* 12 Mart muhtırası günlerinde, bâzı arkadaşlarımızı ders esnâsında der-dest edip, askerî nezârete aldılar. Mahkeme safhasında ziyâretlerine gittik. Tutuklulara vermek üzere, Şâfiî İlmihalini ortadan ikiye ayırdık. Arasına aynı boydaki “İmân ve Küfür Muvazeneleri” isimli kitabı kapaksız olarak koyup ciltledik. Onbaşı sordu:
-: Bu ne?
-: İlmihal, dîni kitap.
Üzerimizi yoklayan onbaşı, cebimdeki misvakı tutarak, yine:
-: Bu ne?
Benim mûzipliğim üstümde:
-: Teokratik diş fırçası…
-: ???
* 1980 ihtilâli sonrası, Vilâyet Binasının önünde sık sık karşılama törenleri yapılır. Vilâyet erkânı, dâire müdürleri sıra olup gelen bakan, komutan vesâir zevâtla tanışır. Bu arada İl’e yeni tâyin edilen bir dâire müdürüne yanaşıp koluna giriyorum. Gizlice, dedi-kodusunu yapıyormuş gibi bir tavırla, sağ tarafımda duran müdürü işâret ederek:
-: Şu adamda hiç iş yok…
Bu tavrımı yadırgadığı, yüz ifâdelerinden anlaşılan muhâtabımı, çekiştirdiğimi sandığı müdüre doğru yöneltip:
-: Tanıştırayım, sayın müdürüm, arkadaşımız İş ve İşçi Bulma Kurumu Müdürü ….. Beydir.
* Yine bir karşılama töreninde, henüz tanıştığımız, göreve yeni başlayan diğer bir müdüre, bir arkadaşı işâret ederek:
-: Şu müdür de havadan, civadan para kazanıyor.
Muhatabım şaşkın, “Yeni tanıştığım bu dedi-koducu adam da neyin nesi?” dercesine yüzüme baktı. Devâm ettim:
-: Tanıştırayım, sayın müdürüm, bu arkadaşımız Meteoroloji Müdürüdür.
* İlk torunumun doğumu yakın. Dâmâdımın yüksek lisans için deneme yaptığı, şehre 20-25 km. mesâfedeki tarlalardan mısır koçanlarını toplamak üzere gitmemiz lâzım. Mısırı devşirme, tane sayma, tartma gibi işlerin o günlerde tamamlanması şart. Eşime ve kızıma:
-: Biz burada yokken torunum doğacak olursa, ona “ Dedenle baban Mısır Seferinde iken dünyâya gelmiştin.” Dersiniz.
* İlk torunumun dünyâya geldiği günlerde, müşterek bir dostumuz sordu:
-: Dâmâdınla aranız nasıl? Memnun musun?
Yüzümü ekşiterek:
-: Sorma, beni ihtiyarlattı!
Hayret ve merakla:
-: Hayrola, ne yaptı?
-: Dede oldum…
* Yine o günlerde, Rektör Yardımcısı olarak atanan tanıdığımız bir hocayı ziyâretteyiz.
-: Hocam, tanıştırayım, [arkadaşı göstererek] Genel Sekreter Yardımcısı Necmi Dedeoğlu; [kendimi işâretle] Genel Sekreter Yardımcısı Ekrem Dede oldu…
* İnsanları ikna’ etmenin; belli konularda anlaşmanın, uyuşmanın zorluklarından bahsediliyor. Moda tâbirle konsensüs sağlamak gerektiği ifâde ediliyor. Ben atıldım:
-: İki türlü uzlaşma vardır. Biri konsensüs, diğeri [masaya bir yumruk indirerek] lan sen sus!!!
* Derste “Tohumlarını saçma gibi fırlatan Ebû Cehil karpuzu” bahsi geçti. Hoca, Ziraatçılara sordu:
-: Bu bitkinin Latince adı ne acabâ?
Bir sessizlik oldu; hâtırlayan çıkmayınca, ben:
-: Melonus mel’unus…
* Bir müddet önce elli dokuz bin liraya aldığım bir malı, aynı satıcıya soruyorum:
-: Kaça?
-: Altmış bin.
Ben nükte olsun diye, artışı vurgulayarak:
-: Artmış bin!
Altmış kelimesini telaffuz edemediğimi sanarak:
-: Yok, hocam, altmış bin…
* Berberden yeni gelmiştim. Kısa bir zaman önce tâyin edilen öğretmen arkadaş, tıraş fiatları hakkında bir fikir sâhibi olmak için, [Orta Anadolu şîvesi ile] sordu:
-: Hocam, berbere gaç lira viriyon?
-: İki bin beş yüz lira.
Bir an, hayli seyrelmiş saçlarıma baktı; sonra mûzipçe:
-: Hııı; gıl başına bin kâat!