ARAŞTIRMA-İNCELEME
Okuma süresi: 10 Dakika
İnsanda bana ilginç gelen bir tuhaflık var ki, onu anlamayı ve yorumlamayı zorlaştırıyor. O da şudur:
Sahip olduğu doğru, güzel fikirlerden kolayca şüpheye düşüp vaz geçerken ya da olumlu bir davranışını herhangi bir etkiyle kolayca değiştirirken, yanlış veya saplantılı bir şekilde kabullendiği olumsuz düşüncelerden veya davranışlardan kolayca vaz geçemiyor?
Bu davranış, ister sıradan bir insanda, isterse düşünürler veya akademisyenlerde olsun, değişmiyor. Hatta çoğu kere, kendilerini entelektüel ilan eden insanlar kocakarı teslimiyetinin çok gerisinde bile kalıyorlar.
- Neden sapkın düşünceler, fikirler veya ideolojiler kendilerine kolayca taraftar buluyor?
- Neden insan yanlış inançlara kolayca boyun eğiyor?
- Neden hakikat yanlış fikrimizi veya yanlış düşünen aklımızı değiştirmiyor?
- Ve neden birileri yanlış bir fikre inanmakta ısrar ediyor?
- Bu tür davranışlardan hangi sonuçları çıkarabiliriz?
- Neden?
Bediüzzaman’a 13. Lem’a’yı Yazdıran Soru
Temel sorunun Bediüzzaman tarafından ifade şekli şöyledir:
“Cenâb-ı Hak, kütüb-ü semâviyede beşere karşı Cennet gibi azîm mükâfat ve Cehennem gibi dehşetli mücâzâtı göstermekle beraber, çok irşad, ikaz, ihtar, tehdit ve teşvik ettiği halde; ehl-i iman, bu kadar esbab-ı hidayet ve istikamet varken, hizbüşşeytanın mükâfatsız, çirkin, zayıf desiselerine karşı mağlûp olmaları, bir zaman beni çok düşündürüyordu (13. Lem’a, Beşinci İşaret)”
Bediüzzaman bu ifadelerinden hem yukarıdaki sorulara kapı açıyor ve hem düşünme hatalarını düzeltecek önerileri öne çıkarıyor:
- Neden insan yanlış inançlara kolayca boyun eğiyor?
- Neden hakikat yanlış fikrimizi veya yanlış düşünen aklımızı değiştirmiyor?
Bu soruların kaynağına “Düşünme hataları” diyelim.
Düşünme Hatalarına Çözüm Metodolojisi
Bediüzzaman’ın, kırk sene ömründe, otuz sene tahsilinde öğrendiği dört kavramdan biri “Nazar”dır.
Nazar; düşünceleri, olayları veya kişileri belirli kriterlere göre değerlendirmektir. Bir eleştirel düşünme biçimidir. Değerlendirme kriterlerine sahip olmaktır. Bir fikre veya olguya farklı açılardan yaklaşmak bakmak ve değerlendirmektir. Doğruyla yanlışı birbirinden kolayca ayırt edebilmektir. Kısacası bir düşünme biçimidir.
Yanlış İnançların Mantığı Nedir?
Öncelikle “mantığı olmaz” diyenler olsa da, her hak/doğru davanın içinde yanlış veya hatalı fikirler bulunabildiği gibi, her batıl davanın içinde de hak ve doğru yönler olabilir. Burada ölçü, “çoğunluk-galiben”dir. Dikkat edin; insanlar ister hak ister batıl bir düşüncenin elemanı olsun, savundukları şey arasında onlar içindeki “hak” olan unsurlardır.
Sorun şu ki, savunulan doğruların o fikrin çoğuna hakim olup olmamasına bakmaktır.
Bediüzzaman Lematte bunu şu iki satırla veciz bir üslupla ifade eder:
“Mubtıl, bâtılı hak nazarıyla alır.”
“İnsandaki fıtratı mükerrem olduğundan, kasten hakkı arıyor. Bazen gelir eline, bâtılı hak zanneder; koynunda saklıyor. Hakikati kazarken, ihtiyarı olmadan dalâl düşer başına; hakikattir zanneder, kafasına geçirir.”
