Peygamberimiz (asm) bir davetçidir. Bütün hayatı insanları hakka, hakikata, hak dine davetle geçmiş. Davetin içine bütün peygamberlik fiilleri girer. Sözlü çağrıları, konuşmaları, muhavereleri, ibadetleri, insanlara karşı sergilediği sayısız tutumları, savaşları, hicreti, aile hayatının vitrini, namazı, duası, ama herşey davet kelimesinin içindedir. O’nun daveti o kadar çok yönlüdür ki bir kitap birkaç kitap onu istiab etmez.
Bediüzzaman Said Nursi, külli düşünülürse eserlerinde O’nun (asm) davetini anlatmıştır. Bediüzzaman‘ın davası da O’nun bu asırdaki şartlara göre nasıl davet yapılırın izahıdır. Mektupları, risaleleri hep bu davetin ayrıntısıdır. Bütün hayatı da davettir. İslam dünyasında batının tasallutu başladığından beri -tahminen iki yüz yıldır- İslam dünyasını dizayn etmek isteyen şahıslar başka isimleri öne çıkarmıştır.
Bediüzzaman ise İslamın en büyük tahribinin yapıldığı bir ülkede, Osmanlının son dönemlerinden bugüne ince ve hassas bir davet gerçekleştirmiş. İnsan hayatının ve hukukunun hiç olduğu yıllarda, hasarsız yürümüş ta bugünlere gelmiş. Bediüzzaman’ın davet meşrebini ve teori-pratiğini tahrip eden adamlara karşı ciddi tavır almış. Türkiye, cemaat kavramının tarih boyunca karşılaştığı en yıkımlı yıllarını yaşamış ve yaşamaktadır. Bu Bediüzzaman’ın eserlerini sözde kabullenip ama adeta garip bir tarikat geleneği ile pratikler ortaya koyan hareket İslama büyük darbe vurmuştur. Bu da hareketin haritasının bütünüyle görülememesinden kaynaklanmış, tepegözler bile büyük hayal kırıklıkları yaşamışlardır.
Bediüzzaman davet fiilini Peygamberimizin (asm) bütün hayatını içine alan bir gözlem ve genişlikle anlatmış. Farklı yerlerde anlatmış ama farklı taraflarını nazara vermiş.
Peygamberimizin (asm) ataklığını cüret kelimesi ile ifade eder Bediüzzaman. O’nun hayatını tarayarak bu cüretin örneklerini bulmak lazım. Bediüzzaman nasıl anlatılmalı? Bu konu masaya yatırılmalı. Bizim arkadaşların bazıları keskin ve netameli laflar ederek güya bir şey yaptıklarını zannediyorlar. Ama Bediüzzaman’ı aramak, taramak, bulmak, sentezlemek ciddi bir entelektüel araştırma tekniklerine sahip olmakla mümkündür. Yoksa söylenen sözler mütemadiyen birbirinin tekrarı mıdır?
“Hem, öyle bir metanetle insanları dine dâvet ve öyle bir cür’etle risaletini tebliğ etmiş ki; kavmi ve amcası ve dünyanın büyük devletleri ve eski dinlerin etba’ları ona muarız ve düşman oldukları halde, zerre kadar korkmayarak, çekinmeyerek umumuna meydan okuması ve başa da çıkarması emsalsiz bir hâlettir.”
Cümlede beş kelime var. Metanet, cüret, korkmamak, çekinmemek, başa çıkarmak. Bu beş fiil Peygamberimizin (asm) davetinin başarısını hazırlayan fiiller ve durumlar. Çölden çıkan bir öksüz, büyük dinleri ve devletleri şumüllü ve çok yönlü cesareti ve iradesi ile yıkıyor. Davetin azameti burada.
“Hem tebliğ ettiği ahkâmın sağlamlığına öyle bir vüsuk ve güvenmekle söylüyor ve davet ediyor ki, dünya toplansa, onu bir hükmünden geri çevirip pişman edemez. Buna şahit, bütün tarih-i hayatı ve Siyer-i Seniyesidir.”
