Yürüyecektim. Caddede. Her yer parlak ışıkla doluydu. İçim, gecenin sarmaladığı akşam gibiydi. Baharın tazeliği hâlâ varlıkların üstüne ışıldıyordu.
Üzerimdeyse "zulüm haberlerinin" ağırlığı vardı.
Şairin (Juan Manuel Bonet) "Radyo Avrupa'nın küllerini haber yapıyor" demesi gibi, radyo zulmün haberini yapıyordu. Ruh daralıp ağırlaşınca, beden de daralıp ağırlaşıyor. Ruhun taşıyamadığını beden de taşıyamıyor.
İçimden hiç yürümek gelmiyordu.
Gün boyu internet üzerinden haberlere göz atmadan duramamıştım. Oysa elimden geldiğince haber dinlememeye özen gösteririm, bilhassa özel durumlarda. Zulüm bir gemiyi işgal etmiş, masum insanları öldürmüş, mızrağıyla delip geçmişti dünyayı. Mazlumların hukuku nasıl korunacaktı? Teselli cümleleri aradım. Nafile. Güldüm. Kendime. Terapistin kendini teskin edecek cümleleri yoktu. Haberlerden, yorumlardan, yorumculardan bir teselli bekleyecek kadar da saf değildim.
Aklıma Haşir Risalesi geldi. Bedbin zamanlarda gönlüm Haşir Risalesi'ni arar. Karmaşık duygularımı düzene sokar bu risale. Allah'ın mutlak adaletine inancım bir kere daha tazelenir. Bilgisayarımdan bu bahsi açtım, hızlıca daha önce sarıya boyadığım iki paragrafı okum. Anlamlara sıkıca tutundum. Cümleler elimden tuttu, ağırlaşmış bedenim ayaklandı.
Yürüyordum. Caddede. Yalnız sayılmazdım. Hayalhanemde Haşir Risalesi'nin bazı cümleleri ve yazarının bütün kalbiyle, ruhuyla, aklıyla, tüm latifeleriyle tutunduğu ayet meali (Rum, 50) vardı: "Şimdi bak Allah'ın rahmet eserlerine: Ölümünün ardından yeryüzünü nasıl diriltiyor. İşte bu, ölüleri dirilten Allah'tır. O'nun gücü her şeye yeter." Masum insanların cesetleri hayalime düşünce, en önce "O'nun gücü her şeye yeter" den geldi teselli. Kan revan içindeki bedenleri yürek yakıcıydı. Derken, bu ayetin tefsirini yapan Haşir Risalesi, o bedenlerin yeniden diriltileceğinin umudunu sundu. Ruhların ölmediği,meleklerce korunduğu gerçeği bedenimi bile hafifleştirdi.
Sonra, hatırama İsrail gezisi ilişti. Üç sene öncesinde, bir temmuz ayında gitmiştim İsrail'e ve Kudüs'e. İsrail görünenin aksine güçsüz bir devlet gibi gelmişti bana. Topraklarının birçok yerine tam teçhizatlı askerler diken bir ülke korkuyordur. Korku ise acizliğin işaretidir. Sonra hayalhanemde dağlarında, bahçelerinde dolaştım İsrail'in. Oradaki baharı düşündüm. Bahar, Mutlak Varlığın mutlak hâkimiyetiydi. "Ol" demesiyle olan. Oradaki baharda da, Mutlak Varlığın sonsuz kudreti hüküm sürüyordu. İstisnasız yeryüzündeki her zerre toprakta O'nun sonsuz isimlerinin tecellisinin hâkimiyeti insana güven veriyordu.
Yürüyordum. Caddede. "Şu fâni dünyada kısa bir hayat geçiren insan, öyle bir adaletin hakikatine mazhar olamaz ve olamıyor." Bu cümle çok gerçekçi geldi. Şu cümlelerse insanın adalet talebini karşılıyordu: "Belki bir mahkeme-i kübraya bırakılıyor. Zira hakikî adalet ister ki: Şu küçücük insan, şu küçüklüğü nisbetinde değil, belki cinayetinin büyüklüğü, mahiyetinin ehemmiyeti ve vazifesinin azameti nispetinde mükâfat ve mücazat görsün." Dünyadaki tüm iyilerin sonunun "mükâfat", tüm zalimlerin sonunun da "mücazat" olacağını bir kere daha hissetmek içimdeki kızgınlığı teskin etmişti.
Bir yere uğramam gerekiyordu. Gözüm televizyondaki haberlere kaydı. Birleşmiş Milletler ve dünya bu zulüm karşısında ne yapacaktı? Yorumcular bunu tartışıyordu. Bir şeyler yapacaktılar, yapmalıydılar. Ama ne yapılırsa yapılsın, "Şu fâni, geçici dünya; ebed için halk olunan insan hususunda öyle bir adalet ve hikmete mazhariyetten çok uzak.." olacaktı. Tam tamına adalet, mutlak adalet yine de tecelli etmeyecekti. Öyleyse,"Elbette âdil olan o Zât-ı Celil-i Zülcemal'in ve Hakîm olan o Zât-ı Cemil-i Zülcelal'in daimî bir Cehennem'i ve ebedî bir Cennet'i bulunacaktı.." Şair (Semih El-Kasım) "Bu zehirli çağ kilitlendi çevremizde" diyor. Haşir Risalesi, bir haşir olacağını ve orada kurulacak büyük mahkeme ile çevremizde kilitlenen zehirli çağın hükmünün kalmayacağını müjdeliyordu.
Gemideki masumların yüzleri belirdi hayalhanemde. İnançla doluydu yürekleri. O an gökte ay vardı. Ay O'nundu. Deniz O'nundu. Gece O'nun. Ve onlar da O'nundu. Firavunlaşmış benlikler ellerindeki birkaç silahla her şeyin hâkimi olduklarını sanıyorlardı. Mutlak Varlık, olan bitenden haberdardı. Melekler O'nun emriyle zulmü yapanlarla zulme uğrayanların kaydını tutmuş olmalıydılar. O büyük gün gelince, önlerine koymak için. Bu içimi rahatlattı. Belki bir on yıl sonra bu olay unutulacaktı. Ama Mutlak Varlık asla unutmazdı. O, "Hafîz" idi. İçime su serpti O'nun Hafîz olması. İçimdeki kızgınlık yatıştı birazcık daha.
İnsanı ayakta tutan kelimeler vardır. Biri, O'nun Âdil ismidir, biri O'nun Hakîm ismi. Biri de O'nun Hafîz ismi. İyi ki O'nun isimleri vardı.
Zaman