İnsanın fikir değiştirmenin zorluğu konusunda Tolstoy’un şöyle bir ifadesi var:
“En zor konular, daha önce bu konuyla alakalı hiç bir fikri olmayan en kalın kafalı bir insana bile anlatılabilirken ve o insan da bu ikna olduğu yeni fikri kolayca savunurken; en basit bir konu, sabit fikirli bir insana şüphelerden arınmış olarak açıklanamıyor.”
Küçük Sözlerin İnsana Dair 10 Büyük Yargısı
Aşağıdaki tabloda Küçük Sözlerde ele alınan iki kardeşin Doğru-Yanlış Oyununun bir özeti verilmiştir. Spektrumun iki ucuna verilecek harika davranış biçimlerini göstermektedir:
Davranış No | Müsbet Davranışlı Kardeş | Menfi Davranışlı Kardeş |
1 | Mütevazı; ötekine değer veren | Gururlu; kendisinden başkasını beğenmeyen |
2 | Hakperest ve hüdaperest | Hodgam, kendini beğenmiş, ötekileştirici |
3 | Nizam ve intizamlı sistem öncelikli düşünür. | Acil ve yalancı rahatlık peşinde |
4 | Bahtiyar; umutlu ve hayra yorucu | Bedbaht; karamsar, felaket tellalı |
5 | Muallem; sorumluluk hissi yüksek, üstüne düşeni yapan | Nefisperest; bencil |
6 | Muhakemeli; aklı başında düşünür ve davranır. | Traji-mantıksız; Üstünlük taslayan nefsinin esiri |
7 | Müsbet hareket sahibi; yorumu, bakış açısı ve davranışları ölçülü | Bedbin; kötümser |
8 | Hakka göre özgürlükçü; nizam ve intizama uymayı sever | Ahlaksız ve nefse göre özgürlükçü |
9 | Her şeye (Fikirlere ve davranışlara, ilişkilere ve söylemlere) pozitif açıdan bakar | Her şeyin kötü kısmını öncelikle görür; bardak yarı yarıya boş der. |
10 | Kim için olursa olsun hakka ve hukuka sahip çıkar | Hukuku özelleştirir; ona ısırmayan yılanları över. |
Yukarıdaki tabloda verilen davranışlar ve özellikler Küçük Sözlerdeki hikayelerinden derlenmiştir. Aşağıdaki 10 düşünme biçimi ise yukarıdaki tabloya dayanılarak derlenmiştir.
Bu tablodan esinlenerek, sadece başlıklarını yazacağımız yanlış inanç veya düşünme biçimleri şunlardır:
Davranış No | Menfi Düşünme Biçimleri | Menfi Sonuçları |
1 | Adil Olmayan Genellemeler | Adalet-i Mahza - Adalet-i İzafiye yaklaşımını bilmemek |
2 | Kutuplaştırıcı Düşünceler | Ya hep ya hiç - Ya sev, ya terk et! |
3 | Olumsuzlukları Abartmak | Her şeyin kötüsüyle ilgilenmek |
4 | Olumluyu Küçük Görmek | Hasenatlarını küçümsemek |
5 | Zihin Okuma Teşebbüsleri | Önyargı oluşturma aşaması |
6 | Kötümser bakmak | Seyyiatına, günahlarına veya hatalarına takılı kalmak |
7 | Duygusal mantık yürütmek | Olayları kendisiyle duygusal olarak yorumlayıp kendi dünyasında çaresiz hissetmek |
8 | Etiketlemek | Önceki tecrübelerden edindiği önyargılarla kişileri veya fikirleri kalıba sokmak |
9 | Kişiselleştirmek | Mazoşist yaklaşım; kendisinde bir uğursuzluk olduğunu düşünüp suçlamak, ancak ders de almamak |
10 | Felaketleştirmek | Bedbinlik; karamsar yaklaşım; Her şey kötü ve kötüye gidiyor olarak değerlendirmek |
Sayılan bu 10 özelliğe baktığımızda aslında yanlış inançların mantığından çok, yanlış inançların telkin ettiği tutumların etkili olduğu görülebilir.