Bediüzzaman vüsuktan ne anlıyor? Resullullahın (asm) vüsuku ne demek? Bunun örnekleri olmalı, bulunmalı, taranmalı.
Bu cümlede o kadar tebliğ ettiği ahkama bağlı ki, sağlamlık vüsuk ve güven onun aktif değerleri. Hayatını örnek gösteriyor Bediüzzaman. İddiasında o kadar sabit ve sağlam ki bütün dünya toplansa bir hükmünden geri çeviremiyor. Hayatını ve siyer-i seniyesini örnek gösteriyor Bediüzzaman. Bu cümle onlardan yapılan alıntılarla daha güçlü hale gelir, çünkü yazar bakmayı teklif ediyor. Siyer ve hayatının iyi araştırılması gerekir.
“Hem öyle bir itmi’nân ile, bir itimad ile davet eder, tebliğ eder ki, kimseden minnet almaz, hiçbir müşkülâta karşı telâş etmez. Tereddütsüz, kemâl-i samimiyetle ve safvetle ve herkesten evvel kendisi amel edip kabul ederek, getirdiği ahkâmı ilân eder. Buna şahit ise, herkesçe, dost ve düşmanca malûm olan meşhur zühdü ve istiğnâsı ve dünyanın fâni müzeyyenâtına adem-i tenezzülüdür.”
Peygamberimizin (asm) davetinin bütün aktif değerlerini saymış, daveti çok yönlü anlatmıştır. İtminan ve itimad ile davet ediyor, yani kendi tatmin olmuş, onu tatmin eden şeylere insanları davet ediyor.
Zühdü, Peygamberimizin (asm) örnekleri nasıl? Bu yazıdaki O’na anlatmakta bulunan fillerin içini vakalarla doldurmak için bir kitap yazılabilir. Bu yazıyı üç yüz tane içinde davet bulunan metni tarayarak yazdım, öyle kolay değil. Ama ne kadar şumüllü bir davet kelimesi ortaya çıktı. Bediüzzaman’ı “hayran olmak” kelimesi yetmez anlatmaya. Adeta psikanalizini yapmış. Davetin güçlü olmasını doğuran fiilleri sıralamış. Cenabı Peygamberin (asm) hayatına, derinliğine ne kadar da vakıf.
Kimseden minnet almıyor, yani daveti kimseden güç almıyor. Zorluklar karşısında telaş etmiyor, tereddüdü yok, tam bir samimiyetle, kemal-i samimiyetle ve saflıkla, herkesten önce kendi kabul edip uyguluyor ve sonra ahkamı ilan ediyor. Nasıl birbirini doğuran psikolojik mükemmeliyetler bir biri arkası anlatılmış. Peygamberimizin (asm) hayatına nasıl derinliğine vakıf.
Zühd istiğna ve adem-i tenezzül
Carlyle şöyle diyor: O’nun (asm) davetini anlatıyor:
“Benim fikir ve kanaatime göre, Kur’ân, serapa samimiyet ve hakkaniyetle doludur. Hazret-i Muhammed’in (asm) cihana tebliğ ettiği davet, hak ve hakikattir.”
“Hem o delil-i sâdık ve musaddak, madem umum enbiyanın fevkinde binler mu’cizat ve neshedilmeyen bir şeriat ve umum cin ve inse şamil bir davet sahibi olduğundan, elbette umum enbiyanın reisidir. Öyle ise, umum enbiyanın mu’cizatlarının sırrını ve ittifaklarını câmidir. Demek, bütün enbiyanın kuvvet-i icmâı ve mu’cizatlarının şehadeti, onun sıdk ve hakkaniyetine bir nokta-i istinad teşkil eder.”
Bu metin dışa dönük olaylara bakan bir şekilde kaleme alınmış. Şeriatı, umum cin ve inse şamil olması, bütün peygamberlerin mucizelerini aşması... Bunlar arka planı çok zengin gözlemlerin sonucu söylenmiş. Şu daveti bu büyük kapsamı ile kim anlatmış bu ülkede?
