Bazen yazmak sancılı olur, sanki yürekten dikenli teller çekilircesine çıkar kelimeler... Acı yürekte harlanıp, yoğrulup, önce kendini yakar, sonra kâğıda dökülen cümlelerle vicdanı olan yürekleri… Keşke yeryüzünde kavrulmuş yürekler ve insafa gelmiş vicdanlar fazla olsaydı, belki de yazmaya gerek kalmazdı. Bazen de bilemezsiniz ne yazacağınızı. Bir yanda zulmün pençesinde ki insanlar, katledilen çocuklar ve kadınlar, diğer yanda ise sadece görüntüde insanlık. Öyle çok sancılarımız var ki; işte Kudüs ve mahzun bekleyişinde Ayasofya.
İsrailli yirmiden fazla silahlı domuzun arasında, hırpalanmış, gözü bağlı çocuk Cuneydi ve kafeslere sokulmuş diğer çocuklar… Filistinli anaya kucağında bebek olduğu halde dipçik vurmaktan, sürüklemekten zerre kadar utanmayan alçak İsrail ve başka alçaklıklar varken hangi birini yazacaksın ki? Kelimelerin atar damarı tıkanıyor, beyin cümlelerle şişiyor, ya da hiç gelmeyen cümlelerle... Umulmadık bir anda ise bentleri yıkarak taşar sözcükler, fırtınaya döner... Sağanak haline dönünce de yakalamaya, avlamaya çalışırsınız… Acıyı yazmak, en acı anlardır... Ya acıyı yaşayanların hali nicedir? Hangi yazılanlar zulmü bize tam olarak tarif edebilmiş ki? Bunları yazarken, zulmün göbeğinde olup da milletinin selameti için her acıya sabretmiş, çareler için mücadele vermiş Hz. Üstadımız aklıma geliyor... Kendisi zindanlarda ama himmeti daima milleti için ayakta idi. “Kimin himmeti milleti ise, o kimse tek başıyla küçük bir millettir.” Ve sonra himmet yönünden fakir düşmüş; Arabistan ve Mısır yönetimi aklıma geliyor. İstişareden, Müslümanlar için konuşmaktan, tedbir almaktan kaçınan zavallılık…
Rusya, Amerika ve Esed Rejimi yüzünden Suriye’de eceli açlık olan bebekler ve putperest alçakların Arakan'da uyguladığı soykırım… Çocuklar ölüyor, çocuklar aç… Bebekler, medeniyeti kaybolmuş dünyayı hiç tanımadan ölümün kucağına teslim oluyor… Ah İnsanlığı tokatlayan bebekler!.. Öyle tokatlıyorlar ki komadaki insanlık bir türlü kendine gelemiyor… Tokatların asıl sahibi; görüp de bir şey yapmayan ve sessiz kalan vicdanlar, suspus olmuş kafalardır… Zalim, yaylım ateşinde ve zulmüyle tararken mazlumu; o ki haddini bildiren yok, kurşun atılmıyor, bari kelimeler ile dualar ile yaylım ateşine tutmalı… Öfke dolu cümleler, ahlar vurmalı ciğersizleri ta böğründen… Yüreğin nefret dolu kelimeler kurşununu zalimlerin üzerine yağdırmalı… İnsanlık çok sustu, İnsanlık çokça vurdumduymaz, çokça zulümlere sırtı dönük ve zalimle ortaklık devam etmekte...
Fakir ve zalim Amerika, Suriye’de tek bir çocuğun karnını doyurmamış, yüzünü güldürmemiştir. Bir tek insana iyilik elini uzatmamıştır. Artistik görüntüler ya da propaganda amaçlı yapmacık bir-iki iyilik yapma görüntüsü vermişlerdir... Gerçekte ise Rusya ile beraber Esed’in zulmüne ortak oldular... İşte bu hakikatleri görmeyen, milyonlarca misafir ağırlayan devletimiz için iftihar etmeyen içimizdeki insanlara da acilen insaf dilemek lazım!
Yeryüzü Müslümanlara ve mazlumlara zindan edilirken, eldeki kalemden, tuşlardan alevler yükseliyor… Hangi tuşla başlamalı meramı anlatmaya? Hangi satırlar soğutur yüreği? Bu durumlarda; ruhumun romanı yıldızları seyre dalmak, okumak istiyorum. Kirli şehirlerin, kirli seması buna da fırsat vermiyor. Hayaller imdada yetişiyor; yıldızları, gülen çocukları, adaletin gerçek temel olduğu yarınları getiriyor önümüze. Ve Nurların huzur veren limanına sığınış… Biraz nefes almak, yepyeni umutlarla duaların kanadına tutunup, yükselmek, bütün ahları işiten gerçek Bir’in-Allah’ın varlığını bilmek merhem oluyor… Elbet bir gün hesap sorulacak tesellisi olmasa idi; ruhumuz çıldıracak, kafeslere konulacaktık...
Bir yerlerde lapa lapa kar yağar; bir yerlerde ise lapa lapa hüzün... Kar mı üşütür, yoksa hüzün dolu ana yüreği mi? Arakan çok uzaklarda sahipsiz üşümekte… Filistin hep hüzünlü… İhtilafların, tezgâhların, taassupların kirli eli Müslümanları didik didik etmiş ve bölmüş. Uzun engellerden dolayı bir araya gelmek, birlikte adım atmak, tek ses olmak, tek karar olmak elimizden alınmış. İhtilafın, siyasetin, meşrebin gözünü çıkarıp, İslam kardeşliği ruhunu iki milyara yakın bedene giydirmek lazım. Çare bulmak için birlik olup, oturup birlikte tek ses konuşmak lazım. Geleceğe şuurlu istişareler ile adım atmak lazım. Her yönden bu bize çok lazım! Meşveretin ruhu Allah için konuşmaktır, ben yerine biz olabilmektir. İşte bunu gerçekten tesis edebilsek, Müslümanolarak, görüntüde değil, gerçek manada sık sık bir araya gelsek, ne küffarın eli, nede dili bu kadar uzardı! Aynı sesi haykırsaydık; dinlemek zorunda ve oturmak zorunda kalacaklardı...
Kötülüğe karşı kalben buğz etmekten dil cesaretine geçen ve inşallah eli de devreye sokacak olan Erdoğan’a dualar ile destek veren samimi Müslümanlardan ve Nur talebelerinden de Allah razı olsun.
Çare: Başta Hz. Kur’an ve Peygamber Efendimiz (sav)’in sesine kulak vermek ve itaat etmek. Hakikatleri haykıran İslam’ın şuurlu evlatlarını dinlemek ve yüz yıllık büyük çığlık olan Bediüzzaman’ın reçetelerini ciddiye almaktır!.. Üstad’ın bir asır önce, Şam’da Âlemi İslam’a o muazzam haykırışı ve hakikatleri ortaya koyuşu eğer dinlenilseydi; Ortadoğu’ya ne siyonist İsrail girebilirdi, ne de haçlı alçakları… Geçte olsa Bediüzzaman’ın Şam’daki imanlı haykırışı şimdi yükselen bir sesmiş gibi dikkate alınmalı. Son olarak; Ayasofya topuz gibi zalim küffarın tepesine indirilmeli!
Selâm olsun; yüreğinde sevgi olanlara… Selam olsun; Risale Haber okuru kardeşlerime… Selâm olsun; imanla dolu, geleceğe ümidini kaybetmemiş, İslam’ın zaferlerini dört gözle bekleyen şuurlu kardeşlerim ve ağabeylerime…