Bu tutumların içini dolduran davranışlara bir göz atalım:
Yanlış İnançları Makulleştirme
Bir yanlışı işlemenin en kolay yolu onu makulleştirmektir. Akla ve mantığa uygun hale getirmek, sonra da onu işlemektir.
Bazen önce davranış sonra makulleştirme gelir. Anadolu’da bir söz vardır; “Kedi yavrusunu yiyeceği zaman, fareye benzetirmiş.” derler. İnsanların da hayatta kalabilmek için dünya hakkında makul bir görüşe ihtiyaçları vardır. Gerçeklik modeliniz, gerçek dünyadan farklıysa, yani hayali kalıyorsanız yeni aksiyonlara ihtiyacınız var demektir.
Makulleştirmenin temel mantığında doğru olup olmama yaklaşımından çok, psikolojimiz üzerinde olumlu etki oluşturup oluşturmadığına bakılmasıdır.
Hazcılık duygusunun egemenliğine girmek söz konusu olabilir. Yani insan üzerindeki psikolojik etki kişiyi yanlış yapmada makulleştirmeye itmektedir.
Ancak çoğu kere ölçüt bazlı yaşamak yerine nefsî bir yaklaşımla yapılan bir makulleştirme davranışı kişiyi aldatabilir. Yanlış bir fikrin makulleşmesi süreçte kaybolacak ve yaptığı tahrip sonrası kişide pişmanlık duygusu oluşacaktır.
Bu durum “doğruluk” açısından bir zaferdir.
Yanlış İnançlara Yönelik Aidiyet Duygusu Etkisi
Ancak, insan zihni için önemli olan tek şey sadece doğruluk değildir. İnsanların yanlış da olsa taraf olduğu fikirlerin ona derin bir aidiyet arzusu vermesi de söz konusudur.
Her zaman doğru şeylere inanmıyoruz. Bazen bizi, önem verdiğimiz insanlara iyi görünmemizi sağlayan şeylere de inanıyoruz. Çünkü hakperest değilseniz, geçici olarak da olsa rahat hissediyorsunuz; ancak sonrası vahim olabilir.
Yazar ve konuşmacı Kevin Simler (https://meltingasphalt.com/) Amerikan pragmatizmi açısından yorumladığı bu fikirde şunları söyler:
“Bir beyin belirli bir inancı benimsemek için ödüllendirileceğini tahmin ederse, bunu yapmaktan mutluluk duyuyor ve ödülün nereden geldiğini pek umursamıyor; pragmatik olsun (daha iyi kararlardan kaynaklanan daha iyi sonuçlar), sosyal (birinin akranlarından daha iyi görünme) veya bu ikisinin bir karışımı...”
Yanlış inançlar, olgusal anlamda yararlı olmasalar bile sosyal anlamda yararlı olabilir. Daha iyi bir ifade eksikliği nedeniyle, bu yaklaşıma “gerçekte yanlış, ama sosyal olarak doğru” diyebiliriz. İkisi arasında seçim yapmak zorunda kaldığımızda, insanlar genellikle gerçekler üzerinden arkadaş ve aile seçerler. Yani hak (doğruluk) yine galip gelir.
Kur’an’da, başta İslam peygamberi olmak üzere, gönderilen peygamberlere inanmayanların veya inanmaya direnç gösteren insanların gösterdiği ilk tepkilerden biri, yeni dinin ecdatlarının diniyle aynı olmaması ve kendilerini ecdatlarının inançları üzerine devam ettiklerini ileri sürüp karşı çıkmalarından bolca örnek verilir. Çünkü İslamiyet’i (veya o dini) kabul etmek demek, içinde doğup büyüdüğü topluma yönelik aidiyetini kaybetmesi demektir. Hata onlarla yeni bir mücadele sayfası açmak demektir.
Gerçeklerden Değil Arkadaşlıklardan Etkileniyoruz
Birini fikrini değiştirmeye ikna etmek, onları kabilelerini değiştirmeye ikna etme süreci gibidir. Eğer inançlarından vazgeçerlerse, sosyal bağlarını kaybetme riskiyle karşı karşıya kalırlar. Topluluğunu da alırsan birisinin fikrini değiştirmesini bekleyemezsin. Onlara gidecekleri bir yer vermelisin. Yalnızlık bir sonuçsa hiç kimse dünya görüşlerinin parçalanmasını istemez.