O davetin azametini bir kurdun lisanı ile anlatmış Allah, bir mucize şeklinde.
“Bir kurt, keçilerden birisini tutmuş; çoban, kurdun elinden kurtarmış. Zi’b demiş: “Allah’tan korkmadın, benim rızkımı elimden aldın.” Çoban demiş: “Acaip, zi’b konuşur mu?” Zi’b ona demiş: “Acip senin halindedir ki, bu yerin arka tarafında bir zât var ki sizi Cennete davet ediyor, peygamberdir, onu tanımıyorsunuz.” Bütün tarikler kurdun konuşmasında müttefik olmakla beraber, kuvvetli bir tarik olan Ebu Hüreyre, ihbarında diyor ki: Çoban kurda demiş: “Ben gideceğim. Fakat kim benim keçilerime bakacak?” Zi’b demiş: “Ben bakacağım.” Çoban ise, çobanlığı kurda devredip gelmiş, Resul-i Ekrem aleyhissalâtü vesselâmı görmüş, iman etmiş, dönüp gitmiş. Zi’bi çoban bulmuş; zayiat yok. Bir keçi ona kesmiş; çünkü ona üstadlık etmiş.”
Neler olmuş asrı saadette?
Hem İncil-i Yuhanna, On İkinci Bab ve on üçüncü âyet: “Amma o Hak Ruhu geldiği zaman, sizi bilcümle hakikate irşad edecektir. Zira kendisinden söylemiyor. Bilcümle, işittiğini söyleyerek gelecek nesnelerden size haber verecek.”
“İşte bu âyet sarihtir. Acaba umum insanları birden hakikate davet eden ve her haberini vahiyden veren ve Cebrail’den işittiğini söyleyen ve kıyamet ve âhiretten tafsilen haber veren, Muhammed-i Arabî aleyhissalâtü vesselâmdan başka kimdir? Ve kim olabilir?”
Onun daveti İncildeki ayetlere yansımış.
Bu cümle O’nun (asm) hidayesinin insanlara ne getirdiğini anlatır, burası da farklı bir pespektif. Çok odalı bir saray gibi davet fiili her odada ayrı şeyler. Peygamber (asm) böyle anlatılır.
“Kur’an’ımız yeryüzünde cemaatsiz kalırsa cenneti de istemem” diyen insan, Kur’an’ın indiği şahsın davasını Kur’an’ın muhit ve muhtevasına tarzı telkin ve davetine bu asırda en uygun örneği veriyor. Kıskançlar patlayın.
“Ve keza, o zât, insanları hidayete davet etmekle saadet-i ebediyenin husulüne sebep olduğu gibi, vüsulüne de sebeptir.
“Ve keza, o zât, duasıyla, ubudiyetiyle o saadetin vücuduna ve icadına vesiledir. Evet, bak: O zât, nev-i beşere imamdır. Mescidi, yalnız Ceziretü’l-Arab değildir, küre-i arzdır. Cemaati de yalnız o zamanın insanları değildir. Belki Âdem zamanından kıyamete kadar herbir asrın halkı bir saf olup, bütün asırlar safları onun arkasında, onun duasına “Âmin” diyorlar.
“O zât (asm) öyle bir şeriat, bir İslâmiyet, bir ubûdiyet ve bir dua, bir davet ve bir iman ile meydana çıkmış ki, onların ne misli var ne de olur. Ve onlardan daha mükemmel, ne bulunmuş ve ne de bulunur. Çünkü, ümmî bir zâtta (asm) zuhur eden o şeriat, on dört asrı ve nev-i beşerin humsunu, âdilâne hakkaniyet üzere ve müdakkikane hadsiz kanunlarıyla idare etmesi, emsal kabul etmez.”
Bu davete ilgisizlik veya red veya onun tekniğine uygun davranmamak büyük yanlışlara neden olur.
Bu yazıyı bir şekilde kaleme aldım ama aceleye geldi, sonra biraz daha topladım ama bu yazı gözlem ve olaylarla beslense bir kitap olur.