, seyretmek
temessül etmek : belirmek, görünmek
temevvüç etmek : dalgalanmak, çalkalanmak
tesbih : Allah’ı her türlü kusurdan yüce tutarak şanına lâyık ifadelerle anma
ubudiyet : kulluk
umum : bütün
ümmet : Hz. Peygambere inanıp onun yolundan giden mü’minler
vuku bulmak : gerçekleşmek, meydana gelmek
Zât-ı Zülcelâl : sonsuz büyüklük ve haşmet sahibi Allah
zelzele-i kübrâ : büyük deprem, kıyamet
zemin : yeryüzü
zerrât : atomlar
zikir : Allah’ı anma