Bu psikolojinin hatasını “geleceği düşündürme” yöntemiyle, Bediüzzaman şu şekilde ifade ediyor: “Hem deme, "Ben de herkes gibiyim." Çünkü herkes sana kabir kapısına kadar arkadaşlık eder. Herkesle musibette beraber olmak demek olan teselli ise, kabrin öbür tarafında pek esassızdır.”
İnsanların zihnini değiştirmenin yolu, onlarla arkadaş olmak, onları topluma entegre etmek, onları kendi dairenizin içine almaktır. Artık sosyal olarak terk edilme riski yoksa inançlarını kolayca değiştirebilirler.
İngiliz filozof Alain de Botton Religion For Atheist kitabında (https://www.alaindebotton.com/religion/), bizimle aynı fikirde olmayanlarla yemek yememizi önermektedir:
“Bir grup yabancıyla bir masada oturmak, onlardan hoşlanmaz bir tutumdan kaçınmanın eşsiz ve garip bir yararı vardır. Önyargı ve etnik çekişme, ırkçılık ve toplumsal yabancılaşma soyutlamayı besliyor. Bununla birlikte, bir yemek için gereken yakınlık - tabakları dağıtmak, aynı anda peçeteleri açmak, bir yabancıdan tuzu istemek gibi bir şey - olağandışı kıyafetler giyen ve farklı bir şekilde konuşan yabancıların inançlarını tanımaya ve bilişme yeteneklerimizi canlandırmaya yarar.”
Belki de insanları birbirine yakınlaştıran farklılıklar değil, kabilecilik ve düşmanlığı doğuran duygusal mesafedir. Yakınlık arttıkça anlayış da artar. Abraham Lincoln'ün sözünü hatırlayın: “O adamı sevmiyorum. Onu daha yakından tanımalıyım.”
İnançların Spektrumu
Spektrum kelime anlamı olarak, belli bir aralık içinde birçok farklı nokta olması durumudur. Bir nevi yelpaze veya gökkuşağı gibi, spektrum denildiğinde de içinde bir sürü farklı durumun bulunduğu bir aralık anlaşılmalıdır.
Girişimci ve konuşmacı Ben Casnocha (https://casnocha.com/) bir konuşmasında şunu demişti:
“Düşüncemizi değiştirme olasılığı en yüksek olan insanlar, konuların yüzde 98'inde aynı fikirde olduğumuz kişilerdir.”
Tanıdığınız, beğendiğiniz ve güvendiğiniz biri radikal bir fikre inanıyorsa, bu fikri ölçüt olarak kabul edecek ve daima göz önünde bulundurma olasılığı daha yüksek olacaktır. Yaşamın birçok alanında onlarla zaten aynı fikirdedir. Belki de bu konuda onlar değil, sen fikrini değiştirmelisin.
Bu ayrımı görselleştirmenin bir yolu, bir spektrumdaki inançları haritalamaktır. Bu spektrumu 10 birime bölerseniz ve kendinizi Konum 7'de bulursanız, birini Konum 1'de ikna etmeye çalışmanın anlamı yoktur. Boşluk çok geniştir. Konum 7'deyken, zamanınız 6. ve 8. Pozisyonlardaki insanlarla bağlantı kurmak için daha iyi zaman harcar ve onları yavaş yavaş yönünüze doğru çeker.
En ateşli argümanlar genellikle spektrumun zıt uçlarındaki insanlar arasında ortaya çıkar; ancak en iyi öğrenme ise en yakındaki insanlardan gerçekleşir.
Birisine ne kadar yakın olursanız, paylaşmadığınız bir veya iki inancın kendi zihninize akması ve düşüncelerinizi şekillendirmesi daha olası hale gelir. Bir fikir şu anki konumunuzdan ne kadar uzaksa, onu açıkça reddetme olasılığınız o kadar yüksektir.
Doğru Düşünmede Kitap Etkisi
Mevcut dünya görüşünüzden yeterince farklı olan herhangi bir fikir tehdit edici bulunacaktır. Çünkü insan toplulukları kendisine benzemeyeni dışlama eğilimindedir. Buna en iyi örnek Kur’an-ı kerim ve Peygamber efendimizin ve ashabın hicretleridir.
