Bazı aydınların Risale-i Nur’u anlamamalarındaki sır!

Nurettin HUYUT

“Risale-i Nuru okuyorum ama anlamıyorum”
Çevremde birçok insandan bu cümleyi duymuştum.  Onların o samimane itiraflarını ciddiye alarak dilimin döndüğünce Risale-i Nuru anlamanın aslında göründüğü kadar zor olmadığını ifade etmeye çalışmıştım.

Özetle şunları derdim: “Risale-i Nur ilmi bir kitaptır. Ama yazılırken herkesin istifade etmesi dikkate alınarak yazılmıştır. Özellikle avam ve cahil insanlar dikkate alınmış ve birinci muhatap onlar kabul edilerek yazılmıştır. O nedenle onu anlamamak mümkün değildir. Zira onu okuyanların çeşitliliğine baktığımızda bu hakikati çıplak olarak görebiliriz.”

“Neden avam tabakası dikkate alınarak yazılmıştır. Çünkü havas tabakası ehl-i ilim olduğundan istediği takdirde ne eder, ne yapar ondaki hakikatleri öğrenir. O işin yollarını iyi bilir. Kelimeleri anlamıyorsa lügatlere bakar, daha anlamaz ise ulemaya müracaat eder, sonuçta ihtiyacını karşılayacak kadarını öğrenir” derdim. Bu şekilde ikna etmeye ve tekrar tekrar okumalarını sağlamaya çalışırdım.

Vakta ki, Haber Türk kanalının “Teke Tek” programına konuk olanları dinledim ve onların da “anlamıyoruz” demelerini duydum işte o zaman bu meseleyi düzgün cevaplamadığımı anladım. Ne yalan söyleyeyim zor durumda kalmıştım.
Zira Risale-i Nura bakış açımı dikkate aldığımda bu insanların “Risale-i Nuru anlamıyorum” demelerinden doğrusu bu defa ben bir şey anlamamıştım. Hatta birisi “yüzde 90’nını okudum, hatta İngilizcesini de okudum ama onu da anlamadım” demesi beni hayli şaşırtmıştı.

Her ne kadar bir dinleyicinin “ortaokulda okuyan kardeşim bile anlıyor” demesi hoşuma gitmiş olsa bile yine de bu meselenin farklı olduğunu düşünerek, bunda bir sır var ki, bu kadar kitap yalamış bu insanlar “anlamıyoruz” diyorlar. İtiraflarını ciddiye almak gerekir. Çünkü şayet bizim gibi anlamış olsalardı zaten bu duruma düşmezlerdi.

O nedenle bu işin sırrını anlamak için gene Risale-i Nura başvurdum. Her müşkülümüzü halleden Risale-i Nur bu müşkülümüzü de halleder mantığı ile, ilgili yerleri bir kez daha okudum.

Okumadan önce şöyle yaklaştım olaya:
Bu insanlar “anlamıyorum” diyorsa anlamamaları kelimelerin manasını bilmemekten kaynaklanmıyordur. Çünkü bunu söylemek ilim erbabı için ayıptır. Kelimeyi anlamıyorsan bakar öğrenirsin, internetin bu kadar mükemmel işlediği bir asırda bir kelimenin manasını bulamamak mümkün değildir. O nedenle onların “anlamıyorum” demelerinin altında yatan mana başkadır.

Sonra ilgili kısımları tadat ederken bir bölüm hayalimin karşısına geldi birden aklımı işgal etti. Ve “senin aradığın sorunun cevabı bende” der gibi karşımda oturdu. Baktım bu meseleyi çok mükemmel bir şekilde izah ediyor. Hiçbir yoruma gerek görmeden sizlere de aktarmak istiyorum. Buyurun sanırım anlamamalarının altında yatan sır burada saklıdır.

“Bil, ey gafil, müşevveş Said! Cenâb-ı Hakkın nur-u marifetine yetişmek ve bakmak ve âyât ve şahitlerin aynalarında cilvelerini görmek ve berâhin ve deliller mesâmâtıyla temâşâ etmek iktiza ediyor ki, senin üstünden geçen, kalbine gelen ve aklına görünen herbir nuru tenkit parmaklarıyla yoklama ve tereddüt eliyle tenkit etme. Sana ışıklanan bir nuru tutmak için elini uzatma. Belki gaflet esbabından tecerrüd et, onlara müteveccih ol, dur. Çünkü ben müşahede ettim ki, marifetullahın şahitleri, burhanları üç çeşittir:
Bir kısmı su gibidir. Görünür, hissedilir, lâkin parmaklarla tutulmaz. Bu kısımda hayalâttan tecerrüd etmek, külliyetle ona dalmak gerektir. Tenkit parmaklarıyla tecessüs edilmez; edilse akar, kaçar. O âb-ı hayat, parmağı mekân ittihaz etmez.
İkinci kısım, hava gibidir. Hissedilir, fakat ne görünür, ne de tutulur. Ona karşı sen, yüzün, ağzın, ruhunla o rahmet nesîmine karşı teveccüh et, kendini mukabil tut. Tenkit elini uzatma, tutamazsın. Ruhunla teneffüs et. Tereddüt eliyle baksan, tenkitle el atsan, o yürür, gider. Senin elini mesken ittihaz etmez, ona razı olmaz.
Üçüncü kısım ise, nur gibidir. Görünür, fakat ne hissedilir, ne de tutulur. Öyleyse, sen kalbinin gözüyle, ruhunun nazarıyla kendini ona mukabil tut ve gözünü ona tevcih et, bekle. Belki kendi kendine gelir. Çünkü nur, elle tutulmaz, parmaklarla avlanmaz. Belki o nur ancak basiret nuruyla avlanır. Eğer haris ve maddî elini uzatsan ve maddî mizanlarla tartsan, sönmese de gizlenir. Çünkü öyle nur, maddîde hapse razı olmadığı gibi, kayda giremez, kesîfi kendine mâlik ve seyyid kabul etmez.” (BSN. Lemalar 17. Lema sh. 131)

Bilemiyorum siz de katılır mısınız? Bu insanlar tenkit parmakları ile baktıkları için mi anlamıyorlar? Siz ne dersiniz?

Yorum Yap
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.
Yorumlar (1)
Yükleniyor ...
Yükleme hatalı.