Bir fikrin görünüşte tepki doğuran veya karşı çıkılan kaygı etkisini azaltmanın veya kaygıyı yok etmenin yolu, insan faktörünü ortadan kaldırıp, kitap merkezli bir alan oluşturmakla olabilir. Sonuç olarak, genellikle inançları dönüştürmek için en iyi araç kitaplardır. Kitaplar, şahıslar arasındaki nefsin ve korkunun oluşturduğu çatışmadan fikirleri uzak tutar; düşünce üzerinde yoğunlaşmayı sağlar.
Unutmayın; tartışmalar, özellikle kabile toplumlarda, kişinin kimliğine bir ön saldırı gibi algılanabilir.
Oysa kitaplar, konuşmalarda gizlenen benlik gerilimini giderir. Bir kitapla konuşma yapmak okuyucunun kafasındadır ve başkaları tarafından yargılanma riski olmadan gerçekleşir. Bu okuyanı daha tarafsız olmaya iter ve etkilenme gücü yükselir. Savunma hissetmediğinde açık fikirli olmak daha kolaydır. Okumak böyle bir elit davranıştır.
Bunun en güzel kanıtlarından biri, çoğu münkirin Kur’an’ı herkesten habersizce okuyup Müslüman olmaları; benzer şekilde Risale-i Nur’u okuyup imanlarını kurtarmaları veya Müslüman olmaları bu konuda önemli göstergelerdir.
Çünkü Risale-i Nur, doğru düşündürme Kılavuzudur.
Bir kitap okumak, bir fikrin tohumunu bir kişinin beynine ekmek ve kendi terimleriyle büyümesine izin vermek gibidir.
Tekrarlanan düşünceler Yaşar, Tekrarlanmayan veya Konuşulmayanlar Ölür.
Kötü fikirlerin yaşamaya devam etmesinin bir başka nedeni daha var:
Sessizlik, her fikir için ölümdür. Asla konuşulmayan veya yazılmayan bir fikir, onu düşünen kişiyle birlikte ölür. Fikirler ancak tekrarlandıklarında hatırlanabilir. Onlar sadece tekrar edildiğinde inanılabilir duruma gelirler.
Kur’an-ı Kerimdeki tekrarları hatırlayın! “Tekrarat-ı Kur’aniye” bir öğretme yöntemidir.
İnsanların aynı sosyal grubun bir parçası olduklarını belirtmek için fikirleri tekrarlamaları kaçınılmaz bir gerçektir.
Risale-i Nur öğretisinde, özellikle kötü fikirlere karşı gösterilmesi gereken stratejik yaklaşımlar ve davranışlar, ilkesel bazda aşağıda özetlenmektedir:
- İnsanlar kendilerinden şikayet ettiklerinde kötü fikirleri tekrar ederler. (Vesvese)
- Bir fikri eleştirdiğinizde insanların unutacağını umduğunuz fikirleri tekrarlamış oluyorsunuz. Konuşmaya devam edersiniz insanlar onları unutamazlar. (Batılı şeyleri iyice tasvir etmek safi zihinleri bozar.)
- Kötü bir fikri ne kadar çok tekrarlarsanız, insanların buna inanması o kadar olasıdır. Kötü bir fikre saldırmak o fikri güçlendirmektedir. Hatta yayılmasına hizmet etmektedir. (Başkalarının dalaleti sizin hidayetinize zarar vermemelidir.)
- Kötü bir fikre her saldırdığınızda, yok etmeye çalıştığınız canavarı besliyorsunuz. İyi fikirleri savunmak için harcamanız gereken zaman, kötü fikirleri yıkmaktan daha değerlidir. Kötü fikirlerin neden kötü olduğunu açıklamak için zaman kaybetmeyin. Sadece cehalet ve aptallık alevini körüklemiş olursunuz.
- Kötü bir fikrin başına gelebilecek en iyi şey onun unutulmasıdır. (Ademe mahkum etmektir.)
- İyi bir fikirde olabilecek en iyi şey ise, onun paylaşılmasıdır. (Hizmet faaliyetlerinden “Risale Haber” üzerinden haberdar olmak gibi)
NOT: İyi fikirleri besleyin; kötü fikirler bırakın açlıktan gebersin.
Entelektüel Nefer Olmak mı?
Burada yanlış anlaşılmasın: Bir hatayı belirtmenin veya kötü bir fikri eleştirmenin asla yararlı olmadığı anlamı çıkarılmamalı. Pollyannacılık (yani mutluluk oyunu) olsun diye söylemiyorum.
Ama şu sorulmalı:
- Batılı tasvir ederken, menfi fikri söylerken amacım nedir?
- Vereceğim cevaplar fikir sahibini olmasa bile en azından onun yanındakileri ikna etme gücüne sahip midir?
- Neden kötü fikirleri eleştirmek istiyorum?
Bu soruların cevabını şöyle düşünmüş olabilirsiniz:
Muhtemelen, daha az insan onlara inanırsa dünyanın daha iyi olacağını düşünüyorsunuz. Başka bir deyişle, insanlar birkaç önemli konuda fikrini değiştirirse dünyanın düzeleceğini düşünüyorsunuz.
Amaç aslında zihinleri değiştirmekse, o zaman diğer tarafı eleştirmenin en iyi yaklaşım olduğuna inanıyor musunuz?
Nefislerin gururla “ben” dediği bir zamanda davanızı anlatmak için “insandan insana iletişim” yolu yerine “kitaptan insana” yöntemini kullanmaya ne dersiniz?
Çoğu insan “öğrenmek” için değil, “kazanmak” için tartışıyor. Böyle bir ortamda bu doğru bir metot mudur?
Kısa vadede kazanç sizi kurtarsa da bir başka kazanan biri de sizin hakkınızdan gelebilir. Savunduklarınız güme gidebilir. Oysa öğrenen olursanız ve sürekli öğrenme içindeyseniz zaten kazanırsınız.
İnsanların inançlarınızı benimsemesini istiyorsanız, daha çok bir nefer gibi değil de bir izci gibi davranmanız gerekir; takım çalışması, süreklilik, ahlaki boyut ve yardım etme düşüncesi en önemli izci davranışlarıdır.
Müsbet Hareket: Önce Nazik Olun, Sonra Haklı Olun
Japon yazar Haruki Murakami bir keresinde şöyle yazmıştı: “Her zaman tartışmayı kazanmanın, tartıştığınız kişinin gerçekliğini yıkmak olduğunu unutmayın. Gerçekliğinizi kaybetmek acı vericidir, bu yüzden haklı da olsanız mutlaka nazik olun.”
Şu anda, sizin gibi düşünmeyenlerle bağlantı kurmak, onlarla işbirliği yapmak, onlarla arkadaş olmak olduğunu kolayca unutabiliriz. Kazanmayı o kadar amaçladık ki iletişim kurmayı unutuyoruz. Enerjinizi, onlarla birlikte olmak yerine, onları etiketlemek için harcamak kolaydır.
Sizin gibi düşünmeyen insanları –münkir bile olsalar- ailede tutun; tıpkı yaramaz bir evladın her türlü yaramazlıklarına rağmen dışlanmayıp sabır ve metanetle geri dönmesini beklemek gibi bir bekleyiş, gösterilecek en güzel manevi başarıdır. Bir gün o insanlar evlerine dönmek istediklerinde kapıyı açık bulmalılar.
Güzel bir etimolojik bilgi:
İngilizcede “Kibar” (kind) kelimesi “akraba” (kin) kelimesinden geliyor; birisine karşı nazik olduğunuzda, onlara “akraba” gibi davranıyorsunuz demektir. Bence bu aslında birisinin fikrini değiştirmek için iyi bir yöntem. Bir arkadaşlık geliştirin. Bir yemek paylaşın. Bir kitap hediye edin. Bir telefon edin. Akraba olduğunuzu hissettirin.
Önce nazik olun, sonra haklı olun.
Hakkaniyet ölçülerinde ve nezaket kuralları çerçevesinde bilişmek (Tearüf) insan ruhunun en temel ihtiyacıdır.